Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

İran, vekalet savaşlarına ivme kazandırır mı?

ABD Başkanı Donald Trump, Velayet-i Fakih rejiminin finans akışlarını neredeyse durduran Washington yaptırımlarının etkinliğine işaret ederek, “İran, artık iki buçuk yıl önceki devletle aynı değil. Başka bir ülke üzerinden değil, doğrudan muhatap oluyoruz” dediğinde, aslında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un yönettiği ve Fransızların, savaştan uzak durup barış yanlısı olma isteğine dayalı olduğunu söylediği Fransız çabaları sayfasını çevirmiş oldu.
Boşa çıkarılan Fransız çabaları, nükleer anlaşmanın ölüm döşeğinde olduğunu kabullenmeyerek, günlük 700 bin varil ihracatını kolaylaştırma talebiyle yaptırımları hafifletmeyi önerdi. Nükleer meseleden sonra balistik silah, İran’ın bölgesel rolü ve bölgesel istikrarın sarsılması konusundaki yükümlülüğünün ele alınması gibi belli başlı noktalar ve tarihler ile ilgili net bir gündem eklenmeyerek, dört ay içerisinde ödenmek üzere 15 milyar dolar tutarında bir kredi maddesi de içerdi.
Bu çabalar başarısız oldu. Çünkü Washington’ın ‘anlayışına’ oynayan Paris, İran rejiminin doğasını iyi okuyamadı ve Tahran’daki karar alma sürecinin hakikatini kavrayamadı. Doğrudur, Bakan Zarif çok gülümser. Ama kesin olan şu ki ‘Amerikalılarla diyaloğa ilişkin her şey’, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de dediği gibi “Yüce Rehber’in elindedir.”
Rehber, ABD seçimlerine kadar bir manevra alanı olduğuna inandığı sürece, müzakerelere gitmeyi kabul etmeyecektir. O, Amerikalılarla mola vermeyi, siyasetinin başlığı bellemiş!
Yüce Rehber’in İran’ın Batı’ya yönelik şantajı doğrultusundaki siyasetine dair herhangi bir ciddi okuma, şu gerçekle başlar;
Nükleer anlaşmaya dokunulmaz. Zira bu anlaşma, İran’ın aslında sahip olmadığı bir malın satışına dayalıdır ve ne balistik füzeleri ne de bölgesel etkinliği müzakere eder. Bununla birlikte Ruhani’nin çelişkili söylemleri ve Zarif’in tebessümleri, zaman kazanma ve bu zamanı zenginleştirme düzeyini artırmada faydalı unsurlardır. Yeni tür santrifüj üretimine giden yeni aşama, Tahran’ın bir senedir, belki ABD başkanlık seçimlerinden de önce üretimi konusunda söz verdiği nükleer silaha doğru bir yolda yüründüğünün doğrulanmasından başka bir şey değildir. Elbette bu silahı yasaklayan bir fetva olduğunu söyleyen İran ikiyüzlülüğünü dikkate alan bir uluslararası odak yok! Mollalar rejimi elinde bir nükleer silahın varlığı, İran ve onun hırsları ile başa çıkma gündemini değiştirebilir. Çünkü bu, egemen olmak ve İran İmparatorluğu projesini genişletmek üzere bölge ülkelerini tehdit etme yönteminin kılıfıdır. Tahran yöneticilerinin bu gidişatı, özellikle Fransa ve onun öncesinde Japonya’nın arabuluculuğundan daha büyüktür.
Washington, Tahran’ın gerçekte ne yapmaya çalıştığının farkında. Bunun için yaptırım yöntemini izlemeye devam ediyor. Başkan Trump yönetiminin başkanlık seçimlerine girme çabası da bir sır değil. İran’ın kolunu hiç kurşun atmadan bükmeyi başardı. Genişlemeye başlayan yaptırımlar ile Tahran’ı terör faaliyetlerini destekleyici kaynaklara erişimden mahrum etmeyi ve kapsamlı yeni bir anlaşmaya varmak için müzakere masasına geri dönmek zorunda bırakmayı hedefledi. ABD’nin İran Özel Temsilcisi Brian Hook, ülkesinin yaklaşımını, ‘herhangi bir istisna veya taviz vermeksizin olabildiğince baskı kampanyasına bağlılık’ şeklinde tarif ediyor. Bununla kastedilen, davranış değişikliği yaratmakken, Tahran bunu ‘rejim değişikliği’, dolayısıyla da bölgesel projeye darbe olarak algıladı.
Tahran, yaptırımların İran’ın içerideki durumu, ardından da bölgesel etkinliği için felâket ölçüsünde sonuçlar vereceğini biliyor. Zira ABD’nin, ‘Lübnanlı, İranlı ve Hint’ isimler ve oluşumlar ile Kudüs Güçleri ve Hizbullah’a para sağlamak için İran petrolünü kaçıran alternatif şirketlere uzanan yaptırımlar dalgası ile eş zamanlı olarak Fransız girişimini de devirmesinin boyutlarını hissediyor.
Yüzleşmenin sınırlı bir çatı altında kalması imkânsız hale gelmişti. Çünkü ne ABD’nin siyaseti kısa bir süre zarfında değişecek ne de İran’ın. Cepheleri ısıtmaktan başka yol kalmadı. Bununla birlikte bu ısıtmaya, kapsamlı ve yıkıcı bir savaşa gitmeyi reddeden tutumların eşlik etmesi muhtemel. Ancak gözden kaçırmamak gerekir ki İran’ın stratejik değişiklik hesaplarında herhangi bir hatası karşısında ABD, uygun koşullarda, hatta başkanlık seçim yılında bile masayı devirebilir.
Bu bağlamda bu ay başında Lübnan-İsrail cephesinde yaşanan her şeyi ve Hasan Nasrallah’ın kırmızı çizgilerin ihlal edilmesine dair tutumlarını dikkatle incelemek lazım. Aynı şekilde bir hava komutanlığı kurmaya karar veren Haşd-i Şabi düzleminde olup bitenleri de bir durup düşünmek gerekir. Mukteda es-Sadr bunu, Adil Abdulmehdi hükümetinin bittiğinin ilan edilmesi ve kapıların daha fazla İran saldırısına açılması olarak görüyor. Arka planda Tahran, ABD yaptırımlarının yoğunlaştırılmasının doğuracağı sonuçlardan ciddi anlamda korkuyor. Ve dünya, İran’ın Akdeniz’de amaçsızca dolaşan petrol tankeri meselesinde gösterdiği büyüklenmenin alçaltıldığına tanık oluyor ve kimse onunla iş tutmaya cesaret edemiyor! Mollalar rejiminin korkusu daha büyük, zira ABD’deki tüm veriler, Başkan Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’a gelmesinin muhtemel olduğunu gösteriyor.
Dayandığımız nokta, Lübnan’ın şu anda bir dar boğaza girdiğidir. Şundan dolayı ki İran, kartları yeniden karacak bir gedik bulabileceği yanılsaması ile vekaleten savaşlarına hız kazandırabilir ve bu da ülkeyi daha da yalnızlaştırır. Çünkü düşmanla bir savaş yapmak ona hiçbir fayda sağlamaz ve ne Arap sempatisi ne de uluslararası bir anlayış getirir. Bunun en belirgin göstergesi de Arap Birliği’nin Lübnan’a yönelik desteğinin, ülkeyi yıkıcı bir savaşa sokmaması konusunda açık bir uyarı taşımasıdır.
‘Jammal Trust Bank’ davasından sonra başka bankaların da parmağı olduğuna dair söylentiler arttı. Bankalar Birliği’nin buna yönelik itirazına güvenilmiyor. Lübnanlı kişi ve şirketler, yaptırımlar listesine alınıyor. Beyrut, Nasrallah, Süleymani ve İran Savunma Bakanı’nı bir araya getiren üçlü bir görüşmeye dair haberlerle çalkalanıyor.
Bu esnada UNIFIL komutanından açıktan açığa Litani’nin güneyini silah ve silahlılardan arındırması talep edilirken, iktidar, Lübnanlılar ve onların çıkarları ile ilgilenmiyor. Hariri ise Amerikan basınına (CNBC), “Hizbullah, yerel ve bölgesel bir sorundur. Biz dizginleyemiyoruz. İsrail’e yönelik son saldırılarının sorumluluğunu da almıyoruz. ABD yaptırımlarını ihlal eden herhangi bir finans kurumuna sıcak bakmıyorum” ifadelerinin yer aldığı bir açıklama yapmakla yetiniyor.
Siyasi sonuçları ne olursa olsun halk tarafından desteklenen en kısa yol, bu meseleleri Bakanlar Kurulu’nun önüne sürmeyi ve devlet ile Hizbullah’ın dış gündemleri arasındaki kopukluğun temel taşı olan savunma stratejisini açıkça tartışmayı gerektiriyor.