Hazım Sağıye
TT

İç savaştan nasıl kaçınırız? Thomas Hobbes'un cevabı

Pek çok fikri gelenek, siyaseti savaşa uygunluğuna göre değerlendirme eğilimindeyken, İngiliz geleneği, iyi siyaseti barışı sağlamaya bağladığı için benzersizdir. Esasında bu geleneğin temelini Katolik-Protestan iç savaşı atmıştır. İngiltere iç savaşına iki düşünür iki farklı cevap üretti ancak iki cevabın da tek derdi vardı: İç savaştan nasıl kaçınırız?
İki cevaptan biri Thomas Hobbes’undu. İngiltere’de iç savaş, öncülleri ve ardılları ile yaklaşık 10 yıl sürmüş ve 1649'da idam edilen Kral I. Charles dahil olmak üzere 200 bin kişinin canını almıştı. Son yılları, hem dini hem de sivil karakterli olan Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşlarının (1618-1648) son yıllarına denk gelmişti.
Şiddetten nefret eden ve iç savaşı tüm savaşların en kötüsü olarak gören Hobbes, bu tür eylemlerin tekrarlanmaması için tüm zihinsel enerjisini seferber etti. Bu amaçla 1651 yılında ‘Leviathan’ adlı kitabını yayınladı. Güçlü hükümdarı sembolize etmek için çok kollu bu efsanevi deniz yaratığının adını kullandı.
Leviathan’ın yayınlanışı, 17. yüzyılda Avrupa'da meydana gelen düşünce savaşlarıyla da çakıştı. Çünkü yaşanan savaşlara rağmen, eski rejimlerin çöküşüne ve yenilerinin ortaya çıkışına tanık olduğu için, bu dönem düşünceler açısından zengindi. ‘Kralların Tanrısal hakkı’ teorisine gelince, o zamanın düşünürlerinin sorgulamaya başladıkları konulardan biriydi.
Hobbes, kıtada doğa bilimlerinin yükselişiyle yakından ilişkiliydi. Galileo ve Descartes'ı kişisel olarak tanıyordu ve daha sonra Descartes ile fikir ayrılığı yaşasa da ikisinden etkilendi. Yıllarca Francis Bacon'ın sekreteri olarak çalıştı ve ‘doğanın mekanik işleyişi kavramı’ şeklinde tanımlanan siyaset teorisi, bu bilimsel değişimle bağlantılıydı. 13. yüzyılda yaşayan Thomas Aquinas'a kadar uzanan bir akım olan ve belli nitelikleriyle Aristoteles felsefesi ile Hristiyan inancını uzlaştıran Skolastisizm tartışmasına o da katıldı.
Hobbes, ‘Tanrısal hak’ teorisine inanmasa da, yöneten ile yönetilenler arasındaki ‘toplum sözleşmesi’ olarak anılmaya başlanan şey, yine devrimlere ve kaosa neden olabileceği için onu da korkuttu. Bu yüzden Leviathan’da toplum sözleşmesi ile otoriteye boyun eğme ilkesini birleştirmeye çalışır ve okuyucusunu ‘doğa durumu’ dediği, yönetimin ve yöneticilerin varlığından önceki zamana götürür. O zamanlar hayat ‘tecrit edilmiş, fakir, lanetlenmiş, acımasız ve kısadır.’ Kendi haline bırakılmış insanlar, aralarındaki karşılıklı güven eksikliğinden kaynaklanan bir çatışmanın içine düşmüşlerdi. Hobbes; bu nedenle yolculuğa çıkan yanına silah alma, uyuyan evinin kapısını kapatma, değerli eşyası olan bunu saklama ihtiyacı duymaz mıydı, diye sorar. Çünkü ya açgözlülükten ya da sahibini güvenliğini sağlama konusunda takıntılı hale getiren yetersizlikten (diffidence) ya da zafer ve üstün gelme arayışından kaynaklanan rekabet nedeniyle insan insanın kurdudur. Bunların hepsi ‘herkesin herkese karşı savaşına’ yol açar. Ötekinden ve doğa durumundan kaynaklanan kaostan duyulan bu korku, ilk atalarımızı yönetimler kurmaya iten şeydi. Bu, gönüllüğü nedeniyle ‘toplum sözleşmesi’ne benzer bir eylemdi, ama aynı zamanda insanları tek başına doğa durumundan çıkaran güçlü bir otoriteye de bağlanmıştı. Bu nedenle, yönetilenler krala karşı tüm haklarından tenezzül etmeliydiler. Tek bir hak bundan müstesnaydı; yaşam haklarının tehdit edilmesi ve bu, ihlal edilmesi halinde homurdanmaya değer bir haktı. Ancak, ‘her insan ve komşusu arasındaki sonsuz savaştan’ kaçınmak için, yönetilenler hapis cezası veya vergi ödemek gibi diğer tüm eziyetlere müsamaha göstermeliydiler.
Hobbes’e göre kral yanılmaz değildir çünkü ‘insanlarla ilgili işlere mutlaka bazı sıkıntılar eşlik etmelidir.’ Ancak bu durumda halk da masum değildir çünkü ‘insanlar kendilerini kontrol edebilselerdi, genel bir zorlayıcı güce gerek kalmazdı.’
Böylece Hobbes, ‘itaat karşılığında koruma’, doğa durumundan duyulan korkuyu, tebaasını bu durumdan tek başına çıkaracak güçlü bir kralla yapılan bir sözleşmeye dönüştürme denklemini ortaya atar. Zira bir insanın hayatındaki en önemli şey, yaşamaya devam etmektir ve ölmeye değer hiçbir şey yoktur, dolayısıyla onun için öldürmeye değer hiçbir şey de yoktur. Eksiksiz mutluluğa gelince, Skolastiklerin aksine, Hobbes’a göre mevcut değildir, çünkü yaşam, ancak ölümün durdurabildiği sürekli bir sahip olma arzusudur. Aristoteles'in, insanın doğası gereği politik bir hayvan olduğu ve doğal olarak içinde gelişebileceği ve insanlığını tamamlayabileceği bir grup oluşturma eğiliminde olduğu görüşünün aksine, Hobbes, doğada bizi siyasi bir grup oluşturmaya iten o cömertliği görmez. Ona göre siyasi bir grup oluşturmak istiyorsak, bunun anahtarı doğaya karşı mücadele etmektir, onunla uzlaşmak değil.
Hobbes, insanları ideal durumlarından, yani Cennet'ten yoksun bırakanın günah olduğunu savunduğu için üstü kapalı olarak İncil’e de itiraz eder. Leviathan'ın sahibinin bıraktığı zıt izlenim, günahla ya da günahsız, doğa halimizde sefil ve vahşi olduğumuz yönündedir. Sözlüğündeki iç savaşla ilgili nitelemelere gelince, önümüzdeki ufku tamamen kapatmak için yeterli. Ona göre iç savaş açık bir şiddetle devam etmediğinde gizli bir şiddet deposu, hayatlarımızın sessiz yüzeyinin altında her zaman homurdanan karşılıklı bir şiddetle ihtiyatlı olma durumudur. Ne zaman geçmişin bir parçası haline gelmiş gibi görünse, şimdinin kalbine yerleşmek için geri döner. Uygarlaşma, kentleşme, sanayi, ticaret, bilgi, sanat, edebiyat açısından gelişme potansiyelini ortadan kaldırır.
Hobbes birçok sert eleştiriye maruz kaldı. Bazıları ona istibdatın savunucusu, insanları kötüleyen, doğalarına karşı kötümser tutumu ya da özgürlük özlemlerini inkar ettiği için onların haysiyetlerini yaralayan biri dedi. Hannah Arendt onu emperyalist ve ‘totaliter bilincin erken bir temsilcisi’ olarak sundu. Ancak onu savunanlar, onun siyasetin laikleşmesinde bizi ileriye taşıdığını, bireylerin ruhlarını değil, canlarını yönetim ve yönetenin birincil hedefi haline getirdiğini düşünüyorlar. Bireylerin özgürlüklerini de amaç edindiğini, ancak onun prensiplerinde güçlü yönetimin, bireysel özgürlüğün tek garantisi olarak kaldığını düşünenler de var. Bu anlamda, yorumcularından birine göre Hobbes, ‘nefret edilesi olsa da modern liberalizmin gizli atalarından biridir.’ Aynı şekilde adaleti ve hukuku doğa ilkelerinin değil, insan emeğinin bir ürünü olarak görmekte onu öncü sayanların yanı sıra, düşüncesinin modernistlerin saflığını ve liberallerin iyimserliğini sınırlayan bir karşı çıkış taşıdığını söyleyerek onu övenler de bulunuyor.
Büyük olasılıkla, bu görüşlerin hepsinde bir gerçeklik payı var. Bununla birlikte, zarif bir dille formüle edilmiş teorisinde itici ve çekici olmayan bir şeyler de var. Hele de insanoğlunun en kötü yanlarından bazılarının altını çizip bu kötülükleri ebedileştirerek okuruna teslim ol dediği için. Teorisi her halükarda ve iç savaşlarla mücadele eden ülkelerdeki cazibesinin gücüne rağmen, bizi geçerliliğini pek çok kanıttan alan bir soruyla baş başa bırakıyor: Leviathan'ın kendisinin bir savaş kaynağı olmadığının garantisi nedir?