Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Acımasızlık, merak ve tutku

Olay yıllar önce yaşandı. Bağdat'tan dönmüş ve başbakan Nuri el-Maliki ile yaptığım röportajı yayınlamıştım. Irak zorlu bir savaşa saplanmıştı ve Maliki adı, muhalifleri için kışkırtıcıydı. Telefon çaldı ve arayan kişi hemen: "Nasıl olur da Gassan Şerbil’in Bağdat’ı gezme hakkı olur da benim ülkemi ziyaret etme hakkım olmaz?” diye sordu.  Şaka yollu cevap verdim: “Nedeni belki (Baas) yönetimi sırasında Ulusal Muhafız komutanı olmamamdır. Savaş uçaklarımla Abdulkerim Kasım'ın kalesini ve ondan sonra da Abdusselam Arif'in cumhurbaşkanlığı sarayındaki ofisini hedef almamamdır. Dahası, Nihaye Sarayı’nda yaşanan dehşet, komünistlerin ve diğerlerinin öldürülmesiyle hiçbir ilgim olmamamdır.”

Adam biraz sustu sonra dedi ki: "Sonuçta beni engelleyen Maliki değil. Bağdat'ı ziyaret etmeme engel olan aslında (İranlı General) Kasım Süleymani. Bir bölümüyle Irak'ın tarihsel özelliklerini değiştirmeyi amaçlayan Baas'tan arındırma prosedürleri kapsamında olduğum için ülkemi ziyaret edemiyorum.” Hikayesini anlatması için onu ikna etmeye çalıştığımı hissetti. Ama bundan uzak durdu.

Adamla telefon ilişkim yıllar önce başlamıştı. Bir gün, 1963'te Baas’ı iktidara taşıyan ve o tarihten itibaren, sığındıkları başkentlerde muhaliflerini bulan Saddam'ın kurşunlarından korunmak için sessizliğini koruyan Hazım Cevad ile uzun bir röportajımı yayınlamıştım. Telefon çaldı. Kiminle görüşüyorum diye sordum. Arayan “Birazdan öğreneceksin. Öncelikle şunu sormak istiyorum, Hazım'ı müzmin sessizliğini bozmaya nasıl ikna ettin?” dedi. Bitkin olduğunu ve ikna sürecinin yaklaşık on seans sürdüğünü söyledim. Dedi ki: “Senin bir yazını okudum, benim acımasız arkadaşlarımdan bahsediyordun ve isimleri kanlı dönemlerle, askeri veya istihbarat operasyonlarıyla anılan adamları kastediyordun. Senin arkadaşların benimkinden daha az acımasız.” Ona arkadaşlarının kim olduklarını sordum, şöyle cevap verdi: "Ahmed Hasan el-Bekir, Saddam Hüseyin, Nazım Kazar, Salih Mehdi Ammaş, Hardan el-Tikriti, Hazım Cevad, Ali Salih el-Sadi. Bunlara Emin el-Hafız ve Hafız Esed’i de ekleyebilirsin.” Gerçekten büyük bir avla karşı karşıya olduğumu hissettim.

İspanya'da yaşayan adama birlikte kahve içip içemeyeceğimizi sordum. Cevap verdi: “Ben askerim ve açık sözlüyüm. İki karar verdim; birincisi seninle iletişime geçmek, ikincisi seninle buluşmamak. Lütfen beni anla, çalışmalarını takip ediyor ve gazetecilik çabalarını takdir ediyorum. Ancak buluşmamız beni konuşmaya itebilir ve bu da insanların ölmesine neden olabilir. Benimle çalışan insanlara zarar verebilir.” Verdiği cevaptan rahatsız olduğumu anlayınca ekledi: “Ne zaman istersen telefonda görüşebiliriz. Beni Irak meseleleri konusunda bir danışman say, ama seninle görüşemeyeceğim için özürlerimi kabul et.”

Adamla 10 yıldan fazla bir süre telefon görüşmeleri üzerinden devam eden bir ilişkimiz oldu. Bir gün telefonum çaldı ve açtığımda konuşan oydu. Nerede olduğumu sordu.

 Ben de yolculukta ve Londra dışında olduğumu söyledim. Güldü ve şöyle dedi: “Konuşmama kararımı bozmadan bir kez de olsa seninle görüşüp elini sıkayım dedim. Londra'dayım ve iki gün içinde ayrılacağım.” Adam bu dünyadan göçtü ve biz hiç görüşmedik. "Sırlarımı benimle birlikte büyük olasılıkla Irak dışında olacak mezarıma götüreceğim” diyen adama bunu yapmasına izin verdiğim için hâlâ kendimi suçluyorum. Bahsi geçen kişi Irak Baas Partisi tarihinde hassas ve zorlu bir isme sahip Munzir el-Vandavi’dir.

Bir gün bir Arap liderle yaptığım bir röportajı yayınladım. Vandavi aradı: “Madem karar vericilerle röportaj yapıyorsun, neden terörist, aranan veya istihbaratın kara kutusu denilen kişilerle röportaj yapmakta ısrar ediyorsun? Bu dünya acı ve hayal kırıklığı duyguları uyandırıyor. Kurbanların ailelerinin anılarını canlandırıyor” dedi. Cevabım, “gazetecilik karanlık alanları keşfetmekten hoşlanır, hem sonra bu kişiler ofiste değil sahada çalışmanın keyif verdiği bir mesleğin ilgi dairesine giriyorlar” dedim.

Sır sahiplerinin konuşmalarında inkar edilemez bir acımasızlık vardır. Babasını kimin ve nasıl öldürdüğünü açıkladığı için okuyucunun yaralarını yeniden kanatabilir. Bir varlık, ekip veya kurumu zorda bırakabilir. Ancak dikkat çekici ülkelerde gerçek genellikle acı vericidir. Gazetecilikse aslında bir merak ve tutku hikayesidir.