Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesud Barzani, 11 Haziran'da kamuoyuna açık bir mesaj yayınlayarak şöyle dedi: "Irak parlamentosunda son günlerde yaşananlar, şovenist tarafların, imzalarına ve taahhütlerine saygı göstermeyenlerin maskesini düşürmüş, gerçek yüzlerini ve pazarlıklarını ortaya çıkarmıştır. Bunlar anayasaya saygı duymuyorlar. Bütçe kanunu taslağı Irak parlamentosunda kabul edildiğine göre şimdi maddelerinin iyi niyetle uygulanacağını umuyorum. Kürdistan bölgesinin Kürt halkına ait olduğunu, Kürt halkının kanının, fedakarlıklarının ve mücadelesinin ürünü olduğunu vurguluyoruz. Kürdistan bölgesini devre dışı bırakmaya ve yıkmaya yönelik her türlü pervasızca girişime şiddetle karşı çıkıyoruz. Bizim için Kürdistan bölgesi sadece bir kırmızı çizgi değil, aynı zamanda bir ölüm çizgisidir, yani ya Kürdistan ya da ölümdür.”
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) eski başkanı Barzani'nin mesajındaki bu pasaj, 2003'teki ABD işgalinden bugüne kadar iktidar ve nüfuzu eşit şekilde paylaşan önemli bir Irak partisi ile İran'a bağlı dini partiler arasında son 20 yılda ülkenin yönetimi konusunda yaşanan anlaşmazlığın ciddiyetini gösteriyor.
Irak eski petrol bakanı Mühendis İsam el-Çelebi’ye göre işgalden bu yana Irak petrol ihracatının satış değeri yaklaşık 1 trilyon 300 milyar doları buldu. Bakan bu rakamı verirken, Irak’ın petrol gelirlerine dair yıllık resmi rakamlara dayanıyor.
Peki, ülke sürekli elektrik kesintileri, gerileyen eğitim ve sağlık hizmetleri, artan yoksulluk, göç ve terörle mücadele ederken, 1 trilyon dolardan fazla bu gelir nasıl harcandı?
Eski maliye bakanı Dr. Ali Abdulemir Allavi, 16 Ağustos 2022'de eski başbakan Mustafa el-Kazimi'ye verdiği istifa mektubunda Irak'taki trajik durumu şöyle anlattı: “... üst düzey yetkililer, iş adamları, politikacılar ve yozlaşmış devlet memurlarından oluşan geniş ağlar, ekonominin tüm sektörlerini kontrol etmek, kamu hazinesinden milyarlarca dolar çekmek için karanlıkta çalışıyorlar.”
Allavi şunu da ekledi; “Maliye Bakanlığına en son 2005 yılında, Dr. İbrahim el-Caferi'nin geçiş hükümetinde yine maliye bakanı olarak görevlendirildiğimde girmiştim. İkinci kez bakanlığa atandıktan sonraki birkaç hafta içinde, hükümet mekanizmasının son 15 yılda ne kadar kötüleştiğine dair şok edici gerçeği öğrendim. Devletin büyük bir kısmı siyasi partiler ve kamudaki çıkar grupları tarafından fiilen ele geçirilmişti. Müdürler, sadece kısa süreler için kilit pozisyonlarda bulunmuşlardı ve birçoğu siyasi partilerin etkisi altındaydılar. Genel müdürlerin tümü, sorumlu oldukları pozisyonlar için uygun ve nitelikli değillerdi. 2006'da tanıdığım üst düzey personelin sayısı emeklilikler, kovmalar, istifalar ve hatta cinayetlerle büyük ölçüde azaltılmıştı. Standartlar en alt seviyeye düşmüştü. Maliye Bakanlığı, yetenekleri ve liyakatleri şüpheli insanlarla doluydu...”
Allavi sözlerini şöyle tamamlıyordu: “Bu ağlar, büyük siyasi partiler, milletvekilliği dokunulmazlığı ve hatta dış güçler tarafından korunuyor. Bu devasa yolsuzluk ve aldatmaca ahtapotunun kolları devletin ve kurumlarının her sektörüne ulaşmış durumda. Bu ülke ayakta kalacaksa, her ne pahasına olursa olsun bu ağ dağıtılmalıdır…”
Barzani'nin şu anki tehdidi ile Allavi'nin yaklaşık bir yıl önceki uyarısı arasında ne ilişki var? Aralarındaki bağlantı, ülkedeki (merkezi hükümet, vilayetler ve Kürdistan bölgesindeki) yaygın yolsuzluğun boyutunda, ayrıca bir "devlet" inşa etme projesinin yokluğunda yatıyor.
Birkaç hafta önce Paris'teki Uluslararası Tahkim Mahkemesi, IKBY’deki petrolün Irak-Türkiye boru hattı üzerinden ihraç edilmesini reddeden bağlayıcı bir karar aldı. Çünkü Türkiye ve Irak hükümetleri arasındaki anlaşmaya göre, Irak petrolünü ihraç etme yetkisi yalnızca Irak hükümetine bağlı SOMO şirketine ait.
Dahası, Uluslararası Tahkim Heyetine göre IKBY’nin petrol satışı anlaşmaya aykırıydı ve Türk hükümeti, hat üzerinden “SOMO” dışında bir tarafın petrol ihracatını durdurmalıydı. Türkiye ayrıca, anlaşmayı ihlal ettiği ve Irak'ın son yıllarda uğradığı mali zarar için Irak'a 1,47 milyar dolar tazminat ödemeliydi.
Bağlayıcı kararın alınmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen Türkiye hâlâ günde yaklaşık 400 bin varil petrol ihracatının yapıldığı boru hattını kapalı tutuyor. Hattın kapalı olmasının nedeninin “teknik bir arıza” olduğu söyleniyor.
"Teknik arızanın" niteliği bilinmemekle birlikte, bu gecikme Irak'ın yaklaşık 1 milyar dolarlık petrol ihracat satışını engelledi.
Bağdat ve Erbil bu dönemde IKBY petrolünün SOMO aracılığıyla ihraç edilmesi, ancak paranın IKBY hükümetinin bir Körfez ülkesindeki banka hesabına yatırılması ve Irak hükümetinin payının daha sonra Bağdat'a havale edilmesi konusunda anlaştı. Aynı şekilde Bağdat'ın, IKBY hükümeti ile bölgede faaliyet gösteren uluslararası petrol şirketleri arasındaki ilişkilere karışmaması şartıyla, bölgedeki petrol endüstrisinin IKBY hükümeti tarafından yönetilmesi konusunda da uzlaşıldı. Bunun karşılığında IKBY genel bütçe için sunduğu (ve Barzani'nin mesajında değindiği) şartların bir kısmını elde etti. Öte yandan anlaşma, petrol ihracatının sorumluluğu konusundaki anlaşmazlığı çözmüş olsa da aksi yöndeki yüksek yargı kararlarına rağmen, IKBY’nin petrol sektörünü yönetme konusundaki geniş yetkilerini korudu. Bu ise bazı anlaşmazlıkları çözmek, bazılarını da ertelemek anlamına geliyor.
Bütün bunlar petrol sektörüyle ilgiliydi. Ancak, henüz çözüme kavuşturulmamış ve her biri heder edilen ve yağmalanan milyarlarca dolar değerinde başka sorunlar da var. Örneğin, Irak'ta "yüzyılın skandalı" olarak bilinen ve yüz milyarlarca dolar değerindeki devlet fonlarının çalınmasıyla ilgili skandal var. Son olarak, “2004'ten bu yana 160 trilyon Irak dinarından fazla olduğu tahmin edilen devlet kurumlarına sağlanan avanslar” skandalı var. Irak Komünist Partisi'ne ait “Tarik eş-Şa’ab” gazetesinde yayınlanan bir televizyon röportajında ekonomi uzmanı Dr. Abdurrahman el-Meşhadani’ye göre “bu avanslar da yozlaşmışların cebine girmiş gibi görünüyor.”
Son olarak, geçtiğimiz haftalarda Irak, Basra ve yeni limanını Kuzey Irak ve Türkiye sınırına bağlayan bir Irak demiryolunun inşasına ilişkin resmî açıklama yayınlandı ve bu uluslararası basında da kendisine yer buldu. Açıklamada, bu hattın Körfez ülkelerinden Akdeniz'e oradan da Avrupa'ya ve tersi yönde mal taşımacılığının yeni ve önemli bir yolu olacağı söylendi. Ancak haberin resmi olarak açıklanmasından günler sonra İran'ı Basra'ya bağlayacak kısa bir demiryolunun inşası ve sonra yeni demiryoluna entegre edilmesiyle ilgili “küçük” bir açıklama daha yapıldı. Ardından, komşu ülkelere giden İran heyetleri İran mallarının bu yolla Akdeniz kıyılarına taşınacağını duyurdu. Dikkat çekicidir ki, demiryolu hattının bu kısmı Irak tarafından resmi olarak duyurulmadı!
Komşu ülkeler arasında dostluk bağlarının bulunduğu ve iç işlere karışılmadığı olağan durumlarda, bu demiryolunun geniş bölgesel fayda için kullanılması doğal. Ancak Irak'ta İran “Devrim Muhafızları” liderliğine ve talimatlarına alenen uyan bir Haşdi Şabi var. Peki, ne isteniyor? İstenen, Irak'ın yarın İran'a düşman, yayılmacı politikalarına hizmet etmesi için Arap Maşrık ülkelerine silah ihracını engellemeye çalışan şu veya bu tarafın sabotajlarının hedefi haline gelmesi için milyarlarca dolar harcayarak devasa ve geniş bir demiryolu ağı inşa etmesi. Peki, Irak “devleti” nerede? Ne zaman yeniden ayağa kalkıp Irak'ın çıkarlarını savunacak?