Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

İslamcıların buluşmasına dair bir söz

Araştırma dünyasında “uyanış”, İhvan-i Müslimin (Müslüman Kardeşler) ve Selefilik içinden çıkan bir unsur olarak biliniyorsa da Şiilerin de uyanışı var. Amerikalı akademisyen ve siyasetçi Veli Nasr’ın “Şiilerin Uyanışı” adlı kitabı, örgütsel temelleri bakımından Sünni dünyanın uyanış yönündeki devrimiyle buluşan devrimci düşünceye geniş başlıklar ayırmış. İki taraf arasındaki buluşmanın uzun bir tarihi var. Bu konu üzerine, Abbas Hame Yar’a ait “İran ve İhvan-ı Müslimin: Buluşma ve Ayrışma Etkenleri Üzerine Bir Araştırma” ile Muhammed Said Rasas’a ait “İhvan ve İran” gibi pek çok kitap da yazılmış.
Ancak yakın zamanda okuduğum bir kitap, yukarıda adı geçenlerin içermediği bazı noktalar hakkında bilgiler veriyor. Dubai’deki Çalışma ve Araştırma Merkezi’nin aylık kitap serisine dahil “Kutubcu Şiiler” kitabını kastediyorum.
Yazım heyeti bu kitabın en büyük iki hareketin, yani Mısır’daki Müslüman Kardeşler ile İran’daki Humeynicilerin dayandığı tarihsel bağlamları, kavramsal çerçeveleri, temel metinleri ve ideolojik kesişmeleri inceleme ihtiyacıyla yazıldığını söylemiş. El-Misbar Merkezi, siyasi İslam’ın iki kanadı olan İhvancılıkla İranlı Humeyniciliği’ni ele aldığı kitap serisine devam ediyor ve çalışmalar, iki taraf arasındaki yakınlaşmanın sınırlarını ortaya koyuyor. Ayrıca, radikal söylemin doğasındaki ortak bilgi tabanlarının birliğini izliyor ve ideolojik metinleri özellikle hâkimiyet teorisi, din ve devlet arasındaki ilişki, siyasi ve pratik yol açısından analiz ediyor. Benimsenen karşılaştırmalı bakış açısı da en büyük iki İslamcı hareket arasındaki en bariz birleşme ve ayrışma noktalarını ortaya koyuyor.
Bu önemli kitabın en önemli araştırmasının bir özetini sunacağım:
Bahreynli araştırmacı Abbas el-Mürşid kitapta, Müslüman Kardeşler ile İran’daki Şii İslamcı hareket arasındaki ilişkinin üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, bu tarihî ilişkinin ne tarafların doğası ne de benimsedikleri üslup bakımından tek bir tarzda ilerlediğini söylüyor. Zira bu ilişki, bazen belirsizlik, bazen düşmanlık, bazen de ikiyüzlülükle kuşatılmış. Araştırmacıya göre bu ilişki, iniş çıkışlara sahne oldu ve peş peşe yaşanan siyasi gelişmeler ilişkinin doğasını etkiledi. Ancak gelişmesine bakılırsa iki tarafın da tam bir kopuştan kaçındığı ortada. Üstelik devrim statüsünden devlet statüsüne (veya iktidarı devralma ya da bir ölçüde ortak olma durumuna) geçiş de ulusalcılığın ötesine geçen bu “aşkın” ilişkinin güçlenmesine yol açtı.  
İslam mirası ve İslam felsefesi alanında uzman ayrıca el-Misbar Çalışma ve Araştırma Merkezi’nde yayın kurulu üyesi Iraklı araştırmacı Reşid el-Hayyun da Müslüman Kardeşler ile (1995’te idam edilen) Nevvab Safevi liderliğindeki İslam Fedaileri hareketi arasındaki yazılmamış ilişkiyi ele alıyor. Hayyun, o dönemde Iraklı İhvan’a bağlı kişilerden olup, araştırmacının bizzat görüştüğü Şeyh Maan Şena el-İcli aracılığıyla bu olayın detaylarına işaret ediyor. Araştırmacı bu konuyu Şeyh İcli ve Safevi’nin tarifleriyle sunuyor, sonra da Irak’taki Müslüman Kardeşler ve Hizbu’t-Tahrir ile Şii “İslamcı Gençler” arasındaki iletişimden neler sağlandığını gözden geçiriyor. Şeyh İcli’nin, “Açık Sözde Doğru Düşünce” adlı kitabının “Pehlevi Tahtını Parçalayan Şey” başlıklı bölümünde yazdıklarına, Bağdat’taki İslamcı Kardeşlik Derneği’nde ve Safevi’nin idamından üç ay sonra Müslüman Kardeşler Evi’nde yaptığı uzun bir konuşmaya dikkat çekiyor. Araştırmacıya göre bu olayın Müslüman Kardeşler’in kitaplarında ve tarihlerinde yer almaması garip. Zira dernekteki o konferansa katılanların -hepsi değilse de- büyük bir çoğunluğunun Müslüman Kardeşler cemaatine mensup oldukları kesin.
Ummanlı araştırmacı Ahmed el-İsmaili ise çalışmasında Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in dönüşümünün bağlamlarını analiz ediyor. İki hareketin devrimci İslam üretiminde benimsediği ve söylemin doğası ile siyasi ve toplumsal ritimlerin her ikisine de dayattığı oluşum bağlamlarıyla ilgili bilgi temelli yaklaşımları sunuyor. Sonra da siyasi İslam’ın üretim doğası ve bağlamlarına odaklanan üç tezi tartışıyor. Bu tezlerin ilki, her iki hareketin de devrimci söyleminin doğasıyla ilgili. Burada devrimci İslam’ın, sosyal bir olgu olarak yoksulluk ve siyasi bir olgu olarak diktatörlük batağından çıkmaya susamış kalabalıkları çekmek için kullandığı kavramlar ağına odaklanıyor. Bu, devrimci İslam söyleminin dilsel yapılarını irdelemekle ilgilenen bir problem. Araştırmacı daha sonra bu iki hareketin geçirdiği siyasi ve toplumsal dönüşümün bağlamlarını ve bu hareketlerin diğer devrimci hareketlerle, siyasi merkeziyetçilikle ve küresel meselelerle ilişkilerini izleyip analiz ediyor. Bunun yanı sıra, bu iki hareketin sembollerinin siyasi çatışma dairelerindeki diğer tarafları kuşatabilme yeteneğini de ele alıyor. Araştırmacı, iki hareketin devrimci İslam üretiminin sonuçlarına ve neden İran’da başarılı olup da Mısır’da başarısız olduğuna dair bir vizyon da ortaya koyuyor. Ayrıca ona göre radikal İslam, ancak yoksulluk, cehalet ve adaletsizliğe batmış, kaotik çelişkilerle dolu toplumsal alanlarda ve özgürlükleri, adaleti ve eşitliği boğan; baskıya, zulme ve yolsuzluğa bulaşmış siyasi rejimlerin hüküm sürdüğü bir ortamda ortaya çıkabilir. Arap yurdunda ve genel olarak İslam topraklarında devrimci İslamların üretimine zemin hazırlayan iklim budur. Böyle bir iklim olmadan bu tür radikal İslamların kurulması mümkün değildir; çünkü kendi alanını inşa etmek için gerekli besini bulamaz.
Bu noktada şunu eklemek isterim: “Kutubcu Şiilerin” karşısında “Sünni Humeyniciler” var. Bu, İslamcı cemaatlerin dinamik fikirleri alanında incelenmesi gereken bir meseledir. Hiç şüphesiz iki hareket arasındaki fikrî alışverişin, modern çağda radikal ideolojinin oluşumu üzerinde etkisi ve yankısı vardır ve bu yüzden uzun bir konudur.