Mustafa Özcan
TT

Laik müceddit, laik mücahit!

 Allah,  cihat ve şahadet gibi kavramlar başkalarını da büyüleyen İslam’ın getirdiği orijinal kavramlardır.  Bu nedenle de Malezya gibi ülkelerde Allah kavramı kilise tarafından da devşirilmek istenmiştir. Çünkü Hıristiyanlıkla yaratıcıyı ifade eden kavramlar Allah gibi efradına cami ve ağyarına mani  ifadeler değildir.  Dolayısıyla Allah, bila istisna beni beşerin muhtaç olduğu müteal bir yaratıcının aşkın bir ifadesidir.  Keza İslam’ın getirdiği kavramlardan birisi de şahadet kavramıdır. Bu da çok güçlü bir kavramdır. İdealleri uğruna ölenleri ebedileştirmektedir.  İslam’a mahsus bir kavramdır lakin başkalarının ilgi ve çekim alanına da girmiştir. Esası hakka tanıklık etmektir.  Bu anlamda çağdaş ideolojiler bu kavramın tutkusuna kapılmışlardır. Sözgelimi Marksist dalgaların güçlü olduğu dönemlerde kimi solcular da kayıplarına ya da kaybettikleri yoldaşlarına şehit unvanı vermişlerdir.  Böylece ölülerine veya kayıplarına ebediyet karinesi atfetmişler, yaftası vurmuşlardır.  Cihat ve mücahit kavramı da böyledir. Cihat ve mücahidin tanımı dini ve İslami’dir. İslami zeminden gelen kimi akımlar zamanla seküler bir döngüye kapılmışlardır. Lakin buna rağmen ülfet ettikleri eski kavramlarını da terk etmemişlerdir.

 Sözgelimi Tunus kurucu lideri Burgiba dine veya diyanet alemine uzak birisidir. Bununla birlikte kendisine  ‘el mücahid el ekber/büyük mücahit’  sıfatı yakıştırmıştır. Bu anlamda Kaddafi gibi tuhaf davranışlar sergileyen bir liderdir. Kaddafi   el Hakim Biemrillah ile kıyaslanırken Burgiba da kendisine en büyük mücahit unvanını bahşetmiştir.  Zamanla sekülerleşen zeminde İslami kavramlar da sekülerleşmektedir.   İslami zeminden laik zemine kaymakta ya da laik zeminde İslami zemini kaybolmaktadır. Bunlardan birisi de cihat kavramından türemiş cihat eden anlamında mücahit kavramıdır.  Bunun en tipik misallerden birisi de Burgiba için ‘mücahit’ deyiminin kullanılmasıdır.

  Zaman zaman KKTC’de yayın yapan kanalları izliyorum, bakıyorum.  Bu yönde bir deyim kulağıma çalındı, ısırdı.   ‘Mücahitlere komutan’ olma deyimini duydum. Orada yerel mukavemet unsurlarına mücahit denilmektedir. Geçmişi 1957 yılına kadar geriye gitmektedir.   1957'de kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı, 1958'de fiilî olarak faaliyet göstermeye başladı. 1 Ağustos 1976 tarihinde Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'na dönüştürüldü. Üyelerine "mücahit" denmekteydi.

 Benzeri şekilde Cezayir'de de gazilerden müteşekkil kuruluşa Mücahitler Ulusal Örgütü denmektedir. Cezayir'deki en büyük gazi kuruluşu olan "Mücahitler Ulusal Örgütü" 2018 yılında Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın 5. dönem adaylığına karşı halk protestolarından yana tutum takınmıştır. 

Cezayir'de bağımsızlık sonrası devrede (1962) Mücahit ve Hak Sahipleri Bakanlığı kurulmuştur. Bakanlığın görev alanı şehit yakınlarını gözetmek, gazilerle ilgilenmek ve tarihi ve kültürel sembolleri ayakta tutmak, korumak ve kollamaktır.  Ayrıca bakanlık gazilere aylık bağlamaktadır.

 Kıbrıs’ta ya da KKTC sınırlarında mukavemet teşkilatı üyelerine de mücahit denilirken Türkiye’de ise Milli Kurtuluş Savaşına ve benzeri savaş cephelerine katılanlara münhasıran’ gazi’ denilmektedir.  Burgiba’nın lakabı el mücahit el ekber iken Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal’in lakabı da Gazi Mustafa Kemal’dir. Lakin mücahit veya gazi ifadelerinin medlul ve içerikleri birbirinden farklı değildir. Aynı kapıya çıkarlar.  

Eskiden yeni döneme devreden kavramlardan birisi de tecdit ve müceddid kavramıdır.  Mücedditlik özünde dini bir kavramdır. Hadiste her yüzyılın başında dini yenileyecek bir mücaddidin zuhur edeceği belirtilir. Bu hadis sahih olmakla birlikte müceddidin şahsına dair mütalaa ve değerlendirmeler indi, zanni veya içtihadidir. Ömer Bin Abdulaziz bunlardan ilkidir.  Mücedditlerin her hicri asrın başında zuhur edecekleri meselesi ise tartışmalıdır. Genelde böyle olmakla birlikte istisnaları da vardır.  Tunuslu Tahir bin Aşur ilgili bir risalesinde meseleyi tafsil eder ve tarihi verilerin ışığında bazı asırlarda geç dönemlerde de yenileme işleminin olabileceğini varsayar.  Yani mücedditler asrın başında da gelebilir. Ortasında da sonunda da. Ritmik bir durum söz konusu değildir.        

Cemil Meriç ile ilgili ‘yazılarında çekiç kullanan, seküler bir müceddit’ ifadesi kullanılmıştır. Bunu kullanan, yazar Hüsamettin Arslan’dır.  Hüsamettin Arslan, Cemil Meriç'i şöyle tarif ediyor:  “Bir ‘temizleyici, kutsallarımıza işaret eden bir ‘seküler’ müceddid, bir yenileyici, ayıklayıcı, bir bilge ve ustaların ustasıdır; imparatorluk geçmişimizin son entelektüel varisidir. Türkiye’nin son yüzyılda yetiştirdiği son büyük ‘münekkit’ ve eleştirmendir. Kendi halkına ve memleketine küfretmeksizin, kendi halkını aşağılamaksızın, kendisine ihanet etmeksizin de yazar, eleştirmen ve filozof olunabileceğinin paradigmatik örneğidir.” Burada iki zıt kavram bir araya getirilmiş ve bir terkip oluşturmuş: 'seküler müceddid.'Belki de onun yazılarının ilgi alanı ya da seküler alanla ilgili oluşu nedeniyle böyle bir tanıma gidilmiş. Elbette ona salt bir dini müceddid nazarıyla bakmak yanlıştır. Bu alan onun ilgili alanının merkezinde değildir.  Bu alanı teğet geçmiştir. Zaten Cemil Meriç'in böyle bir iddiası da hiç olmamıştır.