Nebil Fehmi
Mısır eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi
TT

Batıfobi ve İslamofobi

Arap ülkelerin çoğu, genelde Batı Avrupalı olan sömürgeci güçlerin temsil ettiği yabancı işgalinin etkisinden geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında çıktı. Arap ülkelerimiz, farklı biçimlerde ve koşullarına göre siyasi, kültürel ve kurumsal planda sömürgeci çalışma yönteminden etkilendi.
Kuzey Afrika’daki Arap nesillerde Fransızca, Arapçaya üstün geldi. Avrupa’da Fransızca konuşan ülkeler, Arap Batısı’ndan gelen Arap araştırmacılar veya daha iyi ekonomik koşullar arayanlar için cazibe merkezi haline geldi. Hâlbuki birçok araştırmacı ve entelektüel, Avrupa sömürgesine karşı mücadelede kahramanca roller üstlenmişlerdi.
İngiltere sömürgesi, Mısır Devleti yapısını ve kurumlarını büyük ölçüde etkiledi. Fransız kültürünün bir karışımı ile de hukuk ve yasama sistemi üzerinde etki bıraktı. Bu etki, kültürlü Mısır siyaset öncülerinin, 1919 Devrimi’nin yapı taşı olan derin bir yasal otoriteye sahip olmalarına ve ülkenin İngilizlerden bağımsızlaşması için yapılan çağrılara rağmen gerçekleşti.
Arap Doğusu’nun tarihi ise Avrupa sömürgeciliğinin bir karışımına sahne oldu. Nitekim Fransa, Şam’ı etki altında bırakırken İngiltere’nin etkisi daha çok Ürdün ve Irak’ta belirgindi ve Arap Körfezi ülkelerine dek uzandı. Ta ki bu ülkelerin halkları, Batı sömürgeciliğinden kurtulmak için savunmaya geçene kadar.
Tüm bunların Arap halkları üzerinde çeşitli yansımaları oldu. İktidar grubu, sömürgecinin kültüründen, özellikle de eğitim sisteminden faydalanmaya meyilliydi. Öte yandan toplulukların, sömürge karşıtlığı, bağımsızlık talebi ve ulusal kimliğe tutunma tavrı konusunda teşvik edilmesinde etken olan taraf da çoğu zaman bu grup oldu.
Bunu, ABD’nin liderlik ettiği modern ve dolaylı sömürgecilik, yani ‘neokolonyalizm’ izledi. Devletlere resmî bir vesayet dayatmayan bu yaklaşım, etkisini Amerikan mesajının gücü ve Amerikan rüyasının, imkânlarının ve zenginliğinin çekiciliği ile göstererek halkları, kapitalizm, piyasa ekonomisi ve siyasi liberalizm konularında Amerikan uygulamalarını benimsemeye teşvik etti. Bu, en başta çekici bir felsefedir; ta ki geçmişte doğrudan Avrupa sömürgeciliği ile tanık olduğumuz gibi gücünü dayatana kadar.
Bu zihinsel ve yumuşak ekonomik sömürgecilik, Arap ülkeleri ile gelişmekte olan ülkelerin sınırlarında kalmayarak ilerilere uzandı. O kadar ki eski Fransa Kültür Bakanı Jack Lang, ‘hamburger restoranı kültürünün’ Fransız kültürüne üstün olmadığını ifade ederek Amerikan mesajından şikâyetçi oldu. Lang, Fransızcaya bağlı kalarak yayılması için çabalamanın en ateşli savunucularından biriydi.


İslam ve Batı Konferansı’nda Ezher Şeyhi ve birkaç imam (Müslüman Bilgeler Konseyi)

Aynı şey, Rusya ve Çin gibi büyük ülkeler için de geçerli. Nitekim Başkan Putin, liberalizmin sona erdiğini ilan etti. Halklarının kişisel maddi gelirlere ve Batı, özellikle de Amerikan tüketimi tarzında mal edinimine yönelik isteğinin artması ile birlikte Çin Devlet Başkanı da küresel ekonomi reformu sistemine liderlik etmeye hazır olduğunu dile getirdi. Bunun yanı sıra dünya ülkelerinde çok sayıda vatandaşın Batı vizesi almak için Amerikan ve Batı konsolosluklarının önünde sıra olduklarına şahit oluyoruz.
Bu, Batı dünyasına mensup olmayan dünya halkları tarafından, aynı anda hem Batı’ya karşı çıkma hem de onu arzulama şeklindeki bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Dürüst olmak gerekir ki Batılı tutumlara karşı genel ve otomatik memnuniyetsizliğin kaynağı esasında eski sömürgecinin üsten bakışına yönelik itirazdır. Nitekim bu sömürgeci, kendi Anglosakson medeniyetinin, doğudaki ve güneydeki diğer medeniyetlerden üstün olduğunu düşünüyordu ve düşünüyor. Geçmişte bu sömürgeciliğin, özellikle eğitim, kültür ve kalkınma alanlarında gelişmekte olan halklara faydalı olduğu savunulurdu. Şimdi ise ABD, durumunun dünyanın geri kalanına üstünlüğü ve özelliğine dair köklü bir kanaatten (Amerikan olağanüstülüğü) hareket ediyor. Bu, Batılı olmayıp gelişmekte ve sanayileşmiş olan uluslararası toplumu, Batılı olan her şeye otomatik olarak kuşku ile yaklaşmaya iter ve ‘Batıfobi’ olgusunu doğurur.
ABD ve Batı ülkelerini, siyasetlerini değiştirmeden önce dünyanın geri kalanına yönelik üstten bakışlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. Arap ülkelerini ise Batı’dan ve kendi toplumları dışından gelen her şeyi faydasız ve mantıksız bir şekilde direkt reddetmek yerine diğerlerinin tecrübelerinden kendi hedefleri ve çıkarları ile örtüşecek şekilde yararlanmalarını sağlayabilecek öz yetenekler geliştirmeye çağırıyorum.
Batı ve sanayi ülkeleri tarafından İslam ve Arap ülkelerini hedef alan benzer bir olgu daha var: İslamofobi. Çağdaş Batı ve sanayi toplumu bilim, spor, tıp ve edebiyat alanındaki çoğu başarısının büyük ölçüde İslam toplumlarından olan vatandaşların, düşünürlerin, bilim adamlarının ve tıpçıların katkılarına dayandığını, modern sanayi ülkelerinin bu birikimin üzerine inşa edip onu daha gelişmiş seviyelere taşıdığını bilmiyor ya da görmezden geliyor. 
Batı ve sanayi dünyasının, İslami olan her inanca, düşünceye ve hatta kıyafete derin bir endişe ve şüphe ile baktığını ve onu pek çok durumda ırkçı bir tavırla ele aldığını görüyoruz. Hâlbuki Batı ve sanayi ülkeleri insan hakları, eşitlik, adalet ve demokrasi ile övünür durur. Ortadoğu ve İslam dünyasında radikal düşünce gruplarının faaliyetlerinin artmasından sonra şiddet, terör ve görüşlerini korku ve sindirme ile dayatmaya çalışma şeklindeki uygulamalarda bir artışa tanık olduk. Önce İslam ve Arap dünyasında ortaya çıkan bu olgu, küreselleşme çağı ile birlikte faaliyetlerini başka ülkelere ve dünya üzerinde geniş alanlara yaydı.
Bu esnada Batı ve gelişmiş sanayi dünyası, İslam ve Arap dünyamızın doğal zenginliklerinden, servetten ve buralarda olan sermayeden ya da kendi mal ve ürünlerini satmak için pazarlarımızdan faydalanmaya çalışmaktan geri durmuyor. Onlar, İslam ve Arap enerjilerinin büyüklüğünün kendilerine fayda ve ayrıcalık getirebileceğinin tamamen farkındalar. İslamofobi uygulamasında otomatik endişe ve tereddüt bakımından çelişkili politikalar uygularlarken Müslüman toplumların kendilerine sunabileceği fırsatlar ve faydalardan da yararlanmaya devam ediyorlar.
Bu Batılı uygulamaları savunma ve aklama yanlışına düşmeden terör ve şiddete başvurmanın İslam dünyasına zarar verdiğini ve İslam dışı dünyaya verdiği hasardan ziyade içeride endişelere sebep olduğunu kabul etmek gerekir. Müslüman toplumlarda verilen maddi ve insani kurbanların, Müslüman olmayan toplumlardan çok daha fazla olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bunlar, dinin kökeni, hoşgörüsü ve gerçek kavramlarıyla ile de çelişen şeylerdir. Bunun başlıca sebebi, Müslüman toplumlarımızın, ortaya çıktıkları anda radikal grupların gerici düşüncelerine karşı koymada ihmalkâr davranması ve dinî içtihadı kentleşmeye doğru itme konusunda tereddüt etmesidir. Bu, hak dinimizin tüm çağları kapsadığı yönünde ileri sürdüğümüz ve tutunduğumuz iddia ile de örtüşmez.
Bundan hareketle İslam dünyasını, İslami-dini kılıfa bürünen her terörist ve çatışmacı eğilime karşı sesini yükseltmeye davet ediyorum. Ayrıca ötekine karşı açık görüşlü ve medeni düşünceye tutunmaya, yeni ve değişik olan her şeyi reddeden kısmi ve boş açıklamalardan daha kapsamlı ve güçlü sütunlar oluşturan İslam dinimizin kökenleri ile çelişmemeye çağırıyorum.
Bu bağlamda Batı ve sanayi dünyasına da tavsiyem, İslam toplumlarına yönelik davranış biçimini yeniden düşünmesi ve toplumlar arasındaki engelleri ve duvarları yıkan küreselleşme çağında birbirimize hizmet etmemiz için ırkçılığı reddetmesidir. Bu, gerek Müslüman toplumlarımızda gerekse başka toplumlarda bulunan aşırılık yanlılarına ve asilere karşı daha fazla işbirliği yapabilmemizi de sağlar.
Batıfobi ve İslamofobi yok; aydınlanma ve kardeşliğe dönüş var.