Mustafa Özcan
TT

Karaman-Karamanlı-Karamanlis

Birinci sahne: Almanya…

1970’li yıllarda olmalı apartmanlar arası uzanan çimenlerde Türk çocukları olarak top koşturuyorduk. Yanımızda birden birisi beliriverdi. Yanında bir de sarı tenli olmayan beyaz tenli bir kız çocuğu duruyordu.  Çevrede Yugoslavya göçmenleri falan vardı ve onlar genellikle sivri eşkalli oluyorlardı. Bu öyle değildi.  Menşeini çıkaramadık. Adam babası ya da abisi olmalı kız çocuğunu bize emanet etti ve adres aramaya gitti. Kız bizim yanımızda duruyordu.  Kızın ülkesini öğrenmiştik ama o ülkenin hangisi olduğunu bilmiyorduk.  Batı Trakyalı Mümin abi camdan bakıyordu.  Ona hitaben ‘ Kız Grekland denilen bir ülkedenmiş’ diye seslendik.  Mümin abi ‘  Kızanlarım orası Yunanistan’ dedi. Öğrenmiş olduk ve bozuntuya vermedik.  Kız ve babası bizim bloğun bitişiğindeki Çanakkaleli Fahri ağabeylerin oturduğu yan blokta kalmaya başladılar.  Oturduğumuz Kiel’in banliyölerindeki adresimizden bazen deniz kenarına açılırken ormanlı yolda karşılaşıyorduk.  Adam bana Türkçe söz atıyordu. Ben de aynı şekilde karşılık veriyordum. İleriki yıllarda Yunanlı kızla karşılaştığımda pek serpilmediğini fark ettim. Bodur kalmıştı. Lakin o tanışıklığı gönlümün bir kenarında hep taşıdım.

Belli ki kız ve ailesi 1924 mübadelesinde suyun öteki yakasına gidenler arasında yer alıyordu.  Ortodoks olmakla birlikte Türk asıllıydılar ve bu yüzden de  Türkçeyi ihmal etmiyorlardı.  Karaman asıllı Ortodoks Türklere Karamanlis denilmektedir.   

Büyük ülkeler veya milletler daha özgüvenli ve daha hoş görülü oluyor. Küçük milletler daha kompleksi ve ihtilaflı olduğu milletlere karşı düşmanca hislerle dolu olabiliyor.  Egemen ve sömürgeci devletler ise potansiyel olarak onları aracı milletler olarak gördüklerinden yayılmaları için manivela veya basamak olarak kullanıyorlar.   Tarih bazen düşmanlık üretse de bizi birbirimize karşı bağlama potansiyeline de sahiptir.  Ortak paydalar boldur.  Keşke düşmanlık formatı üzerine kurulu ilişkilerin kimyasını dostluğa uzanan bir zemine çevirebilsek.

İkinci sahne: Makedonya. 

1990’lı yılların hangi basamağında olduğunu hatırlamıyorum. Dostlarımızla birlikte Muhammed Aruçi’nin doğduğu Batı Makedonya’daki Gostivar’ın Vrapciste köyüne de uğramıştık.  Burası kimlik çekişmelerine sahne olsa da Anadolu’dan bir parça idi. Kahvehaneleri bizim kahvehanelerimizdi, sohbetler çay eşliğinde koyulaşıyordu. Muhammed Aruçi soylarının Karaman’a dayandığını söyleyen yakınlarından birisiyle tartışıyor ve onu tersliyordu. Susturmaya çalışıyordu. Bunun uydurma bir nisbe olduğunu ileri sürüyordu. Gerçekten de bölgedeki insanların tamamına yakını Türkçe biliyor ve Türkiye ile sıkı bağlarıyla tanınıyordu.  Bununla birlikte bir ailenin bir parçası kendisini Türk diğeri de Arnavut hissedebiliyordu. Galiba o seferimizde Aruçi’nin babası Kemal bey de hala hayatta idi.  Kısaca Balkanlar Karaman şehrinin bir uzantısı gibiydi.  Bir dönemler Tai’ler, Ensariler gibi Karamanlılar vardı ve Afrika’nın kuzeyi ile Avrupa’nın güneyini şenlendirmişlerdi.

Üçüncü Sahne: Libya-Trablus…

1994 yılında ilk kez Libya’ya gittim ve burada tarihimizin parçalarıyla karşılaştım.  Trablusgarp ya da Bingazi olmalı.  Duvarlarda Karamanlı ibareleri görüyordum. Karamanlı hanedanlığını tanımıyordum. Bunların kim olduklarına merak salmıştım. Mesele hayalime tünemişti.  Kaçamak bir şekilde kitapçılara uğradım ama Karamanlılarla ilgili merakımı giderecek bir ayrıntı göremedim.  Kabaca bazı tarihler veriyorlardı.  Almanya’da duvarlarda Turken Raus (Türkler dışarı) yazarken Libya şehirlerinin duvarlarını Karamanlı ibaresi süslüyordu.  Özellikle de Mısrata bir Türk şehri olarak biliniyor.   Mısrata kenti "Libya'daki Türk kökenli toplumun ana merkezi" olarak kabul edilmektedir; Türkler toplamda Misrata'nın 400.000 nüfusunun yaklaşık üçte ikisini (yaklaşık 270.000) oluşturmaktadır. Ayrıca Trablus'ta da büyüyen bir Türk nüfusu bulunmaktadır.   Turgut Reis de Libya gibi yad ellerde bıraktığımız destansı şahsiyetlerden birisidir. 

İstanbul sahnesi:  Beyazıt Meydanı-Beyaz Saray İş Hanı  

Bazen Yümni İş Merkezine taşınmadan eski yerinde Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısını ziyaret ederdim. Kış yaz demeden damlardım.  Bazen imkanıma nispette aradığım kitaplara erişirdim. Bazen de imkanlarımı zorlamadan alacaklarımı geriye bırakır ve bilahare onları kaçırdığımda ise üzülürdüm.   Yeni çıkan kitaplar ile eski kitaplar tarassudum altında olurdu.  Enderun Kitabevini kuran ve işleten İsmail Özdoğan Bey bir sahaf ve kitapsever olduğu kadar aynı zamanda dost canlısı birisiydi. Kitabevini Şevket Eygi, Ertuğrul Düzdağ gibi yazar ve kalemler şenlendirirdi.  Kitabevi zaman zaman dostların buluştuğu mekan olurdu. Mehmet Akif Ersoy ve Firdevsi’den bahseden kitapları bulmak mümkündü. Şehname bunlardan birisidir.

Enrderun sahibi İsmail Özdoğan Ebu’z Ziyafe Şevket Bey’in mekanına da gelirdi. Orada sık sık karşılaşırdık.   Libya ziyaretimden beri Karamanlı hanedanlığı veya ailesi kafamda yer etmişti.  Bir defasında Enderun’da rafları karıştırırken Karamanlılarla ilgili İngilizce bir çalışma gördüm. Almak için heveslendim ama nasıl olsa dahasonra da gelir alırım diye de teselli buldum ve ihmal ettim. Belki o anda para kitaptan daha tatlı geldi.

Son Sahne: Yümni İş Merkezi-Vezneciler

Bazen Beyaz Saray’ın yeni yerine uğruyorum. Eski yerinden pek de ırak sayılmaz.  Üç kata serpilmiş yayınevlerini geziyorum. Bunlardan birisi de Asalet Yayınları.  Yeni kitap çeşitleri gördükçe uğruyorum. Kitapları göz gezdirirken eski bir göz ağrısı ile karşılaştım.  Ed Devletü’l Karamanliyye Fi Libya/Libya’da Karamanlı Devleti adını taşıyordu. Bu nasibim olacak ki diğerleriyle birlikte yayıncı 500 sayfalık kitabı almam için ısrar etti. Böylece Karamanlı Hanedanlığıyla İstanbul’da buluşmuş oldum.

Ben de özlemimi bu şekilde giderdim.  Bazen özlemlerinize kavuşmak için gözünüzü karartacaksınız!

Karamanlı ve Karamanlis, Karaman’dan kopan parçalar. Onları yok veya yabancı saymak köklerimize yabancılaşmaktır!