Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Avrupa ile Arapların Çin’le ilişkileri arasındaki fark nedir?

Avrupa ile Arap dünyasının Çin’le olan ilişkileri arasındaki farkı ya da farklılığı açıklayan birkaç belirleyici nokta var. Biz jeopolitik ilişkilerde, ekonomide, ticarette ve yatırımda özetlenebilecek iki temel konuya odaklanacağız.

Jeopolitik bakımdan Avrupa’nın Çin’le ilişkisini, ABD ile Çin arasındaki rekabet dairesi ve Avrupa’nın Batı dünyasına karşı bir Çin-Rusya ittifakının oluşmasına dair endişesi belirliyor. Arap ülkelerinin Çin’le ilişkisinde ise bunun tam tersini görüyoruz. Nitekim Arap ülkeleri, tarihî ve siyasi birkaç etken ve sebepten ötürü ABD’den ziyade Çin’e daha yakın.  

Ekonomi, ticaret ve yatırım bakımından Avrupa, Çin’in Avrupa ekonomileri üzerindeki nüfuzuna olan bağımlılığını -olabildiğince- azaltmak ve teknolojileri ile icatlarını Çin tarafına ihraç etmeye kısıtlamalar getirmek için çabalıyor. Araplar ise bu alanlardaki ulusal projelerini desteklemek için Çin teknolojisinden ve icatlarından en iyi şekilde yararlanmaya açıklar.

Nisan 2023’te Suudi Arabistan ile İran arasında Çin’in gözetimi ve diplomatik çabaları ile Pekin Anlaşması imzalandığında pek çok gözlemci, bu meselede Avrupa’nın rolü olmamasını eleştirdi. Özellikle de ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin azaldığı ve boşluğu doldurmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri yerine Çin’e alan açıldığı bir durumda.

2019 yılında Birleşik Arap Emirlikleri kıyılarındaki ticari gemilere ve Suudi Arabistan’daki Aramco petrol tesislerine karşı yapılan ve suçlama parmağının o dönemde İran’a veya onunla bağlantılı milislere yöneltildiği saldırılar açıkça, Arap (Basra) Körfezi ülkelerinin güvenliği ve tüm bölgedeki uluslararası deniz taşımacılığı için bir tehlike ve istikrarsızlık oluşturdu.   

Bu durum hem Çin hem de Batı için petrol ve gaz tedarikinin sürmesini garanti altına almak ve bölgenin güvenliğinin istikrarsızlaşmasına izin vermemek açısından önemliydi.

Fransa, Arap taraflar ve İran arasındaki gerilimi ve çatışmayı azaltmaya katkıda bulunmanın öneminin erken farkına vardı ve Ağustos 2021’de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un katılımıyla gerçekleştirilen Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı’nı düzenleyen taraflardan biri olarak oynadığı rolle bunun zeminini hazırladı.

Bağdat Konferansı, uzun zamandır bir arada bulunmamış tarafları (Irak, İran, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Türkiye ve Fransa) aynı masada buluşturan bir ilk olarak kabul edildi. 2022’de Ürdün’de düzenlenen ikinci konferansta bu taraflara Umman Sultanlığı ile Bahreyn de eklendi.

Bunun ışığında Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından yapılan ortak bir açıklamada Körfez ülkeleriyle stratejik bir ortaklık kurulması ve bilhassa ekonomik ilişkiler alanında bölge ülkeleriyle iş birliğinin güçlendirilmesi gerektiği vurgulandı. Çin ile Fransa ve genel olarak AB üyesi ülkeler arasındaki ikili ilişkiler düzeyindeki iyileşme ışığında Avrupa ülkeleri, bu yıl Pekin’de düzenlenecek zirveye katılımı dört gözle bekliyor. Bu zirveye Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, Irak ve İran katılacak.

‘Petrole susamışlık’, özellikle Ukrayna-Rusya savaşı krizinin yansımalarından biri olarak Avrupa’nın bölge ülkelerine olan ilgisini yeniden harekete geçirebilir. Bununla birlikte Çin-Arap ilişkileri, Çin’in Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinden farklı.

İki durum arasındaki farklılıklardan biri, birçok Avrupa ülkesinin Arap ve Ortadoğu bölgelerinde sömürge geçmişine sahip olmasıdır ki Çin ile olan ilişkilerinde bunun aksi söz konusudur.  

Çin, kendisini Üçüncü Dünya’nın ya da Güney Ülkeleri denen şeyin bir parçası olarak takdim eder ve daima, gelişmekte olan ülkelerin ve bağımsızlık mücadelesi veren ulusal kurtuluş cephelerinin çıkarlarını müdafaa bayrağı taşımıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi iki üyesi olarak Çin ile eski Sovyetler Birliği ülkeleri ve şimdiki Rusya, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası ilişkilerde tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçiş yönündeki taleplerinin yanında yer alıyordu.

Çin ve Rusya’nın bu yönelimlere ve değişim taleplerine desteğinin kendi çıkarlarıyla da örtüştüğünü söylemeye lüzum yok. Hiç şüphesiz ki BM Güvenlik Konseyi üyeliği reformu, Çin’in uluslararası arenadaki çıkarlarını etkileyebilir. ABD gibi bazı Batılı ülkeler, daimi üyelerin bileşimi reformunu benimseme konusunda hevesli davranırken bazı Batılı medya çevreleri, Çin’in bu reformlara karşı isteksiz olmasa da, bunun Batı’nın konseye daimi üye olarak katılmaları için Japonya’yı ve Hindistan’ı aday göstermesine yol açacağından endişe duyduğu için çekimser olduğuna işaret etti. Bu arada kurucu ülkeler olarak Çin ve Rusya, bazı Arap ülkelerini üyeleri arasında hiçbir Avrupalı ve Batılı ülkenin bulunmadığı Şangay Örgütü ile BRICS Grubu’na dahil etmek için çalıştı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Eylül 2021’de ilan ettiğine göre AB; Afrika ve dünyanın diğer bölgelerindeki Çin nüfuzuna karşı koymak için Çin’in ‘Kuşak ve Yol’ girişimine karşı ‘Dünyaya Açılan Kapı’ adlı rakip bir program hazırladı. ABD de Washington’da düzenlediği Afrika-Amerika toplantıları ya da Başkan Biden’ın yardımcısından dışişleri bakanına kadar üst düzey yetkililerin Çin’in yayılmacılığını baltalama çabaları kapsamında yaptığı Afrika ziyaretleri üzerinden Kahverengi Kıta’ya (Afrika) olan ilgisini yoğunlaştırdı.

Devamı var…