Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

İnsan ve sonsuzluk

Her insanda bir sonsuzluk özlemi vardır. Bu sonsuzluk özleminin kaynağı nedir? Bu özlem nereden gelmektedir? İnsan sonsuzluk özlemi çekmesine rağmen sonlu olan bu dünyaya bu denli tutkulu olmasının nedeni nedir? Bu sorular ancak doğru bir şekilde cevaplanırsa insan özlemini çektiği sonsuz mutluluğun olduğu bir hayata kavuşur.

İnsan neden sonsuzluğu ister?

Acıkmak, susamak, beğenmek, beğenilmeyi istemek ve mutlu olmayı arzulamak gibi duyguların var olması nasıl fıtri ise sonsuzluk isteği ve sonsuza dek yaşama arzusu da fıtridir. İncil’de yer alan “O her şeyi zamanında güzel yaptı. İnsanların yüreğine sonsuzluk kavramını koydu.”[1] İfadesi de bu gerçeğe işret eder. İnsan, fıtratı gereği ölmemek, ebedi kalmak veya sonsuza dek uzun bir süre yaşamak, sınırlı, kısa bir ömürle, sınırlı olmayan bir mülke sahip olmak ister.[2] İnsanın bu zaafını bilen şeytan bu gedikten ona yanaşarak ve sinsice fısıldayarak; “Ey Âdem! Sana sonsuz hayat ağacını ve dolayısıyla, ebediyen yok olmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi? dedi.”[3] Böylelikle Âdem ebedîlik duygusuna aldanır. Onun soyundan gelen insanların bir kısmı da onun bu hatasına karşılık pişmanlık duyup tevbe ettiğini ve bağışlanma dilediğini unutup, şeytana kanıp, dünyaya tutku ile bağlanıp haram lokma yemeye devam ederler. Şeytanın insanı vurduğu diğer bir nokta da "tükenmeyen iktidardır". İktidar, hükümranlık, yani ma­kam hırsı insanı yanlışa götüren ikinci duygu olmaktadır. Ebedîlik tutku­su ile makam yani iktidar hırsı ve tutkusu insanın hayatını alt-üst etmek­tedir.[4] Dün şeytan, “melek olmak, ebedî kalmak, ebedîlik ağacı, tükenmeyen iktidar” vb. kavramları istismar ederek Âdem'le eşini, bugün de onun soyundan gelenleri etkileyip kandırmıştır. İnsan; malı, mülkü ve makamı dünyada ebedîlik sebebi görerek bunlara sahip olduğunda artık kendisinin kimseye ihtiyacının olmadığını düşünüp malının kendisini ölümsüz kılacağını zanneder[5] ve imtihanı kaybeder.

İmtihanı kaybeden insan, içindeki o sonsuzluk duygusunu kaybetmedi. İçinden çıktığı o sonsuzluk yurdu olan cenneti hep özleyegeldi. Bu nedenle şairlerin bir kısmı “insanın koşulsuz mutlu olduğu, kendini hep iyi hissettiği yer, ilk yaratıldığı yer olan cennettir.” yargısından hareketle yasak meyveyi yediği için cennetten yeryüzüne sürgün edilen, asıl vatanından kovulan insanın mutluluğunun örselenmiş, gurbet hayatının başlamış olduğunu düşünürler. Böyle düşünen şairler için bu dünya sürgün yeri, cennet ise "başkentler başkenti"dir. Onlara göre cenneti tadan bütün ruhlar, kaçınılmaz olarak bu dünyada kendini gurbette hissedecektir.[6]

Ahirete iman, dünyadaki sürgünün bitip asıl yaşanılacak olan yurda kavuşmak için bir vesile ve bir yoldur. Bu sebepledir ki ölümü bir son olarak değil de sonsuzluğa açılan bir kapı olarak görenler, onu sonsuzluğun sahibine bir an önce kavuşmak için ister ve onu güzel görür. Tıpkı Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi;

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun! 

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”

Sonsuz olduğu sanılan fani şeylerle oyalanmak ancak ve ancak gerçek sonsuzluğun önünde bir engel oluşturur. Sonsuzluğa ulaşmak için vesileler aramak ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadesi ile “sonsuzluğu düşünmek ve
sonsuzluğun sahibine ulaşmayı istemek” gerekir. Sonsuzluk arayışını doğru yerde ve doğru şekilde yapmak şarttır.

İnsanın, sonsuzluk özlemi çekmesine rağmen, sonlu olan dünyaya bu denli tutkulu olmasının nedeni nedir?

Ölümü her şeyin sonu olarak gören anlayış sahipleri, sonsuzluğu dünyada aramakta ve ellerinden geldiği kadarıyla ölmemek için her şeyi yapmaktadırlar. Bu yüzden bin yıl yaşatılmayı isterler. Kimi insanlar kendilerine gönderilen ayetler sayesinde en şerefli makama yücelebilecekken, ihtirâs ve tutkularının peşine takılarak, şu gelip geçici dünyaya saplanıp kalırlar.[7] Dünyaya saplanıp kalma, onlara fani oldukları gerçeğini unutturmaktadır. Ölümlü olduklarını unutup sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, ömürlerinin sonuna kadar lüks villalar, gösterişli köşkler ve saraylar edinenlere,[8] malı mülkü, kendilerini sonsuza dek yaşatacak sananlara[9] ve felâkete doğru adım adım yaklaşmakta olan tüm gafillere şu soru sorulmaktadır: “Bu korkunç son mu daha iyidir, yoksa kötülüklerden titizlikle sakınan kimselere bir mükâfât ve yerleşme yurdu olarak söz verilen sonsuz cennet mi?”[10]

Hayatı sadece dünya hayatından ibaret görüp sonlu bir yaşama mahkûm olduğunu sanan insan, sonsuzluk arayışını buradaki hayatla sınırlayarak tuzağa çok kolay düşmektedir. Bu dünyaya bir kez gelindiğini, bir daha gelme imkânının olmadığını, bu yüzden ayıp, yasak ve günah gibi kavramlara takılmadan dünya nimetlerinden olabildiğince yararlanılması gerektiğini söyleyen ve savunan Andre Gide ve onun izinden gidenlerin düşüncelerini dillendirmeye başlamaktadır. Bunların düşüncelerini Orhan Veli şu dizeleriyle özetler:

 ''Düşünme

 Arzu et sade

 Bak böcekler de öyle yapıyor ...”[11]

Sonsuzluğu ve ebedi yaşamı dünya hayatında arayanların unuttukları ve göz ardı ettikleri şudur: “İnsanın sonsuz olana ve sonsuzluk karşısında takındığı tavır, onun değerini ve konumunu belirler.” Zira “Ölümsüzlük hiçbir insana verilmemiştir.”[12]

 

[1] https://christiananswers.net/turkish/bible-tr/tr-eccl3.html

[2] Seyyid Kutub, Fizilalil Kur’an, A’raf 20

[3] Taha 20/120

[4] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayış Işığında Kur’an Tefsiri, 12/358-370.

[5] el-Hümeze 104/3

[6] Salim Durukoğlu, “Şairlerde Ve Şiirlerinde Boşluk, Sonsuzluk Ve Fanilik Duygusu İle İçki Temi”, Akra Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi, 189

[7] el-A’raf 7/176

[8] eş-Şuara 26/129

[9] el-Hümeze 104/3

[10] el-Furkan 25/15

[11] Orhan Veli, Bütün Şiirleri, İstanbul 1959, s. 110.

[12] Enbiya 21/34