Mustafa Özcan
TT

İslam’ın Acem yorumu

Seçimlerden sonra, din dersi öğretmeni olarak görev yaparken açığa alınan sonra da görevine son verilen ilahiyatçı Cemil Kılıç tepkili bir tonla bir değerlendirme yazısı kaleme almış. ‘Cehennemin kapıları açık’ başlıklı bir makale ile yeni dönemi değerlendirmiştir. Bu makalesinde yer yer İslam’ın Acem yorumu olarak da kabul ve ifade edilen hususla alakalı bazı görüşlerine ve ifadelerine rastlanıyor. Sözgelimi Fatih Altaylı da seçim sonuçlarını Suriyeli mültecilerin belirlediğini ileri sürmüştür. Doğruluğu yanlışlığı elbette ki tartışılır. Biz önce Cemil Kılıç’ın ilgili satırlarına göz atalım:  Mültecilerin dili kutsanacak, Türkçe küçümsenecek. Türklük dışlanacak, Araplık yüceltilecek. Bu bir endişe, yerinde midir değil midir? Bilemeyiz. Batılıların seçimlere psikolojik atmosferde müdahale etmeleri gibi Türkiye’de yaşayan hatta yaşamayan Arap toplulukların da aksi istikamette sözel ve yazılı müdahalelerine rastladık. Şarktan veya garptan psikolojik ve sözel anlamda müdahaleler yaşandı. Bunların bir kısmı olarak, Körfez ülkelerinden daire satın alan kimselerin sonuçlara sandıklar üzerinden etki ettikleri varsayılabilir.  Lakin bizi birinci dereceden seçim sonuçları değil de Cemil Kılıç’ın sözleri ilgilendiriyor.  Eskiden Cemil Kılıç’ın bu yöndeki sözlerine tipik bir şuubiye avazı/ulusalcı söylem denilirdi. Bunu Şehnamesinde Firdevsi satırlara dökmüştür.

Bir de gerçek anlamda İslam’ın, ilk nesiller ve Araplar tarafından temsil edilen ve özümsenen İslam anlayışı olduğuna dair karşı bir tez bulunuyor. Asr-ı saadet döneminden uzaklaşıldıkça ileriki asırlarda kimi zaman İslam’ın Acem yorumu ağır basmaya başlamıştır. Muhammed Abduh bu süreci ‘isti’cam’ (İslam) kavramıyla ifade etmektedir. Acemleşme de denebilir.  Kimileri Acemleşmeyi Şiilik kalıbında görse de diğerleri buna tasavvufu da ilave etmektedir. İslami anlayış Acem anlayışına büründürülmüştür veya kalıbına dökülmüş ve sokulmuştur. Arapların İslam anlayışı vahyin gölgesinde fıtri olarak gelişmiştir.            

Karmaşık bir yapısı yoktur. Daha sonra İslam anlayışı Acem anlayışından ve felsefesinden etkilenerek işraki bir zemin ve eğilim kazanmıştır. Zamanla duruluğunu kaybetmiştir. Batı’nın felsefesi ve düşüncesinin yanında bir de Perslerin veya İranlıların hikemiyatı vardır. Bunlar birbirleriyle mukayese edilebilecek hususlar arasındadır.  İranlılarınki gönül meyveleri, Batılılarınki ise akıl meyveleridir. Lakin Arap diyarları felsefe veya hikemiyat yerine vahyi kuşanmışlardır. Ya da doğrudan vahye muhatap olmuşlardır. Vahyin gölgesinde yürümüşlerdir.    

Muhammed Abduh’tan sonra yaşayan ve ülkesi Irak’ta selefi akımın öncüsü sayılan ve belirginleşmesine hizmet eden isimlerden birisi olan Muhammed Behçet el Eseri de İslam dünyasını saran afatlar arasında isti’cam akımının geldiğine parmak basmıştır. Bu manevi afetleri cehaletin yaygınlaşması ve ümmileşme ile is’ticam şeklinde özetlemiştir (El İtticahat el Hadise Fi’l İslam, Muhammed Behçet el Eseri,s: 26. Daru’l Lulue).  İfadeler farklı olsa da maksut birdir.

Muhammed İkbal, İslam’la ilgili Arap anlayışının şaibelerden uzak ve duru olduğu kadar dinamik bir anlayışı yansıttığına da inanır. Acem anlayışı üzerine işrak tortularının veya felsefi tortuların döküldüğünü varsaymaktadır. Hindistan’da yeniden İslami canlanmayı tetikleyen, şeriat ile tarikatı mezceden İmam Rabbani, İbni Arabi veya vahdet-i vücut anlayışına amansız bir savaş açmıştır. Yaklaşık olarak Muhammed İkbal de aynı noktaya parmak basar. Vahdet-i Vücutçuların, tasavvuf sistemlerinin neredeyse tamamını Müslüman olmayan ulusların fikirlerinden devşirdiklerini ileri sürmekte, bununla da en fazla Acem’i kast ettiği anlaşılmaktadır. İlk kez H.150 yılında kullanılan tasavvuf kelimesinin içerdiği zihniyetin İslam’ın çalışma/amel ilkesiyle çeliştiğini, İslam’ın zıddına başka bir felsefeyi telkin ettiğini etraflıca açıklamakta ve şöyle demektedir:

“Amacım sufi akımı ortadan kaldırmak değil, sadece İslam’ı korumaktır. Ben sadece Acem tasavvufunun (zira bu akımı oluşturanların çoğunluğu Acem’dir) İslam’ın bir parçası olmadığını Müslümanlara izah etmek istiyorum. Bu akım, İslam’la kesinlikle ilgisi olmayan ve Müslüman uluslarda amel gücünün yok olmasına sebep olan bir tür ruhbaniyettir.”

İkbal’in mücadele anlayışı da son derece müslümancadır: “Ben vahdet-i vücutçuları Müslüman yapma peşinde değilim; aksine Müslümanları onların düşünce tuzağından korumak istiyorum. Eğer doğru yoldaysam Allah beni kollar, yok eğer yanlış yoldaysam, yok olur giderim (  https://iktibasdergisi.com/ category/genel-kose-yazilari/mehmed-durmus/page/3/ ).”  Muhammed İkbal Acem anlayışının veya İslam’a ilave edilen tortularının İslam’ı tutuk hale getirdiğine inanmaktadır. Ona göre bu akım veya Acemleşme çöküntü kültürünü beslemiştir.

Günümüzde Arap anlayışı ile Acem anlayışı arasındaki çekişme devam etmektedir. Türkiye’de Yaşar Nuri Öztürk İkbal ile ilgili kitap yazsa da sonuç itibarıyla kendince İkbal’in benimsediği İslam’ın Arap yorumuna karşı çıkmaktadır. Hatta reddettiği Acem yorumunu benimsemektedir. Kimilerine göre tarih içinde Türklerin katkıları da İslam’ın Acem anlayışı kalıbına dökülür.

Bunun yeni fasıllarından birisi ABD’de İran kökenli Hüseyin Nasr ile Filistin kökenli İsmail Raci Faruki arasında yaşanmıştır. Faruki, İslam’ın ancak Arap araç ve gereçleriyle anlaşılabileceğini ifade etmiş ve tasavvufi eğilimlere karşı çıkmıştır. Arubeyi İslam’ın iskeleti saymıştır. İbrahim Ethem ve onun dini uğruna tacını ve tahtını terk etmesini, Buda’ya İslam içinde bir mecra ve damar aramaktan farksız olduğunu savunmuştur. Özenti saymıştır. Evet! çevresiyle birlikte tasavvufun ilk düzlüğünü temsil eden Cüneyd Bağdadi de bir Acem’dir. Lakin geriye yazılı ifadeler bırakmamıştır. Gazali de Mevlana da Acem’dir. İlk devre sufilerin büyük kısmı böyledir. Bununla birlikte onlar tasavvuf anlayışlarının Kur’an ve Sünnet odaklı olduğunu vurgulamışlardır. Bence Arapların İslam anlayışı esas olmakla birlikte, Acemlerin katkıları da İslami anlayışa derinlik kazandırmıştır. İhmal edilmemelidir. Bazen çizgi dışına kaymalar olsa bile sonuçta Şark hikemiyatını besleyen unsur tasavvufa dayalı gönül çağlayanı olmuştur. Selefilik ile tasavvuf iki zıt akım olmakla birlikte sonuçta birbirlerine dengeledikleri de varsayılabilir. 

Bazen algı hakikatin üzerini örter. Yunus’un ifadesiyle Cüneyd, Rabia’nın anlayışından kim usanası? Ona bakarsanız tasavvufa çattığı halde algı üzerinden Muhammed İkbal’i sufi kabul edenler çıkmıştır. Dilini sufilerin diline benzetmişlerdir. Gerçekten de kullandığı dil sufilerin veya ariflerin dilinden mülhemdir. Yine Gazali en fazla batinilik ve felsefe ile uğraşmasına ve onlara cevap vermesine rağmen, kimi Selefi ve Batlı isimler onu algı üzerinden filozof saymışlardır.