Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Bize benzeyen İsrail

Arap dünyasında ve genel olarak Ortadoğu'da, yönetim sistemi cumhuriyet olan ya da halk seçimleri mekanizması ile parlamenter monarşi olan devletler bulunuyor. Çoğu durumda sonuçlar önceden kararlaştırılmış olmasına rağmen, bu ülkelerdeki cumhurbaşkanlığı veya parlamento seçimleri gibi demokrasi ritüellerini takip etmeye alışkınız. Ancak bu, bölgedeki çoğu ülke tarafından uygulanan, dürüst ve adil bir tercih olarak öne çıktığını iddia ettikleri bir tür demokrasi.
Merhum Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır monarşilere düşmandı ve onları gericilikle damgalamıştı. Onlara düşmanca davranmaktan çekinmemiş, seçim programları ve halk oylaması imkânı yoluyla bu rejimlerin daha adil olduğunu ileri sürerek, Arap dünyasında bu rejimleri devirmek ve cumhuriyetçi rejimleri teşvik etmek için tüm medya ve askeri gücüyle müdahalelerde bulunmuştu. Ancak gerçek şu ki, demokrasi halk tarafından seçilmiş bir çoğunluk yönetimine dayanır ve formalitede üç erki, yani yargı, yasama ve yürütmeyi birbirinden ayırır. Formalitede dedik çünkü seçimlerin kazananı devletini değil, kişisel olarak veya hükümet kurumlarındaki güç birleşimlerini kontrol etmek, iş adamları ve etkili kişilerle ilişkiler kurmak yoluyla partisinin uzun yıllar iktidarda kalmasını garanti edecek siyasi tabanını inşa eder. En tehlikelisi de liderin ya da iktidar partisinin esas olarak Anayasa Mahkemesi tarafından temsil edilen yargı sistemini kontrol altına almaya çalışmasıdır.
Dolayısıyla Ortadoğu'da ve Arap dünyasında başarılı bir demokrasi modeli yoktur. En müreffeh ve istikrarlı ülkeler, kral veya sultanın hâlâ devlet yönetiminde esas referans olduğu ülkelerdir.
Bu kuralın bir istisnası olan İsrail, dünyaya bölgedeki tek gerçek demokrasi olduğunu söyleyerek övünüyordu. Arapların işgal dediği şeyin, herkese seçme ve oy kullanma fırsatı veren ve böylece yüksek düzeyde bir sosyal adalet sağlayan demokratik bir yönetim sistemi olduğunu söylüyordu. 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşundan itibaren sarsıntılı, siyasi sistemleri istikrarsız, yolsuzluktan muzdarip bir bölgeye giriş yapmış, kendine özgü bir siyasi sistemi olduğu imasıyla itibarını parlatıyordu. Ancak bu yılın başından itibaren İsrail'de patlak veren olaylarla birlikte sahnenin artık bir başka okuması daha var.
Siyasi çalışmalar konusunda uzun deneyime sahip biri olan Başbakan Binyamin Netanyahu, gençliğinden beri İsrail'de siyasi ve askeri yönetim pozisyonlarını işgal etmesini sağlayan bir karizmaya sahip. Altı kez başbakan oldu ki bu başarısının İsrail Devleti'nin kuruluşundan bu yana bir benzeri yok. Her seferinde de rakipleriyle çetin bir mücadeleden sonra ve İsraillilerin düşmanlarından, özellikle de "Hamas", "İslami Cihat" hareketleri ile Lübnan'daki "Hizbullah"tan duydukları korkudan yararlanarak zafer kazandı. Bunlar gerçek düşman olsalar da Netanyahu, gerçek durumu abartarak İsrail sokağını daha çok korkutuyor ve güvenliği sağlayabilecek, düşmanların kötülüklerini püskürtebilecek tek kişi olduğunu iddia ediyordu. Tarihsel verilere ve siyasi olaylara göre güvenlik kartı her zaman kazandırırdı, bu yüzden Filistinlilerle barış anlaşması yapma girişimlerine karşı bile bu karta bağlı kaldı. Resmi anlamak için başına geçtiği ilk hükümetin, barış adamı İzak Rabin'in öldürülmesinden sonra kurulduğunu hatırlamak yeterli. Netanyahu, İsraillilere Araplarla barışın boş bir hayal ve tek çarelerinin güçlü olmak olduğunu anlatmak için Rabin suikastından yararlandı.
Güçlü ve inatçı Netanyahu, küstahlıkta o kadar ileri gitti ki, kendisine yöneltilen yolsuzluk suçlamaları nedeniyle görevinden alınmaya veya yargılanmaya karşı korunmak amacıyla, hükümet lehine zayıflatmak için yargı erkine müdahale etti. Dayatmaya çalıştığı yargı reformu tasarısı, öncelikle kişisel olarak onu korumayı ve hesap verme kaygısı taşımadan iktidarda kalmasını sağlamayı amaçlıyordu. Tasarı, İsrail sokaklarında benzeri görülmemiş bir protesto dalgasına neden oldu. Yüz binlerce protestocu sokaklara dökülerek, Netanyahu'ya demokrasiyi ve yargı sistemine dokunmanın tehlikesini hatırlatan sloganlar attı. Gerçek şu ki, yargı devletin onuru ve şerefidir ve ona dokunmak her ne sebeple olursa olsun devletin kutsallığının ve egemenliğinin ihlalidir. Bugün Netanyahu'nun karşı karşıya olduğu en tehlikeli şey sadece sokaklardaki protestocular değil, her zaman sırtını yasladığı ordunun öfkesidir. Savunma Bakanı bile yargı reformu taslağını kabul etmedi, Netanyahu da sinirlenip onu görevden aldı. Bugün halk ve hükümet olarak İsrail, hükümetin yargıçları atamasına olanak tanıyan ve savcıların rolünü marjinalleştiren yargı reformu tasarısı nedeniyle bölünmüş durumda. İsrail'de olup bitenler, demokrasiyi can evinden vurmaktır ve geçmişte İsrail medyasının Arap bölgesi demokrasileriyle ilgili yaptıkları ironilerin, bugün İsrail Devleti için geçerli olduğunu görüyoruz. İsrail, demokrasisi kusurlu olan ülkeler gibi mi oldu? İnatçı Netanyahu, meslek odalarının çalışmalarını sekteye uğratan, dolayısıyla ekonomik faaliyetleri sekteye uğratan tüm bu reformlardan geri adım atacak mı?
Bana göre Netanyahu'nun başına gelenler kişisel bir durum ve kendisini destekleyen sesleri konsolide etme çabası, siyasi tarihine yakışmayan bir son korkusundan kaynaklanıyor. Netanyahu son olarak daha ziyade bir milis gücüne benzeyen, başbakanın talimatları dışında hiçbir kurala tabi olmayan, Ulusal Muhafız adı altında bir askeri güç kurmaya kalkıştı. Ulusal Muhafız gücü, kendisinin iddia ettiği gibi Filistinlilere karşı bir koruma gücü değil, başta yargı sistemi ve siyasi muhalifleri olmak üzere Netanyahu'nun iktidarda kalmasını etkileyecek herhangi bir oluşum ve kişiliğe karşı onu koruyacak bir güç.
Sonuç olarak, Netanyahu demokrasisinin bölgemizdeki demokrasilerden farkı yok; sloganlar iktidara ulaşmayı, icraatlar da orada kalmayı garanti ediyor.