Kur’an-ı Kerim’i okumak ve içindekileri incelemek yerine yakmak, medeniyetler çatışmasına sevk eden, ötekinden nefret ettiğini açıkça gösteren ve dinlerin bir arada yaşamasına engel olan şeytani bir düşüncedir. Hatta, pragmatik bir özgürlük anlayışının sonucu olarak ortaya çıkan fikri bozukluktan kaynaklanan ahlaki bozukluğun da bir tezahürüdür. Özgürlük birine küfür etme, sövme, inançlarını hor görme ve hatta duygularını incitme hakkı vermez.
Bireyin özgürlüğü, toplumun özgürlüğünden ayrı değildir. Düşünür Rousseau’nun söylediği gibi; özgürlük kavramı, bireyin iradesi ile topluluğun iradesinin uyumlu olması üzerine kurulur. Çünkü aksi takdirde, özgürlük meselesi kaosa dönüşebilir ve bu durum herkesi etkileyebilecek bir tehlikeye yol açabilir. Bu yüzden bireyin özgürlüğü mensup olduğu çevrenin selameti ile sınırlıdır. Bireyin özgürlüğü, başkalarının özgürlüğünü gasp etmek demek değildir. Örneğin çıplak bir şekilde dışarı çıkmak bireyin kendi hür iradesiyle ilgili bir şeydir; ancak bu eylem diğerlerinin özgürlüğünü ihlal eder ve gözlerinin bu rahatsız edici sahne ile kirlenmesiyle canlarının sıkılmasına sebep olur. Hal buyken işin içinde birçok ölçüt vardır.
Özgürlük kavramının sınırlanması konusunda John Stuart Mill şöyle demiştir:
“İnsanlığın ya da (bir kısmının), üyelerinden birinin özgürlüğüne veya eylemlerine müdahale etmesinin yegâne gerekçesi nefsi korumak olabilir. Medeni bir topluma, üyelerinden birinin iradesine müdahale etme hakkını ancak başkalarını zarar görmekten koruma amacı verebilir.”
Özgürlük, ister duyguları isterse inançları yüzünden olsun, birinin incindiği yerde biter. Özgürlük, ilahi kitapları ibadet yerlerinin önünde yakmak demek değildir. İster Tevrat ister İncil ister Kur’an-ı Kerim isterse Gita (Hindu inancı) olsun, bunların hepsi kendi inananları olan kitaplardır ve yakılmaları ya da saygısızca muamele görmeleri doğru olmaz. Pragmatik özgürlük kavramı, toplumun barış içinde bir arada yaşamasını engelleyen fikri bir bozukluktur. Bazılarını Kur’an-ı Kerim’i yakmaya iten şey budur. Bu, alevlerin uçuşup başka yerlere sıçrayarak kontrol edilemeyecek ve söndürülemeyecek bir noktaya ulaşabileceği toplumsal bir çatışma ile sonuçlanacaktır.
Kitapların yakılması, Hülâgû, Neron ve Hüsrev tarafından yapıldığı üzere tarih boyunca geri kalmış ve barbar toplumların davranışları arasında yer almıştır. Bu eylem, karanlık çağlarda Avrupa’da ve Batı dünyasında yaygındı. Bugün tekrarlanması, bazı insanların Hülâgû ve Neron’un doktrinine olan özlemini yansıtmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in yakılması ve saygısızca muamele görmesi, Allah’tan gelen İslam dininin kitabı olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Halbuki İslam dininde hoşgörü vardır. Başkalarına karşı nefreti teşvik edecek bir şey yoktur. Bilakis “Dinde zorlama yoktur” ayeti ve ayrıca “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever” ayeti geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem için tam bir sure ayrılmıştır ve Hz. İsa’nın adı 25 kez, Hz. Muhammed’in adı ise sadece dört kez geçmektedir. Kur’an, şiddete teşvik eden bir şey içermez, aksine Müslümanlara bir taraf barışa meylettiğinde barışa meyletmelerini emreder. Kur’an-ı Kerim’i yakmayı düşünen biri, onu okumayı hiç düşünmemiştir.
İsveç gibi sözde dinler arası barışçıl yaşamın olduğu bir ülkede, maalesef anlayışsız ve barışa düşman kişilere hala izin verilerek Müslümanların camileri önünde Kur’an’ın yakılması, dünya genelinde 1,5 milyardan fazla Müslümanı tahrik etmeye yönelik provokatif bir girişimdir. Bu, dinler arası çatışmayı teşvik etmek, nefreti körüklemek ve başkasını ötekileştirme kültürünü yaymak için tasarlanmış bir politikanın göstergesidir. Gösteri, yakma ve nefret eylemlerine izin verilmesi konusunda İsveç hükümetinin öne sürdüğü gerekçeler kabul edilemez ve ikna edici değillerdir. Bunlar ‘ifade özgürlüğü’ sloganlarıyla süslenmiş olsa da bu özgürlük paravanları, antisemitizm veya Holokost’un asıl ortaya çıkışı bir yana sadece burada ölenlerin sayısının sorgulanması gibi hassas noktalara temas ettiğinde hemen düşecektir. Bu, İsveç hükümetinin, dünya genelinde nefret söylemini yok etmeyi taahhüt eden yeni bir küresel düzende kabul edilemez politikalarının çifte standartlı bir şekilde uygulandığını göstermektedir. Ancak neden bunu idrak edemiyorlar anlamıyorum. Bunun için haklıyı, iyiyi ve özgürlüğü işine göre yorumlayan pragmatik ve seçici siyasetten, kibirden ve tam bir cehalet içinde renkli komplekslerin hakimiyetinden başka bir gerekçe bulamadım.
Toplumsal barış, en büyük nimetlerden biridir ve eğer yok olursa, tüm kötülükler diş gösterecektir. Bir grubun diğerinin üzerine veya bir topluluğun diğerine üstünlük kurması doğru değildir. Londra gibi bir yerde, bir adam çıkıp silahını insanlara doğrultsa polis onu tutuklamaz mı? Bu imkansızdır. Böyle bir durumda silahlı bir ekip gelir ve bu durumu çözmeye çalışır. Bu durum, benim nazarımda, Kur’an-ı Kerim’i yakan Iraklı gencin yaptığı şeye benziyor. Bu, bir arada yaşamaya ve toplumsal barışa apaçık tehdittir. Genç, toplumsal barışı ve güvenliği bozma pahasına kendi çıkarını tercih etti. Irak’a dönüş kağıtlarını yakarak devleti onu kabul etmeye zorlamak istedi. Narsistler her zaman böyledir, sadece kendilerini önemserler. İslam’ın hoşgörüsünden bahsetmek için burada değiliz ancak Bernard Lewis’in ‘The West and the Middle East’ kitabında dediği gibi; “İslam dini geleneksel dini hoşgörüyü diğerlerinden daha iyi bir şekilde toplamayı başarmıştır.” Narsist radikalistler, barışçıl birlikteliği yıkmayı amaçlayan kişilerdir, yeryüzündeki inananlar ise ‘Allah sevgisi’ için çabalamaya devam ederler.