Sam Mensa
TT

Yanılsamalar, hayal kırıklıklarının birikimi ve son aşama

Lübnan'da cumhurbaşkanı seçimi için yapılan oturumun sonucu, gerek oy dağılımı gerekse oturumun anayasaya uygunluğu konusunda yaşanan tartışmalar açısından yeni bir şeye sahne olmadı. Oturumda hem eski ve hem de yeni olan şey, muhalefetin veya egemen olarak adlandırılan güçlerin her seferinde ister milletvekili ister cumhurbaşkanlığı olsun anayasal seçimlere bağladıkları umutlarının ardından, öncekilere eklenen hayal kırıklıklarıydı. Nitekim 2022'deki son seçimlerin sonuçlarının da ‘mucizeler’ yaratacağı ve durumu tersine çevireceği umuluyordu. Aynı şey, ondan önce 2016'da General Mişel Avn’ı cumhurbaşkanlığına taşıyan cumhurbaşkanlığı uzlaşması, kaybolmuş ‘Hristiyan haklarını’ geri alacağı propagandasıyla geçirilen garip ve ilginç seçim yasası için de geçerli.

Asıl hata, reel-politiğin yerini alan yanılsamaların üretimindedir. Geniş manşetlerin ve gevşek sloganların tozuyla gerçeklerle yüzleşmekten kaçmaktadır. Hata aynı zamanda, anayasal seçimlerin Hizbullah’ı İskandinavya'da iklim ve çevre ile ilgilenen ‘yeşil’ partiler veya diğer köklü liberal olanlar gibi bir partiye dönüştüreceğine dair saf inançtır. Demokratik sürecin prensiplerine bağlı kalacağına, çok sesliliğe, azınlık ve çoğunluk ilkesine ve gereklerine saygı duyacağına safça kanmaktır. Egemen güçlerin performansı, 2005'ten beri tekrarladıkları anlatılarıyla çelişiyor. Bu yıl başbakan Refik Hariri suikastı ve ardından gelen suikastlarla Lübnan krizi için kritik bir yıldı. Egemen güçlerin anlatısı, “Hizbullah”ın dış uzantıları olan bir milis grubu olduğu, devlet içinde devlet, hatta bazen devletten daha güçlü olduğu, iç ve dış karar alma mekanizmasına hakim olduğu, siyasi hayatın kılcal damarlarını, barış ve savaş kararını kontrol ettiği varsayımını ve diğer suçlamaları temel alıyor. Hizbullah’ın ulusal ve uluslararası adalet kurumları tarafından arananları koruyarak adaleti engelleme, bölgesel savaşlara karışma ve diğer pek çok şeydeki rolünü saymıyoruz bile.

Egemen muhalefet, bu anlatısını demokratik uygulama ilkelerine saygı duyan anayasal seçimler düzenleme yanılsamasıyla nasıl uzlaştırdı? Lübnanlılar, ülkenin koşullarının demokratik bir sürecin geçişine imkan tanıdığına nasıl inanabiliyorlar? Sonuç ortada, birikmiş hayal kırıklıkları.

Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumunun seyrini ve sonuçlarını okumak, bir dizi gerçeğe götürüyor. Birincisi, cumhurbaşkanı seçimi çoğunluk veya azınlık esasına göre değil, Hizbullah ve müttefikleriyle yapılan bir anlaşma sonucunda gerçekleşecek. Burada anlaşma ile kastedilen, uzlaşma ve mutabakat adı altında Hizbullah ve müttefiklerinin seçimi için bir ‘örtü’ bulmaktır. Bu da krizin özünün aynı kalacağı anlamına geliyor. Yani Hizbullah’ın yasa dışı silahı, barış ve savaş kararı üzerindeki kontrolü varlığını sürdürecek. Hizbullah’ın Lübnan'ın dış ve savunma politikasını geniş hatlarla yönlendirmesine ek olarak, paralel ekonomiden toplumsal yarılmaya kadar tüm sonuçlarıyla devlet içinde devletçiğin varlığı devam edecek. Ayrıca, herhangi bir adayın Baabda Sarayı'na ulaşsa bile Hizbullah ve yönelimleri ile ‘onu rahatlatacak ve direnişin arkasını koruyacak’ şekilde uzlaşmadan, herhangi bir etki veya değişim ve reform yapma gücü olmayacağı da ortaya çıktı. Siyaseten bu durum şu anlama geliyor:

Muhalefet Cihat Azur'u veya diğer adaylardan birini cumhurbaşkanı makamına getirmeyi başarsa bile anlaşma gerekçeleri veya sistematik engelleme yoluyla engelleme gücüne sahip olduğundan, Şii İkilisi’nin ve özellikle de Hizbullah’ın onayı olmadan bu aday en ufak bir başarı elde edemeyecek. Bu engelleme, Beyrut'ta oturma eylemlerinin yapıldığı, bunun sonucunda Hizbullah’ın silahını içeriye yönelttiği ve ardından Doha Anlaşması’nın imzalandığı Ekim 2006'dan Mayıs 2008'e kadarki dönemden bu yana bir norm haline geldi. Hizbullah’ın kullandığı başka bir silah daha var; o da kendisini tatmin etmeyen bir hükümet kurarlarsa veya sevmediği bir cumhurbaşkanı seçerlerse, haksız buldukları bir kanuna göre milletvekilliği seçimi yaparlarsa, istediği zaman İsrail’e savaş açmak, başka ülkelerin savaşlarına karışmasını reddederlerse diğer tarafları vatana ihanetle suçlamak. Hizbullah ve müttefikleri, adayının farklı gündemlere sahip güçler arasındaki ‘kesişimin’ bir sonucu olduğunu söyleyerek muhalefeti kötülüyor. Sanki ‘seçim ittifakı’ denen bir şeyi duymamışlar ya da kendileri de bu yola başvurup, ‘Lübnan Kuvvetleri’, ‘Özgür Yurtsever Hareket’ ve ‘Müstakbel Hareketi’ ile kesişim sayesinde adayları Mişel Avn’ı cumhurbaşkanlığına getirmemişler gibi...

Seçim oturumunu ve öncesinde olanları gözlemleyenler ayrıca iki şeyi fark edecektir. Birincisi, Azur'un adaylığı konusunda muhalefetle kesişmesi, Özgür Yurtsevser Hareket'in siyasi duruşu hakkında net bir mesaj vermesini engellemedi. Nitekim kurucusu Avn, oturumdan birkaç gün önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i ziyaret etti. İkinci olarak, etkili bir Sünni parlamento bloğunun olmadığını belirtmekte fayda var. Sünni milletvekillerinin bazıları Süleyman Frenciye'ye oy verirken, Müstakbel Hareketi’ne bağlı çoğunluk oylamada çekimser kaldı. Oturumdaki tek olumlu şey, şu ana kadar Hizbullah'ın tek adayını Baabda'ya ulaştırmasının engellenmiş olması. Aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen Frenciye’yi seçmeyi reddeden 59 milletvekilinin oluşturduğu grup umarım dağılmaz. Aksine krizden çıkmak için bir program ve vizyon üzerinde çalışan sağlam bir çekirdek, Hizbullah ve müttefiklerine karşı dengeli bir güç oluşturur. Sünni milletvekilleri ve güçleri içerecek şekilde genişler. Bu, Lübnanlıların yüzleşme ve direnme güçlerine dair umudunu yitiren Arapların ve dost ülkelerin güvenini tazeleyecektir.

59 milletvekili 2005'ten bu yana yapılan hatalardan ders almalı. Bu hatalardan ilki de 14 Mart Hareketi'nin başbakanı olan Hariri'nin öldürülmesinin ardından yapılan ilk seçimlerde girdiği ilk dörtlü ittifaktır. Bunun amacı, Suriye güçlerinin Lübnan'ı terk etmesinden ve 1559 sayılı karar kapsamında Hizbullah’ın silahının bir yüke dönüşmesinden sonra ‘Hizbullah’a güven vermekti’. Hizbullah buna 2008'de Beyrut ve Cebel-i Lübnan işgaliyle karşılık vermişti.

Onca felaketten sonra cumhurbaşkanı seçiminin çıkmaza girmesi, yaşananların aslında Hariri'nin öldürülmesiyle başlayan Hizbullah egemenliğinin son aşaması olduğunun göstergesidir. Hizbullah egemenliğinin amacı ise rejimin yapısını yeni gerçeklere, ülkedeki güç dengesine, bölgedeki ve dünyadaki hakim iklimlere göre değiştirerek varlığını ve anayasal kazanımlarını meşrulaştırmaktır. Bunu da iki sihirli kelimeyle yapmaktadır: Diyalog ve uzlaşı.