Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Cidde’de umut var mı?

Bugün Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz kıyısındaki şehri Cidde’de Arap ülkelerinin rekor katılımıyla Arap Zirvesi yapılacak.  

Zirvede Arap liderlerin masasında zorlu ve “pratik” gündemler bulunuyor. Suudi Arabistan ise misafirperverliğin ötesine geçip Arap dünyasının siyasi yol haritasını planlamak için ev sahipliği yapıyor.

Suudi Arabistan bugün, Cidde Zirvesi’nin başlığında da olduğu gibi “Arapları birleştirme” girişiminde olağanüstü maddi manevi imkânlarını kullanıp elinden geldiğince sebat ederek Arap siyasetine liderlik ediyor.

Arap meclisinin önüne konmuş pek çok önemli mesele ve çıkmaz var. Bunların en sonuncusu Sudan’daki yangın. Suudi Arabistan, ortaklarıyla birlikte önce bu yangını söndürmeye, sonra da Sudan gemisini sakin bir limana doğru yüzdüren barışçıl bir siyasi rota belirlemeye çalışıyor.

Yemen, Lübnan, Libya ki onun ne olduğunu Allah bilir, Somali ve Irak gibi başka sorunlar da var.

Her bir meselede, her bir düğümü ayrı ayrı çözmek için tek bir çabaya değil, çabalara ihtiyaç var. Bu, bugün Riyad’ın kaderi ve hiçbir Arap başkenti de bunu hafife almıyor.

Nitekim izleyicileri memnun eden bir Arap gerçekliği oluşturmak üzere bazı büyük Arap başkentleri ve diğerleri arasında bir dayanışma ve bütünleşme söz konusu.

Bugün Arap halklarından milyonlarca kişi, savaşların, yerinden edilmenin, yolsuzluğun ve siyasi aylaklığın ceremesini çekiyor ve belki de Suriye halkı şu an sıkıntı çekenlerin ön sıralarında yer alıyor.

Suriyelilerden bahsetmişken; “özel” olay, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in zirveye katılımıdır. Bu gelişme, varlığını Suudi Arabistan’ın başarısına borçlu. Nitekim Şam’ı Arap sistemine döndürmek için Arap Birliği içinde ve Arap ortaklarla mesai yürütüldü.

Evet, onca yaşanan trajediye, akıtılan kana ve açılan onca yaraya bakarsak bu, tartışmalı bir olay, tartışmalı olmaya da devam edecek. Ancak Araplar ve Riyad bugün, Şam’ı Arap dünyasına geri kazandırmak ve bu çözümü “denemek” üzerine bir bahis oynuyor. Top, şu an Suriye liderliğinin sahasında.

Suriye’yi Arap yoluna döndürme adımlarının öncesinde Tahran’la bir anlaşmaya varıldı, Yemen krizinin çözümü için bir girişim başlatıldı, Husilerle diyalog yapıldı ve “tehlikeli gedikleri kapatma” siyasetinin başka tezahürlerine şahit olundu.

Araplar bu adımların geleceğini görecek. Nihayetinde aklı bir başında bir insan “Arapların birleşmesini” ve Batılı ve Doğulu güçlerin bu meselelerden Arapların zararına olarak “faydalanma” çabalarının engellenmesini istemediğini söylemez.

Bugün tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. Bu arada 27 Mayıs’ta, küresel siyasetin duayeni Henry Kissinger, yüz yaşına girerek bir asır yaşamış olacak.  

Küresel siyasi sahnenin derin gözlemcisi olan Kissinger, bu vesileyle ABD-Çin çatışmasının bütün olarak uluslararası güvenlik üzerindeki feci etkisine dair özel uyarısını yaptı ve şöyle dedi: “I. Dünya Savaşı öncesine benzer klasik bir durum içindeyiz. Nitekim her iki taraf da geniş bir siyasi manevra alanına sahip değil ve dengedeki herhangi bir sıkıntı, vahim sonuçlara yol açabilir.”

Kissinger, yıkıcı çatışmayı önlemenin tek yolunun ideal bir şekilde ortak değerlerle desteklenen güçlü diplomasi olduğu kanaatini benimseyerek büyük güçler arasındaki çatışmadan kaçınmayı, hayatı boyunca işinin odak noktası yaptı.

Ürkütücü olan şu ki Kissinger, ABD ve Çin’in inatla sürdürdükleri bilek güreşini bırakmadıkları takdirde korkunç çatışmanın en fazla 10 yıl içinde gerçekleşeceğini öngörüyor!

Bu noktadan, büyük resme bakıldığında, “safları birleştirmek” ve daha büyük tehlikeye bakmak varoluşsal bir mesele haline geliyor.