Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Zulme uğrayan, zalime dönüştüğünde!

Her sabah işgal altındaki Filistin'den birkaç Filistinlinin öldürüldüğü haberini alıyoruz. Bir diğer haberde de birkaç İsraillinin öldürüldüğünü öğreniyoruz. Küresel durumda ve hüküm süren güç dengesinde, İsraillilerin öldürülmesi yüksek sesle kınanıyor. Adaletsizlik ve aşırılık arasında istikrarlı ve sürekli bir ilişki içinde Filistinlilerin öldürülmesine yönelik kınamalarsa mütevazı kalıyor. Arap tarafına gelince, davanın Arap ateşli taraftarları genellikle zalim gücü aktif bir şekilde lanetliyorlar. Filistinlilerin acı ve ıstırabına değinmeden, yanlış bir öncelik anlayışının kaba bir ifadesiyle başka Arapların şurada ve buradaki kınama sayfalarına bol bol mürekkep harcıyorlar. Filistinlilerin asıl acısı ise liderleri arasındaki bölünme, ancak inkâr edilemez bir şey var ki o da Filistinli vatandaşın toprağına sıkı sıkıya bağlı kalma kararlılığı.
Arap-İsrail çatışması aşaması ile Filistin-İsrail çatışması ve dosyaları ile geçen bunca yıldan sonra, genel olarak Arapların bu konuda “yoğun bir tutku” sahibi ve aynı zamanda iç yüzü konusunda bilgi olarak neredeyse müflis olmaları beni şaşırttı. Bunlar duygusal sözler değil ve kanıtı da odak noktası devletleri, toplumları ve politikalarıyla Araplar olan düzinelerce İsrailli araştırma merkezi bulunurken, diğer taraftaki yoksulluk, yani bugün Yahudi İsrail devletini oluşturan o toplum, daha doğrusu “toplumlar” hakkındaki bilgimizin zayıf olmasıdır. Halihazırda Oxford Üniversitesi'nde çalışan Arap-Yahudi tarihçi Avi Shlaim'in önümüzdeki mayıs ayında yayınlamaya hazırlandığı bir kitabı var ve adı da “Üç Dünya: Bir Arap Yahudisinin Anıları”. Bana özel olarak genişletilmiş bir özetini gönderdiği kitabı, İsrail bileşenleri arasında “küçük ırkçılık” olarak adlandırılabilecek şeyi açıkça tanımlıyor. Bu kitabı okumak bize, gerçeği göremememizin gerçeğin kendisini değiştirdiğine inanan ve böylece geçici bir psikolojik rahatlama elde eden Arap kültürümüzde, bu toplumu tanımaktan ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Dahası, Arap takipçilerin İsrail devletinde yaşayan bu toplumlar hakkında gerçek ve bilimsel bilgilere sahip olmaları da engellenmiş ve bu konuda Arapça yazılanlar çok az ve hatta dolaşımı yasak.
Iraklı bir baba ve anneden olan Avi Shlaim, 1945'te Bağdat'ta doğdu. Baba, inşaat malzemeleri ithalatı yapan başarılı bir iş adamı, anne ise kendisini ailesine adamış bir ev hanımıydı. Aile ekonomik olarak iyi bir durumdaydı, öyle ki evlerinde 12 hizmetli bulunuyordu. Babanın Bağdat'taki yüksek çevreleri tanıması, dönemin başbakanı Nuri el-Said'in yanı sıra Kral Naibi Abdulilah ve diğer üst düzey yetkililerle yakın temas halinde olduğu anlamına geliyor.
Shlaim kitabında Irak tarihinde “el-Farhud Ayaklanması” olarak bilinen, 1941'de Bağdat ve Basra Yahudilerini hedef alan şiddet eylemlerini de anlatıyor. Nedeni, Reşid Ali el-Geylani devriminin İngilizler tarafından bastırılması olan ayaklanma sonucunda bazı Iraklı Yahudilerin evleri ve mülkleri yakıldı. Irak'ta o sırada yaşayan Yahudilerin sayısının 100 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. "Farhud"un antisemitist bir hareket olduğu yönündeki yaygın yorumun aksine, bu araştırması aracılığıyla yazar, devrimin bastırılmasının halk arasında İngiliz karşıtı duyguların yükselmesine yol açtığını gören Britanya’nın Bağdat büyükelçisi " Kinahan Cornwallis"in, Yahudileri günah keçisi olarak kullanmasının neden olduğunu düşündüğünü belirtiyor. Yazarın altını çizdiği gibi bazı Yahudilerin öldürülmesinin ve mülklerinin yağmalanmasının sebebi antisemitizm değil, onların “İngilizlerin dostları” olmalarıydı.
1948'de İsrail'in kurulması ve ilk Filistin savaşının patlak vermesinin ardından aile, diğer Yahudi ailelerle birlikte Kıbrıs adasında birkaç ay kaldıktan sonra İsrail'e göç etmek zorunda kaldı. Baba ise Kürtlerin yardımıyla İran'a, oradan da İsrail'deki ailesinin yanına kaçtı. Avi Shlaim burada üç gerçeğin altını çiziyor; birincisi, ailenin ve birçok Iraklı Yahudinin Siyonist harekete sempati duymadığı ve destekçisi olmadığı. İkinci gerçek, yazar yayınlamaya hazırlandığı kitabı için araştırma yapmaya devam ederken, onlarca yıl sonra görüştüğü olayların faillerinden birinin kendisine teyit ettiği gibi Bağdat'ta meydana gelen bomba eylemlerinin (1950-1951) birçoğu İsrailli ajanlar tarafından gerçekleştirildi. Üçüncü gerçeğe gelince, bu eylemlerin (Yahudi mülklerine yönelik bombalı saldırılar) benzerleri, 1954'te ünlü “Lavon skandalı” olarak bilinen olay sırasında Mısır'da da yaşandı. Yani Siyonist hareket, birden fazla ülkede Yahudileri İsrail'e gitmeye zorlamak için gizli operasyonlar yürüttü!
Yazar, bu politikayı Arap nüfusa karşı bir süngü olmaları için birçok ülkedeki Yahudileri İsrail'e göç etmeye "zorlamak" veya teşvik etmek için çalışan "vahşi Siyonizm" ve "İsrail'in sahte bayrağı" olarak tanımlıyor.
Avi, 1950'de İsrail'e gitti ve aile tüm gelirini kaybetti. Öyle ki, Bağdat'ta müreffeh bir yaşam süren anne, ailenin yaşadığı bölgede telefon operatörü olarak çalışmak zorunda kaldı. Çocuk Avi, Aşkenaz grubunun (Batı ülkelerinden gelen Yahudiler) hâkim olduğu ortama uyum sağlayamadı. Burada Doğu (Mizrahi) Yahudileri genellikle ikinci sınıf muamelesi görüyordu. Avi gibi Arap kökenli Yahudilere gelince, onlar en alt seviyedeydiler, çünkü Aşkenazlar aynı anda hem Yahudi hem de Arap olmalarını hazmedemiyorlardı. Sınıf öğretmeni bir Alman Yahudisiydi ve onun gibi Mizrahi Yahudilerini küçümsüyor ve kendisini üstün görüyordu. Aile evde Arapça konuşuyordu ama aileden biri onunla sokakta Arapça konuştuğunda Avi utancından kaçıyordu. Böylece içinde kaçamadığı karışık bir kimlik kompleksi oluştu.
İsrail toplumu bugün, bir şekilde (Avrupa merkezciliğin) bir uzantısı olan Aşkenazi seçkinleri tarafından yönetiliyor. Gerek Arap gerekse Doğu kökenli Yahudilere gelince, onlar ikinci dereceden ve bu Batılı seçkinlerin hedeflerine ulaşmak için tüm "psikolojik ve politik oyunlarla" bilinçleri deforme edilmeye çalışılan vatandaşlardır.
Araplardan “korkunun” ve onların “Yahudi bireye” yönelik tehditlerinin büyütülmesinin, farklılıklarına rağmen bu kültürleri birleştiren halka olduğu, Araplara yönelik “büyük ırkçılığın” böyle oluştuğu söylenebilir. Araplar tüm bu toplumlar için “varoluşsal bir tehdit”tir. Bu temel fikri, Araplar da duygulardan arınmış bilimsel bir şekilde ele alıp düşünmeliler.
Ne yazık ki, İsrail toplumu mozaiğini belirgin bir şekilde açıklayan bu tür kitapların, İsrail'de neler olup bittiğinin anlaşılmasını engelleyen öngörüsüz kampanyalarla çevirisine ve hatta okunmasına katı kültürel ve siyasi nedenlerle karşı çıkan Arapların bulunduğunu görüyoruz. İsrail’de olup bitenleri öğrenmek Arap okuyucuya yasaklanmış ve bu, her tür rasyonel düşünceyle çelişen bir yol.
Son olarak, Avi Shlaim gibi birinin bir Arap forumunda konuşma yapmak üzere davet edildiğini hiç duymadım!