Amr el-Şobaki
TT

Türk modeli seçimini yapıyor

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu, görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oyların yaklaşık yüzde 49'unu, rakibi Kemal Kılıçdaroğlu'nun ise yaklaşık yüzde 45'ini kazanmasıyla sona erdi. İki aday, 28 Mayıs'ta yapılacak belirleyici ikinci tura hazırlanıyor.

Aslında Türkiye seçimlerinin şu anki manzarası, bunun bir seçim deneyiminden daha fazlası olduğunu söylüyor. Laikler ile dindarlar arasındaki ana kutuplaşmayı hukuk devleti ve demokrasi ile çözmeye karar verene kadar pek çok dönüşüme, tökezlemeye ve kan dökümüne tanık olan bir siyasi modelin uzun bir yolculuğunu yansıtıyor.

Gerçek şu ki, Türk modelinin gücü, zaman içinde kesintiye uğramadan gelişen bir siyasi deneyimin temeli olmasından geliyor. Bu deneyim başlangıcında dışlayıcı idi ve dini sadece siyasi alandan değil, kamusal alandan dışlayan laik modernist bir modeli dayatıyordu. Başörtüsü yasaklandı, ezan Türkçe okundu, dini kurumlar devletleştirildi ama aynı zamanda din ile siyaset birbirinden ayrıldı. Laiklik, şu anda 100 yaşında olan Türkiye Cumhuriyeti'nin değişen iktidarlarına rağmen korunan bir değeri olmayı sürdürdü.

Laik rejim, özellikle İslami dini referansa sahip olan muhalefet akımlarıyla on yıllar boyunca sert çatışmalara girdi. 1960 ve 1980 askeri darbeleri, laikliği savunma ve dinci güçlerle yüzleşme başlığını taşıyordu. Rejimin dinci güçlerle birlikte pek çok liberal ve sol gücü de dışladığı doğru, ancak bu çatışmaların temelinde dindar ve muhafazakâr akımlar yer alıyordu.

Çatışma belki de Başbakan Adnan Menderes ile başladı. Başlangıçta Atatürk'ün kurduğu "Cumhuriyet Halk Partisi" (CHP) üyesi olan Menderes, bu partiden istifa ederek 1946'da Türkiye'nin muhalefet partisi olan Demokrat Parti’yi kurdu. İslam ile barışık liberal bir yaklaşım benimsedi, genel seçimleri kazandı ve ordunun darbe yaptığı 1960 yılına kadar iktidarda kalmayı başardı. Ordu (liberal) Menderes’i laik sistemi yıkmaya çalışmakla suçladı ve başbakan Eylül 1960'ta idam edildi. Bu, Türkiye'nin en acımasız ve kanlı tecrübelerinden biriydi.

Merhum Necmettin Erbakan tarafından Ekim 1972'de kurulan Milli Selamet Partisi deneyimi, dini akımların partileşmesinin Türkiye bölümünü netleştirdi. Parti, 1980 darbesinden sonra ordu tarafından kapatılana kadar 8 yıl boyunca yasal olarak faaliyet gösterdi.1983'te yeni bir isim altında “Refah Partisi” olarak geri döndü ve 400'den fazla belediye kazandı.1990'ların ortasında yeni bir hükümet kurmayı başardı ve 1998'de yasaklanarak kapatıldı.

Ardından laik rejimle gerekli “normalleşmeyi” gerçekleştiren Erdoğan deneyimi geldi. Adalet ve Kalkınma Partisi kendisini İslamcı veya dindar değil, muhafazakâr, demokrat bir parti olarak gördü ve İngiltere gibi pek çok Avrupa laikliği modeline yakın, Fransız modelinden uzak bir sistem kurdu. Dinin bir ideoloji olarak siyasi alana dönüşünü değil, dini tezahürlerin kamusal alana dönüşünü (devlet kurumlarında ve mecliste başörtü yasağının kaldırılması, dini törenler vb.) destekledi. Aynı zamanda dini partilerin varlığı konusu artık laik cumhuriyete düşmanlık olmaktan çıktı ve Atatürk figürü ve ilkeleri herkes için uzlaşı konusu oldu.

14 Mayıs'ta seçilen ve 28 Mayıs'ta yeniden seçilecek olan "Türk modeli"nin önemi aslında yaşadığı çeşitli dönüşümler ve baskılardan kaynaklanıyor. Laik güçler ve partiler, muhafazakâr ve dini akımlar ve partiler veya ordu olsun siyasi denklemin tüm tarafları, geçen yüzyılın ortasındaki durumlarına kıyasla değiştiler.

1950'lerde orduyu eski üyesi Adnan Menderes’e karşı kışkırtan (laikliğin koruyucusu) CHP, ordunun 2016'da başarısız olan Erdoğan'ı devirme girişimini bu kez reddetti. Orduya saygı gösterilmesi ve prestijinin korunması gerekliliğini talep etse bile, orduya siyasi sürece müdahale çağrısı yapmadı. Aynı şekilde, Fransız modelinden daha “dışlayıcı” bir laik modeli benimseyen pek çok laik elit de daha sonra 1983'te iktidara gelen reformist laik bir başbakan olan merhum Turgut Özal'ı üretti. Onun sayesinde, laik sistemin bazı yönlerini kesintisiz olarak değiştiren ve onu ülkedeki siyasi ve kültürel çeşitliliğe daha açık ve duyarlı hale getiren derin ekonomik, siyasi ve kültürel reformlar gerçekleşti. Özal tecrübesi olmasaydı, Refah Partisi ve ardından Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara yükselmeyi ve ülkeyi yönetmeyi başaramazdı. Bunu Türk siyasi sisteminin doğasını değiştiren laik bir reformcu sayesinde gerçekleştirdiler.

Muhafazakâr akımlar ise laik cumhuriyet düşmanlığına ve onu yıkma isteklerine dayalı ilk deneyimlerinden, ilkelerinin özüyle tam bir normalleşmeye geçiş yaptılar. Dindarlar ile laik cumhuriyet arasındaki rekabeti bitirdiler ki, bu büyük bir başarı. Muhafazakâr partilerin sivil devletin değerine ve ortaya koyduğu fikirlerin yerindeliğine inanmaları, iktidar devir teslimini kabul etmeleri, dahası bunu, dinin dışlayıcı bir siyasi ideolojiye dönüştüğü birçok İslam ülkesinin tanık olduğu karanlık kaderlerden Türkiye'yi koruyan şey olduğunu kabul etmeleri, gerçekten önemli bir başarı.

Orduya gelince; 1960 ve 1980'deki kaba, kanlı ve sert darbelerden, Necmettin Erbakan hükümetini laik sisteme tehdit olarak görüp gücünü sokaklarda sergilediği 1997'deki “yumuşak darbe”ye geçiş yaptı. Bunun üzerine Erbakan hükümeti düştü ve partisi kapatıldı. Parti daha sonra yeni bir isimle “Saadet Partisi” olarak siyasete geri döndü. Ordunun 2016'daki başarısız darbe girişimi ise çok değişen yeni bir gerçeklikte, geçen yüzyılın araçlarını kullandığı için başarısız oldu. Ne mevcut Türk ordusu kendisine bu hakkı veren ve artık olmayan bir anayasa hükmüne göre siyasete müdahale açısından altmışlı yılların ordusuydu, ne de Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan'ın “pragmatizmi”, Erbakan'ın Refah Partisi'nin ve diğer eski dinci partilerin ideolojisiyle aynı idi. Ayrıca laik kuluçka merkezinin kendisi, ordunun himayesini istemeden cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın karşısına çıkabilecek hale geldi.

Türkiye seçimlerinin önemi, tüm siyasi kutupların ve aktörlerin değişmesi ve son yüz yılın tecrübesinden faydalanması olmaya devam edecek. Bu, Türkiye'nin sorunsuz hale geldiği, laik-dindar kutuplaşmasının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Aksine bu tecrübe; din ile uzlaşmış, dindar ve dindar olmayan insanları kabullenmiş liberal laiklik ile dinin, dini-siyasi bir ideoloji olarak değil, bir ahlaki ve kültürel değerler sistemi olarak kamusal alanda var olacağını kabul eden muhafazakâr akım arasında bir zemin haline geldi. Aynı zeminde ordu da siyaseti etkilese bile doğrudan siyasete karışmayan bir kuruma dönüştü. Bu kendi içinde, son seçimlerin Türk siyasi deneyiminde daha olgun ve medeni bir aşama oluşturmasını sağlıyor.