Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Sudan'ın kanlı bayramı

Bu yıl Sudan'ın bayramı, ramazan ayının son 10 gününde patlak veren iç çatışma ve iç savaş belirtileri neticesinde kırmızı ve kanlı geçiyor. Silah arkadaşlarının çarpışması herkesi şaşırttı, ama bu, Beşir'in köktendinci İhvan (Müslüman Kardeşler) rejimi sonrası Sudan'da yaşanan olayların, birikimlerin, askeri ve siyasi yapılanmanın doğal bir sonucuydu.
‘Sahvanın (uyanış) sonu’ teorisi severleri, şuna ikna olmakta ve yaymakta bir beis görmüyorlar; ülkeye ve halka 30 yıl hakim olmuş köktendinci İhvan rejimi bir anda ortadan kalktı ve artık eğitim, toplum, ister ordu, isterse Hızlı Destek Kuvvetleri olsun silahlı kuvvetler veya diğer güvenlik güçleri içinde ondan eser kalmadı. Bu, anlamayı ve açıklamayı amaçlayan bir analiz veya tutarlılık arayan herhangi bir görüşün önünde büyük bir engel.
İnsan hafızası, zamana ve mekana yayılan koyu karanlık iç savaş dönemlerini biriktirir. İç savaşların hepsi, zamanı ve mekanı ne olursa olsun, iyilik getirmeyen, zafer kazandırmayan saf kötülüktür. Zaferleri yenilgi, böbürlenmeleri ise trajedidir. Sudan, bu tür iç savaş örnekleriyle dolu uzun bir geçmişe sahip. Özellikle güneyindeki iç savaş bölgenin ayrıldığı ve bağımsız Güney Sudan devletinin deklare edildiği ana kadar yaklaşık yarım asır sürdü. Sudan’ın doğusunda, Darfur'da da Hızlı Destek Kuvvetlerinin dayandığı Cancavid milislerinin katıldığı bir başka iç savaş yaşandı. Bunların hepsi birbirinden uzak çalkantılı tarihi anlarda yaşandı. Ne var ki bugünkü savaşın işaretleri uzak ya da gelişmemiş bölgelerde değil, başkent Hartum'da, ülkenin merkezinde ve kuzeyinde görülüyor.
İç savaşlardaki zehirli reçetelerden biri, kaosa organize bir şekilde yatırım yapmak, yaratmak, yönetmek, kartları karıştırmaya ve güç denklemlerini değiştirmeye muktedir bir silah olarak ona güvenmektir. Bu, tarafların her zaman sonuçlarını kontrol edebileceklerini ve yönetebileceklerini düşündükleri bir şeydir ve bu hesap her zaman yanlış ve sonuçları felaket olmuştur.
Sudan'da tereddütle ilan edilen ve ihlali devam eden ateşkesin amacı çoğu zaman siyasi çıkış yolu aramak değil. Daha ziyade, nefes almak, safları düzenlemek, mevzileri güçlendirmek için bir fırsattır, silahlı askeri gruplar arasındaki vur-kaç operasyonlarının bir parçasıdır. Tarihin mantığı ve insan doğası, kendisine, silahlarına ve hareket mekanizmalarına güvenen askeri liderlerin, aynı ülkeden ve aynı halktan gelen diğer güçlerle sadece onları tam bir yenilgi ve tam bir kayba zorlamak dışında barış yapmadıklarını gösteriyor. Tarihin mantığı ve insan doğası, tam bir anlaşma ve kalıcı barış ile sonuçlanacak gerçek bir uzlaşma konusunda iyimserliğe fazla yer bırakmıyor.
Sudan'da olup bitenler bu bağlamın dışında değil ve bölgesel, küresel dış faktörler, aktif ve etkili bir üçüncü iç taraf oluşturmak için müdahale etmedikçe, onu desteklemedikçe ve güçlendirmedikçe, yaşananlar bir süre daha devam edecek. Olayların patlak vermesinden yaklaşık bir hafta sonra, bölgesel ve uluslararası tüm göstergeler, ülkelerin çözümün yakın olmadığı ve sorunun devam ettiği kanaatinde olduğuna işaret ediyor. Artan ve güçlenen bir bölgesel ve küresel uygulama niteliği kazanan vatandaşları tahliye etme düzenlemeleri, acı verici ve sevimli olmasa da bu gerçeğe açıkça işaret ediyor.
Ordu, her zaman sivilleri yenecek güçtedir ve silahlı askeri çatışmalar sivilleri etkisiz hale getirir, çünkü hiçbir ses savaşın sesinden daha yüksek olmadığından siyasi süreci boşa çıkarır. Silahlar, tüfekler, toplar ve füzeler gibi savaşın sesleri arasında görüş alışverişine veya yarı çözümlere yer yok. Dolayısıyla Sudan'daki silahlı grupların yakın geçmişteki silah arkadaşlarından ‘düşman’ olarak bahsettikleri, bu tanıma çok çabuk adapte olabildikleri kolayca görülebilir. Siyasi güçlerse, hararetli koşulların doğası gereği marjinalize edilir ve etkisiz hale gelirler.
Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte olayların, elitlerin literatür ve ikiyüzlülüğünün müjdelediği aktivistler ve devrimci gençler, diğer ülkelerdeki aktivistler ve devrimci gençler gibi kenarın kenarında kaldılar. Herhangi bir etkiye sahip olmaktan uzak tutuldular. Niyetlerin saflığına, ilkelerin arılığına, rüyaların güzelliğine rağmen, aktivist ve gençlerin, rakiplerine saldırmak veya kaos yaratmak için onları istedikleri gibi hareket ettiren başkalarının elindeki araçlar oldukları kanıtlandı. Detayları bilmek isteyenler, o kara baharın kaosundan etkilenen tüm ülkeleri ve o gençlerin sembollerine ne olduğunu ve nasıl bir duruma geldiklerini karşılaştırsınlar. Kısa olmayan bir süre önce Sudan bölgesel ve uluslararası müdahalelerle talan edilmişti. Sudan bölgesel ve uluslararası alanda önemli ülkelere askeri üsler teklif ediyordu ve bu durum, krizden sonra da devam etti. Ama ülkeler hayır kurumları değildir, aksine çıkarlarını her yerde ve her şekilde inşa etmeye çalışırlar. Uluslararası toplum, kendi çıkarları ve emelleri olan devletler tarafından yönetilir. Bu nedenle, herkesin krizden güvenli çıkış yolları düşündüğünü, Sudan devletinin ve Sudan halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuğunu düşünmek, kendini aklama ve vicdanını rahatlatma amacı dışında, yararsız ve faydasız bir hüsnükuruntudur. Politik analiz ve gerçekçi okumayla kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur.
Beşir rejiminin bölgesel ve küresel ülkelerden, partiler ve gruplara kadar 30 yıllık müttefikleri, aniden ortadan kaybolmadılar ve tam bir yenilgiyi kabul etmediler. Sudan içinde ve bazı Sudanlıların eliyle nüfuzlarının ve çıkarlarının bir kısmını yeniden kazanma fırsatı bekliyorlardı. Fırsat onlara altın bir tepside ve mümkün olan en iyi biçimde, yani silahlı ve kanlı bir iç savaşla geldi.
Sudanlı ve Arap yeni nesiller ve siyaset bilimciler, olup bitenlerin çirkinliğinden uzakta, bir sonraki aşamada, ister Sudan'ın içinde ve tarafları arasındaki açıklamalar, politikalar ve tutumlarda, isterse Sudan'ın dışında ve ona yönelik uluslararası pozisyonlarda olsun, gerçekleşecek değişimleri ve dalgalanmaları gözlemleyebilirler. Soğuk rasyonel ve gerçekçi düşünmenin, doğal insan yapısının bir parçası olan coşkun insani duygulara nispeten, anlamak ve özümsemekte daha uygun olduğu bilgisini deneyim yoluyla oluşturmaktaki bocalamaları takip edebilirler. Ancak bu resmin tamamı değil.
Bölgedeki başarılı kalkınma deneyimleriyle karşılaştırmalardan uzak duruyoruz ve Sudan'ın tarihinde karşı karşıya kaldığı büyük zorlukların bilincindeyiz. Bununla birlikte, ‘Ruanda kalkınma’ deneyiminin, koşulları, verileri ve kompleksleri açısından - örtüştükleri yanılsamasını reddettiğimizin altını çizerek- Sudan deneyimine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Ruanda, övgüyü hak eden bir kalkınma ile soykırım ve katliamlar ülkesinden modern bir ülke olmaya geçiş yaptı. Gelecekte Sudan da, kendi bağlamı, halkının doğası, demografik ve siyasi yapısı çerçevesinde bu deneyimden yararlanabilir.
Son olarak, Sudanlı seçkinler, yarardan çok zarar vermiş sloganlardan uzak, toplum için kalkınma ve istikrarın önemine odaklanan yeni öncelikler oluşturabilirler. Sudan tarihi bunun en iyi tanığıdır.