Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Avrupa’nın mülteci karakolu Yunanistan

“Arap Baharı” olarak kavramlaştırılan süreçten sonra on binlerce insan, mülteci, sığınmacı, göçmen olmak zorunda kaldı. Genellikle daha yaşanabilir imkanlar için istikametleri Avrupa Birliği (AB) ülkeleri olan bu insanlar, Türkiye gibi AB üyesi olmayan, Yunanistan gibi AB üyesi olan ülkeleri, bazen kalıcı, genellikle ise Avrupa’ya gitme amaçlı geçici güzergah olarak belirledi. Akdeniz tarihinin en acı dönemini belki de bu süreçte yaşadı çünkü binlerce insan umut ederek yola çıktığı halde kırgın öyküleri Akdeniz’de son buldu.

Yunanistan’ın göç alma öyküsü aslında “Arap Baharı” ile değil AB üyesi olmasıyla başlıyor. Yunanistan, 1981’de AB üyesi olmasıyla birlikte göç veren bir ülke iken göç alan bir ülke haline geldi ancak Yunanistan’ın AB üyeliği, bildiğimiz AB üyeliği şartlarıyla değil de kültürel arkaik nedenlerle alakalı olduğu için göç ve mülteci kabul etme politikaları, her ne kadar bu konuda 40 yılda onlarca kanun çıkartsa da, insan haklarını koruma niteliği taşımadı. Avrupa, Yunanistan’ı, Antik Yunan’a ait felsefi aklını kendine bağlamak için AB’ye uygun şartları taşımadığı halde üye yapınca, o aklın Antik Yunan’da kaldığını, modern Yunanistan’ın “her şeyin ölçüsü insandır” ifadesindeki, insan olanların seçkinleri yani Avrupalıları kapsadığını, göçmenlerin köleler sınıfında kaldığını da ilk Avrupa sonra dünyanın geri kalanı görmüş oldu. Halen daha da görmekteyiz.

Özetle; “Yunanistan AB müktesebatını gözeterek göç ve sığınma sisteminde değişikliklere gitmiştir. Fakat yapılan bu değişikliklerin aksaklıkları ortadan kaldırdığını ve bir devletin Birlik mevzuatını kabul ettiği bir süreç olarak tanımlanan "Avrupalılaşma", sürecinin başarılı bir biçimde tamamlandığını söylemek zordur… Yunanistan İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı bloğu içerisinde yer almasının da etkisiyle insan haklarına dair uluslararası metinleri kabul etmesine ve uluslararası örgütlere üyeliklerini gerçekleştirmesine karşın zihniyet dönüşümünü tamamlamada başarılı olamamıştır.” (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2486722 )

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına ve birçok insan hakları örgütünün raporlarına baktığımızda Yunanistan’ın bu konuda çok fazla ihlale imza attığı ortaya çıkmaktadır. “Yunanistan,  Ege  Denizinde  sınır  güvenliği  operasyonlarını/faaliyetlerini yürütürken yürürlükteki AB ve uluslararası yasal çerçevelere tam olarak saygı duyduğunu iddia etmektedir.  Bununla birlikte, Yunan sahil güvenlik güçleri tarafından yürütülen yasa dışı geri itmelerinin, Uluslararası Af Örgütü (2014) ve Watch the Med (2016) tarafından yürütülen çeşitli çalışmalar sırasında görüşme yaptıkları düzensiz göçmenlerin ifadeleriyle doğrulanmıştır. AİHM, Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3.  maddesini ihlal ettiğine  karar verdiği davada HRW ve Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan raporlara yer vermiştir.” (https://www.researchgate.net/publication/368471990_DUZENSIZ_GOCMENLERIN_EGE_DENIZINDE_YUNANISTAN_TARAFINDAN_GERI_ITILMESININ_AIHM_KARARLARI_ISIGINDA_ANALIZI )

Sonuç!

Libya’dan yola çıkarak İtalya’ya ulaşmaya çalışan, içinde 500 ila 750 kadar mülteci olduğu tahmin edilen gemi, Yunanistan’ın güneyindeki Pylos kasabası açıklarında alabora olarak battı. Kaç kişi öldü, kaç kişi kurtarıldı, kaçı kayıp bilinmiyor, 78 kişinin öldüğü, 500 kişinin kaybolduğu ve kimsede can yeleği olmadığı, gemiden yardım isteği geldiği halde yardım ulaştırılmadığı söyleniyor. Daha korkunç olanı ise Yunanistan’ın sahil güvenliğinin gemiyi İtalyan sularına çekmeye çalışırken alabora olmasına neden olduğu iddiası…

Bu elim olay, hem Yunanistan hem de uluslararası kamuoyunda infiale yol açtı. Yunanlar sokaklarda eylemde, Yunanistan üç günlük yaz ilan  etti. Muhtemelen kınamalar yayınlanacak, yukarıda bahsettiğim gibi insan hakları örgütleri rapor yayımlayacak, AİHM ve benzeri kurumlar kararlarını açıklayacak ancak tüm dünyanın gözü önünde 750 insanın göz göre göre ölüme gönderildiği gerçeği değişmeyecek. Ve bu meseleden sorumlu olan ülkeler, yöneticiler ve kurumların ahlanıp vahlanmaları, şaşırtıcı bir olaymış gibi dehşetle ele almaları sahtekarlığına da kanılacak. Çünkü bu hep böyle olduğu için bu mülteci gemisi faciası yaşandı. Akdeniz kıyılarına yıllardır çocuk bedenleri vurduğu halde çok az önlem alındığı, çok az çözüm arandığı için ve o insanların haklarını savunacak kimseleri olmadığı için bu elim olay yaşandı.

Gerçeklikten koparak “tüm ülkelerin sınırları kaldırılsın, ulusal güvenlik dikkate alınmasın” demiyorum elbette, mevcut konjonktürde her ülkenin, her ne kadar uluslararası anlaşmalara taraf olarak insan hakları ihlallerine davetiye çıkartmayacak kararları imzaladığı bir gerçek olsa da, güvenlik önceliği de bir başka gerçek. Ancak onlarca kaynak, onlarca ülke, onlarca kurum, onlarca yıldır bu insanlık dramı yaşanırken mış gibi yapmak yerine ciddiyetle bir takım önlemler alıp bunları hayata geçirebilseydi, yaptırımlar uygulansaydı, Yunanistan’a, Avrupa’nın mültecilerden korunması için oluşturulmuş dokunulmaz karakolu muamelesi yapılmasaydı bu kadar büyük bir insanlık utancı da üzerimizde kalmazdı diyorum. Şimdi yas ilan etmek, mahkeme kararı çıkarmak için artık çok geç, boşuna ağlayıp üzülmüş gibi yapmayın.