Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Elde edilenler ve edilemeyenler

“Bize takdir edilen şeyler başkasına gitmez, bize ulaşmayan şeyler de zaten bize yazılmamıştı.”
İnsanlar çoğu zaman bir şeylere sahip olduklarında sevinirler, sahip olmayı umdukları bir şeyleri de elde edemeyince feryat eder sızlanırlar. Hâlbuki şu hususu göz ardı ederler: “Eğer bir rızık veya herhangi bir nimet kendilerine verilmek üzere takdir edilmişse o ne engellenebilir ne de bir başkasına gider. İstenilen bir şey de kişiye ulaşmamışsa zaten onun değildir, ona yazılmamış demektir.” Çünkü “Allah’ın insanlara vermek istediği bir nimeti hiç kimse ve hiçbir güç engelleyemez; onun engellediğini de, O’ndan başka hiç kimse getiremez. O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.”[1] Allah, lütfuyla insanları gökten yağdırdığı ve yerden çıkardığı sayısız nimetlerle beslemesine ve rızıklandırmasına rağmen onlar, Allah’tan başka bir yaratıcı arayışına girebiliyorlar? 
İnsanları sahip oldukları şeylere karşı takındıkları tavırlar bakımından ikiye ayırmak mümkündür: İlki; kendilerine verilenlerle sevinip şımaranlar[2] ve çoğu zaman bunun sahip oldukları maharetler sonucu kendilerine verildiğine[3] inananlar. İkincisi ise; kendilerine verilen nimetleri Allah’ın bir lütfu olarak görüp bunlarla sınandıklarını bilerek şükrünü eda etmeye[4] çalışanlar.
İlk grupta anılan tipler sahip oldukları her şeyi kendilerinden bilirler sahip oldukları şeyi de başkalarının hizmetine sunma onlarla paylaşma yerine kendilerine has kılmaya gayret ederler. Hatta bazen yardımlarına başvurulduğunda karşıdakini yanıltmaya ve yeri geldiğinde küçük düşürmeye gayret ederler. Hz. Peygamberin bu mevzu ile alakalı Medine Yahudileri ile yaşadığı bir olayı İbn Abbas (r.a) şöyle anlatır: “Hz. Peygamber Yahudilere bir şey sormuştu. Onlar da gerçeği gizleyip, ona başka bir şey söylediler. Yaptıkları bu iş hoşlarına gitti, üstelik verdikleri bu yanlış bilgiden ötürü bir de teşekkür beklediler.”[5] Hâlbuki Kitabı/Tevrat’ı bütün hükümleriyle insanlığa bildireceklerine, onu asla gizlemeyeceklerine dair onlardan söz alınmıştı. Ama onlar, antlaşmayı hiçe sayarak onu kaldırıp arkalarına atıverdiler ve Allah’a verdikleri sözü; servet, makam, şan, şöhret gibi basit menfaatlerle değiştirdiler.[6] Onların yaptıklarının ne denli kötü ve çirkin olduğunu Allah Teâlâ şu ayetle ortaya koydu: “Yaptıklarından ötürü sevinen, öbür taraftan yapmadıkları işlerden dolayı övülmek isteyen kimselerin sakın azaptan yakayı kurtaracaklarını sanma! Çünkü onlara o can yakıcı bir azap vardır.”[7]
İkinci grupta yer alanlar ise teslimiyet ve şükür sahibidirler. Zira bilirler ki sahip oldukları her şeyin esas sahibi Allah’tır.  O, dilediği zaman dilediği kadarıyla verir. İstediği zaman da verdiğini alır. Bu alıp vermelere karşı olması gereken tavrı – ki sabır ve şükür- gösterenler için müjdeler vardır.[8] Çünkü bilirler ve iman ederler ki “Allah, kendi yaptıkları şeyler nedeniyle bir toplumu cezalandırmaya karar verdi mi, hiç bir şey bunun önüne geçemez ve hiç kimse onları Allah’a karşı koruyamaz!”[9] Aynı zamanda başlarına gelen bütün musîbetlerin ve kazanacakları bütün nimet ve başarıların bir imtihan gereği olduğuna gönülden teslimiyet gösterirler. Böylece kaybettikleri güzel şeylere üzülüp yılgınlığa düşmezler ve Allah’ın kendilerine verdiği nimetler ve başarılarla  şımarmazlar.[10] Ve bilirler ki, bir şeyleri elde etmek istiyorlarsa sahip olduklarından bir şeyleri vermeleri-feda etmeleri gerekir. Bunun örneği “birr-iyilik-erdem” üzerinden şöyle verilir: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, asla iyiliğe ulaşamazsınız…”[11] Elde etmek için bazen elden çıkarmak gerekir. Uzun menziller ağır yüklerle yürünemez. Yüklerinizi azalttığınız oranda menzilinizde uzun mesafeler alırsınız. Dünyadan ahirete uzanan yolda takva, en hayırlı yük-azık[12] olarak nitelenmiştir. Zira dünya yükleri çoğu zaman ahiret yolculuğunda çakılıp kalmamıza ve o yüklerin altında ezilmemize neden olabilmektedir.
Bu dünyanın geçici nimetlerinin, insanlığı huzura ve ebedi mutluluğa kavuşturmada yeterli olamayacağını çoğu zaman unutanlara şu hatırlatma yapılır: “Eğer size verilen bir şeye sevinecekseniz Allah’ın size verdiği sonsuz lütuf ve rahmetine sevinin! Çünkü bu, dünyada bel bağlanılan ve toplanıp yığılan her şeyden daha hayırlıdır.”[13] Yani kurtuluşumuzu sağlayacak olan bize verilenlere sevinip bizden alınanlara üzülmemiz değil her halükarda hamd edebilme yeteneğini elde etmiş kalplere sahip olabilmemizdir. Belki de bu yüzden bize şu dua öğretildi:

“Ne malın-mülkün ne de çoluk çocuğun fayda etmyeceği, ancak tertemiz bir kalple Allah’ın huzuruna gelenlerin kurtulacağı ve insanların dirilecekleri o gün de beni utandırma-rezil etme…”[14]
Amin!

[1] Fâtır 35/2
[2] el-En’âm 6/44; el-Mü’min 40/73; er-Rûm 30/36
[3] el-Kasas 28/78
[4] en-Neml 27/40
[5] Buhari, “Tefsir”: 3/16
[6] Âl-i İmrân 3/187
[7] Âl-i İmrân 3/188
[8] el-Bakara 2/155-156
[9] er-Ra’d 13/11
[10] el-Hadid 57/23
[11] Âl-i İmrân 3/92
[12] el-Bakara 2/197
[13] Yûnus 10/58
[14] eş-Şuara 26/87-89