Hasan Ebu Talib
TT

İki devletli çözüm tarihe emanet

Siyaset kavramının en yaygın tanımlarından biri, mümkün olanın sanatı olduğudur. ABD’liler, siyaset kavramını ve pratik kontrollerini en fazla teorize edenler olduklarından, bunu en çok bilenlerdir. Dolayısıyla Dışişleri Bakanı, CIA Başkanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı gibi üst düzey ABD yetkilileri gelip mümkün olanın kapsamı dışında olduğunu bildikleri belirli bir şeyi talep ettiklerinde, Amerikan stratejik düşüncesi için yapılacak bir şey kalmamış demektir.
Bunun doğu ve batıda birçok örneği var ve şimdi de sonuncusunu sunuyoruz; ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'a 10 bin kişilik sivil polis olarak tanımladığı bir güç oluşturmaya dair bir güvenlik planı takdim etti. Önerilen gücün unsurları ABD’li veya dost ülkelerden uzmanlar tarafından eğitilecekler ve birincil görevleri, Filistin Otoritesi bölgelerinde istikrar durumunu korumak ve bilhassa İsrail işgalinin küstahlığına karşı mantıklı bir tepki olarak ortaya çıkan silahlı Filistinli gençlik gruplarıyla mücadele etmek. Bu, işgal güçlerinin bu silahlı Filistinlilerin kamplarını ve beldelerini basıp onlarla karşı karşıya gelmesine, çeşitli bahanelerle Filistinli gençleri tutuklamasına bir alternatif olacak. Böylece İsrail işgal güçleri de çatışma maliyetlerinden kurtulacak.
Öneri, Filistin Otoritesi güvenlik aygıtları ile İşgal devleti aygıtları arasındaki genişletilmiş güvenlik koordinasyonu çatısı altında tek başına yapıldı ve bu da onu sağduyunun tüm boyutlarının dışında kılıyor. Öneri, Filistin ve İsrail tarafları arasında ciddi bir müzakere sürecine yeniden taze kan enjekte etmenin yanı sıra, İşgal güçleri ve Tel Aviv hükümetinin bağlı kalacağı pratik tedbirleri içerecek, Otoriteye ve onun çeşitli aygıtlarına ekonomik, siyasi ve ahlaki açıdan Filistin halkı arasında yeniden itibar kazandıracak kapsamlı bir planın parçası olmaksızın tek başına sunuldu. Bu ise öneriyi, bir tür havada asılı duran, yerde bir desteği ve yakın gelecekte bir ufku olmayan bir fikir yapıyor. Bu güce katılmayı kabul edenler olsa da, bilhassa bu güç ile Filistinlilerin haklarını reddeden yerleşimci işgaline karşı kendilerini meşru bir mücadele yöntemi olarak gören öfkeli gençlik grupları arasında kapsamlı çatışmalar yaşanması halinde, ulusal kınama bu gücün üyelerinin peşini hiç bırakmayacak.
Böylesine yıkıcı bir ABD-İsrail önerisine Başkan Abbas'ın yanıtı olduğu bildirilen çekincenin haklı sebepleri var. Abbas'ın Amerikalı ziyaretçilere konuyu, kişisel ve nesnel yansımalarını, kendisini sahada uygulamanın zorluğunu açıkladığına şüphe yok. Keza ana görevlerinden biri, halkın önemli bir kesimiyle hem de ciddi bir çözüm için net bir gösterge olmadan açık çatışmalara girmek değil, Filistinlilerin haklarını savunmak olması gereken bir yapı olarak Filistin Otoritesine olumsuz etkisini de kesinlikle izah etmiştir.
İsrail raporlarına göre, Blinken ve diğerlerinden gelen baskı, Filistin Yönetimi’nin işgal güçleri Cenin'e baskın yaparak 10 Filistinliyi öldürüp çok sayıda kişiyi yaraladıktan sonra durdurduğu İşgal güçleri ile arasındaki güvenlik koordinasyonunu yeniden tesis etmeye odaklandı. ABD için güvenlik koordinasyonu, Filistin Otoritesi’nin birlik ve sağlamlılığı ve bu koordinasyonun Filistinlilerin özellikle de genç nesillerin algısı üzerindeki etkileri ne olursa olsun, İsrail'i korumanın bir yolu. Genç nesiller umutlarını yitirmişler ve Otoritenin son 20 yılda bağlı kaldığı,  ne şu an ne de geleceğe dair herhangi bir olumlu göstergeyle sonuçlanmayan yöntemden farklı bir şekilde mücadele etmekten başka çareleri olmadığını düşünüyorlar.
Bu kez mümkün olanın sanatı bilgeliği Amerikalı yetkilileri terk etmişti. Aynı zamanda, Filistinli gençler arasında umut kaybının tüm sorumluluğunu üstlenen İsrail tarafına aynı miktarda baskı uygulama kudretinden de yoksun kalmışlardı. Oysa bu umut kaybına her geçen gün büyüyen bir Filistinli kesim arasındaki çaresizlik ve gerçekliğe başkaldırı, Filistin Otoritesinden, pozisyonlarından ve kararlarını kontrol eden ideolojiden uzaklaşma eşlik ediyor. ABD açısından mesele, Amerikan siyasi zihninin özellikle Filistin meselesiyle ilgili tüm İsrail tezlerine yönelik açık, yinelenen ve iyi bilinen bir taraflılık değil, bu aynı zamanda İsrail'in kendisi için de bir yük haline geldi. İsrail bu mutlak taraflılığı, kendi içinde patlayabilecek çelişkilerle dolu bir duruma kademeli dönüşüm için kullandı. Bizzat İsrailliler bundan bahsediyorlar ve buna sadece birkaç yıl sürebilecek, ardından Siyonist rüyanın, tarih ve dalgalanmaları konusunda bilinçli insanlığın çok iyi bildiği evrensel bir geleneği kanıtlayan salt tarihsel bir hikayeye dönüşebileceği korkusu eşlik ediyor. Söz konusu gelenek ise şu; her aşırılık, erken evrelerinde bazı başarılar elde edebilen, yapısal bozuklukları örten, aynı zamanda, patlama ve yok olma noktasına kadar derinleşmesi için ona daha fazla neden sağlayan karşıtını da beraberinde getirir.
İsrail toplumu, entelektüel ve politik olarak hemcinsi İsraillilere karşı bile aşırı sağın baskınlığı lehine dönüşümler yaşadı. Buna kuruluşundan bu yana ABD ve Batı'nın gurur duyduğu, ona her türlü desteği, hesap verme, her türlü siyasi ve manevi baskıdan kurtulma olanağı sağladığı, tüm müttefiklere kıyasla özel ve benzersiz muamele gerektiren ABD ulusal güvenliğinin boyutlarından biri olarak davrandığı kurumları da dahil. Söz konusu dönüşümler, Siyonist projenin ömrü boyunca tüm bileşenleriyle Amerikan siyaset kurumunun desteği ve arka çıkmasıyla gerçekleşti. Beyaz Saray şimdi İsrail demokrasisi olarak tanımlanan şey ve mevcut Netanyahu hükümetinin planladığı gibi, yargı bağımsızlığının kaybının temsil ettiği temellerinden birinin çöküşü konusunda endişeli. İsrail hükümetinin benimsediği işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan yerleşim yerlerini genişletmenin yanı sıra, yüz binlerce yerleşimciyi silahlandırma ve onlara hesap vermeksizin Filistinlilere karşı silah kullanma hakkı verme, iki devletli çözüm ilkesini fiilen yok etme politikası konusunda kaygılı. Ama bunlar mutlak taraflılık politikasının doğrudan bir sonucundan başka bir şey değil ve bu da o "demokrasiyi" doğru zamanda kurtarmak konusunda ABD'yi gerçekten felce uğratıyor. Açıktır ki, İsrail’in kendisini korumak için bile olsa, Amerikan siyaset kurumunda hiç kimse bu politikayı gözden geçirmeyi düşünmüyor ki bu da İsrail’e kendi kendini tüketme yolunu izlemesi için daha fazla gerekçe sunuyor.
Başkan Biden, Filistinlilerin ve Arapların sıkı sıkıya sarıldığı iki devletli çözüm ilkesini desteklese de, bu desteğin sahada uygulanabilecek bir eylem planına dönüştürülmesi, ister Ukrayna'daki savaş öncesinde, ister sonrasında olsun Başkan Biden ve yönetiminin hesaplarında yer almıyor. Amerikan dış hareketinin öncelikleri arasında Rusya'nın tüketilmesi, Çin'in kuşatılması ve İran üzerindeki ardışık baskılar var. Filistin meselesinde harekete geçmek zorunda kalırsa da, bölgesel aktörlerle iş birliği içinde geçici yatıştırma görevinden ve İsrail'in güvenliği argümanını desteklemekten öteye gitmeyecek. Bunun ötesinde bir şey olmayacak. İsrail aşırı sağını ilk etapta Filistinlilere, ikinci etapta Siyonist projenin kendisine karşı daha fazla aşırılığa iten, Filistinlilerin olmadığı bir din devleti planlarını tehlikeye sokan da bu sonuç.
Netanyahu, Filistinlilerle barışın ancak barışa karşı barış formülüne göre Araplarla barışın genişlemesinden ve kapsamlı normalleşmeden sonra geleceğini açıkladı. Bundan sonra İsrail'in kontrolü altında olmaya devam edecek güvenlik unsuru dışında Filistinlilere kendi kendilerini yönetme hakkı verilebileceğini belirtti. Netanyahu’nun sözleri, bağımsız, yaşayabilir bir Filistin devleti ilkesinin, ister normalleşmenin İsrail’in istediği şekilde genişletilmesi sürecinde ister çok uzak görünen tüm Araplarla kapsamlı normalleşmeden sonra olsun asla tartışmaya açık olmadığı anlamına geliyor. Bu ise iki devletli çözümü tarihe emanet ediyor.