Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

​Doğu Asya… Nasır’ın bakış açısı mı, Selman’ın vizyonu mu?

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Japonya’nın ardından Hindistan-Çin-Pakistan üçgeni ile olan ilişkilere de yeni bir nitelik kazandırdı. Zira çeşitli ihtiyaçlar doğrultusunda yürütülen iş birliği ve ticaret dengesini, kültürden askeri ilişkilere kadar tüm yönleriyle stratejik derinliğe dönüştürdü. Bu, dönemsel dalgalanmalara göre şekillenen geçici bir ilişki olmayacaktır. 60 yıl önce, ani bir fenomenin ortaya çıkardığı stresli ve aynı zamanda zorunlu bir ilişki durumunu da yansıtmamaktır. Bununla 1950'lerdeki tesadüfî bir devrimci coşkuyla ortaya çıkan “Bağlantısızlar Hareketini” kastediyoruz.
Meseleyi biraz daha netleştirmek gerekirse…
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'ın 23 Temmuz devriminin doğasını keşfetmesiyle birlikte takındığı sert tavır Washington yönetiminin Yüksek Baraj inşasını kısmen veya tamamen finanse etme konusundaki isteksizliği Cemal Abdunnasır’ın Mahatma Gandhi ve Çin’in ilk kominist Başbakanı Zhou Enlai inancına uygun olarak devrim gerçekleştiren Hint lider Pandit Cevahirlal Nehru ile görüşmesine neden olmuştur. Görüşme trafiği daha sonra Mareşal Tito, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno ve Afrikalı lider Nkrumah’a kadar uzanmıştır.
Yukarıda belirtilen liderler düzeyindeki görüşmeler, ABD’nin inşa etmek için çaba sarf ettiği ittifakların doğurduğu çift kutuplu dünyaya, Soğuk Savaş’a alternatif arayışlarıdır. Aynı dönemde Sovyetler Birliği, Arap bölgesi, Hindistan ve Pakistan’da etkin olmaya da çabalıyordu. Üye devletler arasındaki birçok görüş ayrılığı nedeniyle Bağlantısızlar Hareketi stratejik bir çerçevede ilerleyemedi. Dolayısıyla zamanla etkisini yitirmeye başladı. Bu hareketten önce gelen bazı ittifaklar onlarca yıl boyunca devam edebildi. Çünkü beklenmedik koşullardan kaynaklanan çalkantıların yanı sıra zorluklardan kaçınmasını bilmişler ve gelecek adına vizyon oluşturabilmişlerdi.
Bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin tarihine baktığımızda Suudi liderliğinin Doğu Asya bölgesiyle sürekli ve dikkatli bir şekilde ilgilendiğini ve ilişkileri geliştirmek istediğini gözlemliyoruz. Bu durum Suudi Arabistan’ı uluslararası arenada çok seçkin ve etkili bir ülke haline getirdi.
Japonya, Suudi Veliaht Prensi'nin Pakistan, Hindistan ve Çin'deki üç günlük temasları vesilesiyle Kral Selman'ın 18 Şubat 2014'te ülkeye düzenlediği ziyaret sırasında (o dönem Prens Muhammed savunma bakanıydı) ifade ettiği bir konuyu yeniden gündeme taşıdı. Başbakan Şinzo Abe bu konuyu şöyle ifade etti:
"Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler yaklaşık 100 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu ilişkileri ve dostluğu kendi ellerimizle gelecek nesillere aktarmak istiyoruz."
Burada görüyoruz ki torun Prens Muhammed (söz konusu ziyarette babasının yanındaydı) Suudi krallar Faysal, Halid, Fahd ve Abdullah’ın izinden yürümeye devam ediyor. Kral Selman'ın Doğu Asya’ya yönelik stratejik ilişkilerini daha da geliştirmek istiyor. Aynı zamanda, Japonya Başbakanı'nın beş yıl önce ifade ettiği konuyu başarmaya gayret ediyor. Pakistan, Hindistan ve Çin'deki hükümet yetkilileri bu durumu zaten ifade etti. Başka bir deyişle torun kuşağı, kurucu dedelerin başlattıkları atılımları güçlendirmeye çalışıyor.
Veliaht Prens Muhammed, söz konusu dört ülkede Protokol kurallarının ötesine geçilerek karşılandı. Bu sadece misafirperverlik ile izah edilebilecek bir şey değildir. Bilakis bu, ziyaretçinin, ilişkilerin daha sağlam ve gelişmiş olmasını isteyen bir vizyona sahip olmasından kaynaklanıyor. Stratejik yönü güçlü, "Vizyon 2030" adı verilen bir yol haritasını uygulamaya çalışan bir liderden bahsediyoruz. Her söylediği dikkatle analiz edilmelidir.
Yukarıda işaret ettiğimiz konuyu tamamlamak gerekirse…
Veliaht Prensin bu kıtasal yolculuğu, 1950'lerdeki Nasır ve Bağlantısızlar Hareketi’nin bazı zorlukları aşmak için atmak zorunda kaldıkları adımların benzeri bir hamle değildir. Zorluklar, pozisyonların ve koşulların değişimini ve vaatlere bağlılığı gerekli kılar. Doğu Asya ile kurulan bu yeni stratejik ilişkinin bir benzeri, bazı düzenlemelerin ve politikaların farklı niteliklerine rağmen Güvenlik Konseyi’nin dört daimi üyesi, ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa ile de kurulmuştu. Veliaht Prens Muhammed'in bu ülkelere yaptığı ziyaretler, stratejik ilişkinin özelliklerini yansıtmanın yanı sıra önceden yapılan ziyaretlere bir karşılık olarak da değerlendirilebilir.
Veliaht Prens Muhammed'in Amerika ve Avrupa ülkelerine yaptığı her ziyarette kayda değer adımlar atılmıştı. Şimdi de Çin'i ziyaret ediyor, stratejik hamle bağlamında atılan imzalar, bir milyar nüfusa sahip Çin’e verilen öneme doğrudan işaret ediyor. Dolaylı olarak da bu ümmetin burayla daha sıkı ilişkiler geliştirmesi gerektiğini ima ediyor. Çin de Çincenin Arap dünyasında konuşulan ve yazılan bir dil olmasını, İngilizcenin ve Fransızcanın sahip olduğu ayrıcalığa sahip olmasını istiyor. Suudi ve Körfez pazarında çok sayıda Çin ürününün yaygınlaşmasına paralel olarak bu dilin de yaygınlaşmasını arzu ediyor.
Çin bu amaç doğrultusunda Arapça konuşan diplomatlar yetiştirmeye çalışıyor, Lübnan Büyükelçisi bu hamlenin en yeni örneğidir. Pekin yönetimi ayrıca çeşitli konularda Çinceden Arapçaya çevrilmiş yüzlerce eser yayınlayarak Arap dünyasında Çin kültürünü yaymaya yönelik bir program başlattı. Buna paralele olarak Prens Muhammed Bin Selman, Suudi okullarında İngilizcenin ve Fransızcanın yanı sıra Çincenin de okutulması kararını aldı. Bu, Vizyon 2030 neslinin 20 yıl sonra Çince konuşabileceği ve Çin’e yapacağı ziyaretlerde çevirmene ihtiyaç duymayacağı anlamına geliyor.
Suudi Arabistan yöneticilerinin Suudi turist gruplarını cesaretlendirmek için sabırsızlandıkları bir dönemde Prens Muhammed bir milyar nüfuslu Çin’in yanı sıra Hindistan, Pakistan ve Japonya’yı da ziyaret ederek bu türden stratejik ilişkilerin temellerini oluşturmuş oldu. Dolayısıyla bu dönüşüm zamanla kaybolmayacak, Bağlantısızlar Hareketi’nin uğradığı erozyona da uğramayacaktır. Sadece politika üzerine inşa edilen ilişkiler, siyasi sembollerin ortadan kalkması ile silinir gider. Stratejik ilişkilerde ise kararlılık söz konusudur. Dolayısıyla ilişkiler kuşaktan kuşağa devam edebilmektedir.
Tahminimiz odur ki Doğu Asya’daki Suudi başarısı, özellikle Çin ile olan ilişkilerdeki başarı, Rusya’nın İran ve Suriye meselesine yönelik yaklaşımını gözden geçirmesine neden olabilir. Zira Çin’in popüler ve resmi olarak kabul görmeye başlaması, Rusya’nın bölgede yalnızlaşması demektir. Çin şu anda Suudi Arabistan’la geliştirdiği ortak vizyon sayesinde diplomatik ilişki bağlamında örneklik teşkil edecek hale geldi. Abdunnasır ve Bağlantısızlar Hareketi’nin en fazla ihtiyaç duyduğu ilişki şekli de tam olarak buydu.