Elbette tek bir İslam olmasına karşılık sınırsız algısı, kopyası bulunmaktadır. Bu yüzden olmalı Goethe: “Eğer İslam buysa hepimiz Müslümanız demiştir”. Önemli olan hakiki formunu bulabilmektir. Önemli olan doğru tanımına ulaşmaktır. Buna da hidayet diyoruz. Bazen hidayeti kararan insan önünü dahi göremiyor. Puslu ortam doğru adrese ulaştırmıyor. Eksik bilgi ile yanlış algı ile doğru tanım yapılamaz. Bu açıdan her zaman bildiklerimizi aslı ile mukabele etmeliyiz. Bu nedenle olmalı Allah ' ey iman edenler, iman edin' buyuruyor. Zaman ve mekanın altında kalan İnsanın bilgisi ve gönlü paslanıyor dolayısıyla her daim bunları tazelemesi gerekiyor.
Acemlerin İslam algısı olduğu gibi bir de Araplara mal edilen veya atfedilen İslam'ın Arap algısı var. Buna dair tasavvurların bir kısmı muhayyile ürünü olabilir. Şüphesiz öyledir de. Bu hususta ilahiyatçı İsrafil Balcı bir mesaj paylaşmış. Bu mesajında kısaca coğrafya-kültür ve din olgusuna değiniyor. Meramını şöyle ifade ediyor:
Endülüs toplumunda kadınların geniş bir özgürlük alanı vardı.
Sokaklarda rahat ve serbestçe dolanır,
oturup sohbet halkaları kurar,
vakit namazlarını rahatça camilerde kılabilirlerdi.
Maalesef bu damar kurudu.
Arab'ın örfü ve kadın algısı geldi din oldu.
Burada sanki Araplar veya Arap anlayışı yerilmek ve karalanmak için bu yargıya varılmış. Bu anlayışta toptancılık yapılıyor ve Araplar bütüncül bir kitle olarak görülüyor. Attila İlhan’ın ‘Hangi Batı?’ kitabında ima ettiği gibi birden fazla Batı ve dolayısıyla ABD olduğu bir gerçektir. Araplar da tekil bir yapı değildir. Onları da çoklu bir yapı olarak görmek gerekir. Elbette Araplar arasında da Malezya’nın 11 Eylül’den sonra ortaya attığı gibi bedevi ve medeni-hadari ayrımı ve çatallaşması var. Bu bazen iç çekişmeyi de beraberinde getiriyor. Muhammed Gazali de bedevi anlayışa bedevi fıkhı demiştir. Dolayısıyla sahrayı veya çölü temsil eden anlayışlar olduğu gibi vahayı ve şehir ve şehirliyi temsil eden anlayış veya anlayışlar da vardır. Hepsini aynı kalıba dökmek yanıltıcıdır. Elbette bunları indirgemeden ifade etmemiz gerekir. İkisi de Arap olduğu halde Medine kadınları ile Mekke kadınları sosyolojik zeminde birbirinden farklıdır. Mekke karma toplum anlayışından son derece uzaktır. Medineli kadınlar ise daha sosyaldir. Bu nedenle de Hazreti Ayşe onların bu duruşunu şu sözleriyle övmüştür: Kadınlar, cinsiyetlerinden kaynaklanan özel durumları ile ilgili pek çok konuyu bile hiç çekinmeden Hz. Peygamber (sav)’e sorarak öğrenmişlerdir. O dönemin kadınlarının bu özelliği, Hz. Ayşe’nin şu sözüyle vurgulanmıştır: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardır, çünkü hayâları dinlerini öğrenmelerine mani olmadı.” (İbn Hanbel, VI, 148).
Fıtri haya ile dini haya arasında bazen ölçü farkı olabilir. Akıl gibi haya konusunda da insanlar farklı düzeylere sahiptir. Bazıları sözgelimi utancından dolayı sesi müsait olduğu halde ezan okuyamaz. Dolayısıyla bu şer’i hayaya girmez. Ortalamayı temsil etmez. Ölçü kişiden kişiye değişen fıtri haya değil şer’i ölçüler içinde kalan hayadır. Nitekim İslam hukukunda benzer ayrımlar yapılmış diyaneten ve kazaen vurgusu işlenmiş ve bu fark hukuk yönüyle de gözetilmiştir.
Kandahar ve çevresinde egemen olan ve Taliban tarafından tevarüs edilen Peştun anlayışını temsil eden kadının toplumdaki yeri evi ile kabri arasındadır. Şimdi bu Arap anlayışının bir uzantısı mı oluyor? Ya da Endülüs anlayışının karşı versiyonu mudur? Halbuki tam tersi kültürel olarak Endülüs Arap hinterlandında kalmaktadır.
Ekber S. Ahmet’in ‘İslam’ın Keşfi’ adlı eserinde de değindiği gibi Peştunların veya Belucilerin hayat anlayışında kadınların yeri evi ile kabri arasındadır. Bu anlayışta kadının kamusal alanda adı yoktur. Yine Yukarı Mısır’da da (Said bölgesi) buna benzer adetler veya kadına getirilen sosyal kısıtlamalar vardır. Bu anlayışı münhasıran Araplara mal etmek yine de yanıltıcı ve aldatıcıdır. Bunu Arap modeli olarak tasvir İslam’ı cahiliyet kisvesine büründürmek olur. Araplara göre değil coğrafi şekillenmelere göre kadın karşısında tutum daralır veya genişler. Elbette kültürün de bunda bir etkisi ve payı vardır. Bu kültürel tesiri dinin özüne irca etmek yanlış olur. Nitekim bazı toplumlar bu konuda kabuk değiştirmiş ve eski sosyal yapılarını terk etmişlerdir.
Medineli kadınların tutumunu beğenen Hazreti Ayşe de Mekke toplumu içinden çıkmıştır. Bu anlayış mahremiyet, toplumsal kaynaşma (ihtilat) ve aile içi haremlik-selamlık ya da kaç-göç yani halvet anlayışı ve sınırlarına göre şekillenir; daralır ya da genişler.
Denildiği gibi genellemek her zaman yanlış olmasa bile sonuçta indirgemek ve basitleştirmekle aynı kapıya çıkar. Her zaman kuralları esneten istisnalar bütünü vardır. Toptancı İslam’ın Arap yorumu, kafa konforuna iyi gelir ama bunu netleştirmek gayet zordur.