Sam Mensa
TT

Petrol konsorsiyumu ve kurulmakta olan Lübnan

Lübnan geçen ay, Qatar Energy'nin Fransız “Total-Energies” ve İtalyan “Eni” şirketleri ile ortaklığa girmesi vesilesiyle karasularında iki gaz arama ve üretim anlaşmasının iki düzenleyici ekinin imzalanmasına tanık oldu. Arap-uluslararası konsorsiyumun imza törenine paralel olarak ve imza alanından sadece yüzlerce metre uzakta, Beyrut Limanı patlaması soruşturma yargıcı ile Yargıtay Başsavcısı arasında Lübnan tarihinde benzeri görülmemiş bir adli anlaşmazlığın patlak verdiği bir sırada tablo, sanki bir ülkeden diğerine geçiyormuşsunuz gibi bambaşkaydı. Anlaşmazlık piramidin tepesindeki Yüksek Yargı Konseyi'nden en alt kademeye kadar neredeyse yargı organının tamamına yayıldı. Sorun yargıçlar arasındaki hukuki bir anlaşmazlıkla sınırlı olsaydı, ciddiyetine rağmen yansımaları sınırlı kalırdı. Ama aslında bu, üç aydır boş olan cumhurbaşkanlığından, işleri yürütme hükümeti olarak tanımlanan ama onu da yapamadığı için istifa etmiş hükmünde olan hükümete kadar devlet kurumlarını etkileyen bir dizi çöküş zincirinin bir halkası. Temsilciler Meclisi’ne gelince; neredeyse rehin alınmış ve esasında ülkeye bir cumhurbaşkanı seçmekten ve diğer görevlerini yerine getirmekten aciz dağınık bir mozaikten oluşuyor.
Bu dikkate değer ve garip ikilem, pek çok çağrışımı yansıtıyor ve soru işaretleri uyandırıyor. Birincisi; büyük uluslararası şirketler, 2005'ten bu yana gerçekleşen, etkin şahsiyetleri ve liderleri hedef alan siyasi suikastların, bizzat yargı organını havaya uçuran Beyrut Limanı patlamasının faillerinin tam olarak ortaya çıkarılamaması başta olmak üzere yargının etkinliği ve bağımsızlığı konusunda endişe verici soru işaretlerinin olduğu bir ülkeye nasıl yatırım yapıyorlar? Yatırımcı, metinleri adalet ve eşitliği sağlayacak şekilde uygulayan, hak ve hukuk devletini pekiştirmek için çalışan bağımsız ve etkin bir yargının varlığından emin olmadığı sürece risk almaz. Lübnan’da ise yargının zayıflığına, kanunları uygulamadan sorumlu makamların uygulama konusundaki bariz yetersizliği de ekleniyor. İmza atanlar ve temsil ettikleri kişiler, şu an içinde yaşadığımız veya bildiğimiz Lübnan dışında, kurulmakta olan başka bir Lübnan ile mi anlaşmalar imzalıyorlar?
Lübnan'daki bu yatırımlar, özellikle bölgenin tamamında koşulların istikrarsız olduğu bu aşamada, geçici bir mesele değil. Resmin bütünlüğünü sağlamak için, uzun uzadıya açıklamadan etrafımızda olup bitenleri hızla gözden geçirelim. Suriye'de istikrar halen çok uzak ve ülke Ukrayna ile meşgul olan Moskova pahasına genişleyen İran varlığına karşı İsrail'in günlük askeri operasyonlarıyla karşı karşıya. Suriye’nin kuzeydoğusu ise Türk komşusunun değişen ruh haliyle yüzleşiyor. Ülkenin uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı için bir merkeze dönüşmesiyle ekonomik ve sosyal gerçeklik çökmüş bir halde. Suriye, Tahran'ın nükleer dosyası, hassas ve balistik füze programı, İHA’ları ve bölgedeki müttefiklerinin faaliyetleri zemininde bir İran-İsrail çatışmasının kıvılcımının ateşleneceği yer olabilir. Görünen o ki bölge, bilhassa yeni İsrail hükümetiyle birlikte Tel Aviv'in Tahran ile çatışmasında stratejik değişimlere tanık oluyor. İran'ın derinliklerindeki İsfahan şehrinde bulunan askeri tesislerin bombalanması, bu değişimin yalnızca bir başlangıcı. İsrail içindeki duruma gelince; İsrail sağı ile solu ve laik merkez, keza İsrailliler ile ülke içindeki Araplar ve işgal altındaki diğer bölgelerdeki Filistinliler arasındaki sorunlar nedeniyle bölgenin istikrarını tehdit eden bir endişe kaynağı.
Bu karmaşık bölgesel şartlarda ve Lübnan'ın her düzeyde çökmüş ve kaotik iç koşullarında ülkede bu tür yatırımlara teşebbüs etmek, bizim bildiğimiz Lübnan’ın bir maziye dönüştüğü, başka bir Lübnan’ın kurulmakta olduğu anlamına geliyor. Buna müdahil ülkeler yeni Lübnan’ın, onların değer ve yönelimlerine uymayan özellikleri olacağını biliyorlar ama yine de çıkarları uğruna bunlara göz yumuyorlar. Siyaset, güvenlik, ekonomi ve sosyal alandaki tüm Lübnan gerçekleri, şu ana kadar taahhütte bulunabilecek ve yerine getirebilecek tek tarafın Hizbullah olduğunu gösteriyor. İlk gösterge de Hizbullah ve sponsoru İran'ın onayı, kabulü ve teşvikiyle imzalanan deniz sınırlarının çizilmesi anlaşmasıydı. Bu, hesaba gönderilen bir ön ödeme, taahhütlerin yerine getirebileceğinin açık bir kanıtıydı. Diğer yandan Hizbullah’a muhalif Lübnanlı taraflar arasında bir boşluk hakim. Yabancı ülkeleri politikalarını yeniden gözden geçirmeye teşvik edecek birleşik ve güvenilir bir muhataplar ekibi oluşturamıyorlar. Büyük ülkeler bunu anladılar ve risk alan şirketlerin güveni de belki Lübnan'ın İsrail ile güney karasuları sınırlarının belirlenmesinin ardındakileri bilmelerinden kaynaklanıyor. Bu şirketler aynı zamanda sınır anlaşmasının uluslararası yatırımcılara güven vermeye, yabancı şirketleri burada çalışmaya ve yatırım yapmaya yönlendirmeye yönelik amaç ve yorumlarını da biliyor olabilirler. Bugün Lübnan yargısının tanık olduğu aykırılıklar, bu şirketlerin çoğu için güven verici olan Hizbullah'ın Lübnan’daki kontrolünün tamamlanması aşamasının sadece başlangıcı, Hizbullah’ın kanunları uygulama organları üzerindeki sıkı denetimiyle somutlaşacak son darbesinin öncüsüdür.
Lübnan tarihi boyunca doğu yakasını Mısır ve Suudi Arabistan, batı yakasını ise Fransa ve ABD’nin oluşturduğu ilişkilerin yanı sıra 30 yıla yakın Suriye vesayetine yaslanmaya alışık. Bildiğimiz gibi ABD, 1983'te deniz piyadeleri karargahına ve ABD Büyükelçiliği’ne düzenlenen bombalı saldırılardan sonra Lübnan'dan sessizce geri çekildi. Bu küçük ülkeyi açgözlü ve acımasız bir Suriye rejimi ve genişlemeye devam eden İran karşısında kendi başının çaresine bakması için tek bıraktı. Bu adımın sonuçları, Lübnan’da kapıları Katar ve Fransa'ya açtı. Bu arada Fransa’nın artık geleneksel şefkatli anne rolünü oynayamadığını, aksine Hizbullah ile yeni ilişkilerini koruduğunu, iç güç dengeleri gerçeğini bildiğinden Lübnan ve belki de bölgedeki faydacı çıkarlarını korumak için onu memnun etmeye önem verdiğini belirtelim.
Washington'a gelince; Lübnan'dan öncelikli talebi, iç koşulların kontrol altına alınması, güvenlik güçlerinin ve ordunun güç ve rolünü kaybedecek kadar güvenliğin bozulmaması, ayrıca Hizbullah ile İsrail arasında durumun kötüleşmemesi ve UNIFIL’in yanı sıra İsrail'in güvenliğinin tehlikeye maruz kalmaması. Bütün bunlar nedeniyle iki ülke arasındaki deniz sınırlarını çizme anlaşmasının başarılı olması için azami çaba sarf etti. Bu bağlamda, Amerikalıların, Fransızların veya diğerlerinin İran ile ilişkileri ve dalgalanmaları ile Hizbullah'la ilişkilerini birbirinden ayırdıklarını, dahası ayrı tuttuklarını belirtmekte fayda var. Diğer güçler ve siyasi partiler gibi Hizbullah’a tamamen Lübnanlı bir bileşen olarak davranmak konusunda ısrar ediyorlar.
Kurulmakta olan bu Lübnan'ın geleceğini ve şeklini bilmek elbette zor. Ama kesin olan, bildiğimiz Lübnan’ın bölge ve dünyadaki rolünün ayıklanması sonucu öldüğüdür. Çünkü bir ülkeye konumunu, önemini ve şeklini veren rolüdür. Bildiğimiz Lübnan, yıllarca süren vesayetler, işgaller, milis grupları ve efendilerinin zorbalıkları nedeniyle parçalanmış durumda. Oysa Lübnan, Doğu ile Batı arasında bir bağlantı, kardeşler arasındaki anlaşmazlıklarda aktif bir arabulucu, bölgenin güvenilir finans ve bankacılık merkezi, hastanesi, üniversitesi, ziyaretçiler ve turistler için güvenli ve çekici bir destinasyon olarak tanımlanırdı. Tüm bu roller çöktü ve bunların yeniden inşası, beklenen petrol ve gaz gelirlerinden çok daha fazlasını gerektiriyor. Anavatan çölleşti, şehirleri kırsallaştı, yöneticilerinin ve vatandaşlarının ilgi ve beklentileri dar görüşlü, kapalı ve fırsatçı. Lübnan’ın çevresi umut vaat eden yeni bir doğum sancısına tanık olurken, bir bütün olarak dünya birden fazla düzeyde zorluklardan geçerken, Lübnanlılar, tıpkı meleklerin cinsiyeti konusundaki anlaşmazlık gibi dini grupların hakları konusunda halen görüş ayrılığı içindeler.
Özetle; Lübnan'da yabancı yatırıma veya petrol kaynaklarına yatırıma kesinlikle karşı değiliz. Ama tıpkı Baalbek festivalinin düzenlenmesi Hizbullah için bir masumiyet belgesi olacağı, onu dünya sanatlarına, kültürlerine ve medeniyetlerine açık Lübnanlı bir grup gibi göstereceği için festivalin onun çatısı altında yeniden canlandırılmasını eleştirdiğimiz gibi, beklenen gaz gelirleri de kimliğimizin ve egemenliğimizin kaybını telafi etmeyecek. Vatanımızın acizliğimiz nedeniyle bir işgalciden diğerine devredilen bir toprağa dönüştüğü gerçeğini unutturmayacak.