Arap dünyasında şu ana kadar bir tane yetim Altın Palmiye var. Bunu 1975’te Cezayirli usta yönetmen Muhammed el-Ahdar Hamina, ‘Chronicle of the Years of Fire’ (Ateş Yıllarının Öyküsü) adlı filmiyle kazandı. Bundan birkaç yıl önce de ilk çalışmalarından olan ‘The Winds of the Aures’ (Aures Rüzgarları) ile Altın Kamera Ödülü’nü kazandı.
Cannes’da Arapların aldığı başka önemli ödüller de var. Örneğin 1997’de festivalin 50. yıldönümü kutlanırken Yusuf Şahin tüm filmleri için Ömür Boyu Başarı Ödülü’nü aldı.
Bundan iki yıl önce Tunuslu yönetmen Müfide et-Telatli, ‘The Silences of the Palace’ (Sarayın Sessizliği) filmi ile Altın Kamera Ödülü’nü aldı. Ayrıca yönetmen ve oyuncu Nadine Labaki, dört yıl önce ‘Capernaum’ (Kefernahum) adlı filmiyle Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.
O gün Lumiere salonunda Lübnanlılardan bir sevinç zılgıtı duymuştuk. Geçen cumartesi akşamı yine aynı salonda Tunuslulardan bir zılgıt yankısı duymayı umuyorduk.
Bu yıl Ana Yarışma’da kazanamadık ancak yetenekli Kevser bin Heniyye tarafından Arap sinemasını temsil eden ‘Four Daughters’ (Dört Kız) filmi, bu yarışma dışında başka paralel ödüller kazandı. Böylece, Hamina’nın Altın Palmiye’si hala tek büyük Arap sevinci olarak kalıyor.
Başka bir Altın Palmiye’nin hayalini kurarken geçtiğimiz saatlerde aklıma usta yönetmen geldi. Hamina artık 90’ına merdiven dayadı ve son eseri olan ‘Twilight of Shadows’u (Gölgelerin Alacakaranlığı) 80 yaşında verdi ancak hala yenisinin hayalini kuruyor.
Hamina ile yaklaşık çeyrek asır önce Paris’teki Arap Dünyası Enstitüsü’nde, eleştirmen ve araştırmacı Dr. Macide Vasıf’ın başkanlık ettiği Arap Sineması Bienali sırasında tanışmıştım. Fransa’nın Arap sinemasıyla ortak bir yapım arayışına girmesi gerektiğini ve bunun Fransız sinemasına daha geniş bir perspektif ve daha kapsayıcı bir vizyon sağlayacağını söylemişti.
Fransız ortak yapımı birçok Arap filmi izledik ve bu yıl Cannes’da yaklaşık 14 Arap katılımı kaydettik. Fas’tan Kemal Lazrak’ın ‘Hounds’ (Av Köpekleri) ve Esma el-Mudir’in ‘The Mother of All Lies’ (Tüm Yalanların Anası) filmleri ile yeni fikirlere alan açan Belli Bir Bakış Ödülü’nü kazandık.
Sudan’dan Cannes’a ilk kez katılan Muhammed Kordofani ‘Goodbye Julia’ (Güle Güle Julia) adlı eseriyle aynı kategoride ödüle layık görüldü. Film, yaklaşık 12 yıl önce Sudan’ın güney ve kuzey olarak ayrılmasını konu alırken, son zamanlarda Sudan içten içe ‘parçalanıyor’. Yönetmenin bakış açısı, din ve alfabe farklı olsa da duyguların bir olduğunu anlatıyor.
Kordofani’nin Sudan halkına adadığı ödülü, Belli Bir Bakış’ın Özgürlük Ödülü olarak biliniyor. Özgürlük, özellikle bir sinema filmi tarafından taşınıyorsa değerli bir sıfattır.
Ürdün bu yıl ilk kez Eleştirmenler Yarışması’na katıldı ve Emced Raşid’in ‘Inshallah A Boy’ (İnşallah Bir Erkek) adlı filmiyle birden fazla ödül kazandı. Mısır’dan yönetmen Murad Mustafa’nın kısa filmi ‘Jesus’ (İsa) da aynı yarışmayı kazandı.
Şairimiz Ebu Temmam’ın dediği gibi “Kılıç, kitaplardan daha etkilidir”. Arap sinemasının tüm bu ivmeyle bu yıl kazandığı ödüller çok baskındı. Usta İngiliz yönetmen Ken Loach’ın ‘The Old Oak Tree’ (Yaşlı Meşe Ağacı) adlı filminde olduğu gibi Arap dilinin kullanımı da dikkat çekici düzeydeydi. Film bir İngiliz şehrinde yaşayan bir grup Suriyeli göçmeni konu alıyor. Bu şehirde halk genel olarak ekonomik sorunlardan muzdarip ve bu göçmenlerin yüklerini artıracağını düşünüyorlar. Ancak tam tersine en şiddetli krizlerde duyguların birleştiğini fark ediyorlar. 86 yaşındaki İngiliz yönetmen Ken Loach’ın kariyerindeki üçüncü ‘Altın Palmiye’sini almasını ve yaratıcı hayatını büyük bir kısmında Arapça konuşulan bir filmle taçlandırmasını umuyordum.
Kızıldeniz Film Festivali birçok filmi desteklemekle birlikte Johnny Depp’in oynadığı açılış filmi ‘Jeanne du Barry’nin yapımında yer aldı. Tüm Arap yüzlerini çatısı altında buluşturan Suudi kanadında birçok toplantı ve seminer düzenlendi.
Hamina’nın ödülünden neredeyse yarım asır sonra, Mayıs 2024'te 77. Cannes Film Festivali yapılacak.
Umarım gelecek yıl Arap sineması için kurduğumuz haklı ikinci Altın Palmiye hayalimizi yaşarız!