Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Sudan çatışmasına dair bir okuma

İyimserler, Sudan çatışmasının uzun sürmeyeceğini, yakında tarafların sağ avuçlarını birbirlerinin omuzlarına koyacağını (geleneksel Sudan selamlaşması) ve birbirlerini affedeceklerini düşünüyorlar. Karamsarlara gelince, çatışmanın uzayacağına, bozulan ateşkeslerin birbirini takip edeceğine, ardından çatışmanın yeniden başlayacağına ve Sudan'ın enerjisi tükenene ve ülke bir dizi ülke ve bölgeye bölünene kadar süreceğine inanıyorlar! Karamsarlık ve iyimserlik arasında, bölgesel ve uluslararası toplum, bölgede hâlâ kanayan diğer yüklere eklenen yeni yük karşısında kafası karışık duruyor.

5 Nisan’da Sudan'ın başkentinde silah sesleri patlak verir vermez pek çok kişi dehşete düştü. Tek başlı ve ortak kökene sahip bir unsur (Sudan ordusu ve Hızlı Destek Kuvvetleri) nasıl birbiriyle savaşabilirdi. Sudan, hoşgörülü ve barışçıl bir ülkeden, nasıl çarpık ve savaşan toplumlara eşlik eden yüksek suç ve cinayet oranına doğru ilerlerdi. Ancak dikkatle bakanlar, Sudan'da olup bitenlerin bir ‘miras’ savaşı olduğunu, yani bunun önceki rejimin mirasçısı olma savaşı olduğunu görüyorlar. Sudan'daki dinamik İslamcı İhvan (Müslüman Kardeşler) rejimi, 30 yıllık iktidarı döneminde, Sudan ordusunu profesyonellerden ‘temizledi.’ Onların yerini ‘İhvan Hareketi’ partizanları ve İhvan ideolojisinden doğan ‘mutlak doğru’ sahipleri ile doldurdu. Böylece Sudan ordusu zayıfladı, uzmanlık ve deneyim açısından tükenmiş bir orduya dönüştü. Dahası bu rejim, gerektiğinde orduya karşı kullanılmak üzere bir yardımcı ordu üretti ve kendisine Hızlı Destek Kuvvetleri adını verdi. Bu ordu yukarıda bahsettiğimiz ‘mutlak doğruluk’ kaynağından pek de uzak değildi.

Göstergeler açıktı. Birincisi, el-Beşir ve yakın çevresini devirdikten sonra ‘yeni rejim’, soykırım suçlamasıyla aranan Beşir'i uluslararası yargıya teslim etmeyi reddetti. Sahte bir yerel mahkemenin karşısına çıkardı ama Sudanlı kitleler bile yargılamanın hangi aşamaya ulaştığını bilmiyorlar. İkincisi, iktidarı sivillere devretmekte oyalandı.

Beşir'in devrilmesinden sonra yönetim, uyum içinde görünen ve çok geçmeden birden fazla kez sivil yönetime karşı darbe girişiminde bulunan iki kollu bir askeri grup tarafından paylaşıldı.  Darbeciler, sokaktaki öfkeli kalabalığın suyuna giderek sivil bir yönetim kurmayı vaat ettiler, ancak sivil yönetimin gerçek bir güç elde etmesini sağlamadılar ve gerçek güç iki askeri kol arasında paylaşıldı. Sudan bir dizi manevraya ve siyasi olarak yapılmak istenenleri içeren referans belgelerin imzalanmasına tanık oldu fakat bunların hepsi kağıt üzerinde kaldı. ‘Usta’nın yokluğunda artık hem ordunun hem de Hızlı Destek Kuvvetleri’nin bir başı yoktu. Böylece her biri, mümkünse ikinci bileşenin yerini almaya çalışarak veya onu devirerek ‘baş’ olmaya karar verdi.

Bu denklemde, üçüncü bileşenin yani bölünmüşlüğünün ve anlaşmazlıklarının engellerden birini oluşturduğu sivil bileşenin başarısızlığına da işaret etmek gerekir. Sivil bileşenin farklı adları ile her hizbi, bir önceki rejime karşı gerçekleştirilen darbe sonrası zaten kırılgan olan iktidarı tekeline almaya karar verdi. Böylece hiçbiri gerek Sudan halkı gerekse uluslararası toplum için güvenilir bir seçenek oluşturamadı.

Dengesinin bozulması ve içinin profesyonel unsurlardan boşaltılması ile Sudan ordusu zamanla ideolojik bir orduya dönüştü. Sonuç apaçık ortada; rakibi Hızlı Destek Kuvvetleri’ne karşı haftalarca süren çatışmalara rağmen ordu, şimdiye kadar, savaşı kendi lehine sonuçlandıramadı. Hem de diğeri -yani rakibi- sayı ve ekipman olarak kendisinden daha az ve zayıf olmasına rağmen. Dahası kendisine yakın sokakta kaosu bitirip asayişi dahi sağlayamadı. Hızlı Destek Kuvvetleri liderliği, onun bir kolu olduğu ve eski rejim tarafından aynı standartlarda oluşturulduğu için ordunun profesyonel açıdan zayıf olduğunu biliyor. Buna karşılık kendisi, Beşir rejiminin tasarladığı temel hedef olan şehirlerde insanları bastırmak için kurulmuş, Darfur bölgesinin şehirleriyle başlayıp başkente varan şehir savaşlarında iyi olan bir milis grup. Yani ordunun bu kolu vur-kaç konusunda uzman. Dahası son 3 yıldır rejimin gözleri önünde ve belki de rızasıyla dışişleriyle ilgilenen bir kolu da oldu. Bu, çatışmalar başlar başlamaz Hızlı Destek Kuvvetleri temsilcisinin bir dizi başkenti gezmesini açıklıyor.

Sudan'da ‘ordunun ideolojikleşmesi’ olgusu, ideolojik boyutu olan totaliter rejimlerde neredeyse tekrarlanan bir olgu. Hem Irak'ta hem de Suriye'de Baas Partisi'nin başına gelenler, bunun bir diğer açık örneği. Her iki rejim de ordusunu profesyonellik değil, ideolojik bir temel üzerine inşa etti. Bunun sonucunda profesyonel olmayan, kötü disiplinli, kayırmacılığın yaygın olduğu, yolsuzluğun yayıldığı bir ordu ortaya çıktı. Profesyonel bir ordu yerine askeri doktrine hakim olan kökten farklı bir saflaşma gerektiren partiye sadakatin, profesyonelliğin ya da vatana bağlılığın önüne geçtiği bir ordu oldu. Profesyonel muharebe doktrini, vatana bağlılık, eğitim ve terfilerde katı disiplinin yerini çoğu bilgi ve uzmanlıktan yoksun ‘birleşik kalpler’ aldı.

Baskıcı rejimler, ordularında bilinen teknik ve bilimsel hiyerarşiye aykırı bir hiyerarşi inşa ettiler. Profesyonellik değil, sadakat en büyük değerdi. Bu sebeple İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana tekrarlanan savaşlarda hepsinde olmasa da çoğu cephede savaşmayı başaramadılar. Ayrıca yüksek sesli sloganlarla darbe yapmaya yönelik siyasi iştahları da büyüktü.

Sudan'daki çatışmanın arka planında işte bu siyasete el koyma iştahı var. Herhangi bir uzlaşı, kaynakları açısından zengin, bu kaynaklardan yararlanma gücü konusunda ise yoksul olan bir ülkede askerlerin gücü ve serveti paylaşması demek. Sudan halkının büyük bir kesiminin bu çatışmanın uzayacağını hissettiği kesin. Bu nedenle on binlercesinin cinayet ve yağma çetelerinden ya da başlarına düşebilecek bombalardan kaçarak komşu bölge ve ülkelere yöneldiklerini görüyoruz.

Diğer devlet güçlerinin ve örgütsüz güçlerin bu çatışmaya müdahil olmaları da uzun sürmeyecek. Sudan bir kez daha böyle bir atmosferi seven ve çoğalmak için uygun gören terör çetelerinin çoğaldığı bir yer haline gelebilir. Al-Arabiya'nın yıllar önce, Beşir'in devrilmesinden sonra yayınladığı o kasetleri ve onun belgelenmiş toplantılardan birinde ‘elinde halkın üçte ikisinin hayatta kalması için üçte birini öldürmesine izin veren bir fetva olduğunu’ söylediğini bir kez daha hatırlamalıyız. Anlaşılan bu garip fetva, çatışmanın tarafları arasında atılan ilk kurşundan sonra uygulanmaya başlandı!

Son söz; Sudan'daki savaş, ekonomik toparlanmanın başlangıcını sona erdirdi. Şimdiye kadar ekonomi için kesin bir kayıp olan milyarlarca dolara mal oldu. En önemlisi de savaşın devam etmesi komşular ve dünya için bir salgın oluşturacak.