Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

​Mağdur Aramco görüşmeleri

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1946 yılındaki ilk toplantısından günümüze her yıl periyodik olarak düzenlediği görüşmelerin bir gündemi vardır. Görüşmelere katılan liderler, uluslararası toplumu farklı ölçülerde meşgul eden bu tek gündem maddesi ile ilgili ortak bir karar almaya çalışırlar.
Genel olarak, kimi ülkesinin şikâyetlerini uluslararası topluma duyurmak, kimi de bu uluslararası kürsüden meydan okuyucu bir konuşma yapmak için dünyanın her yerinden liderler her yıl düzenlenen bu görüşmeleri beklerler. Elbette bu sırada protokol ve kurallara uymayan davranışlarda bulunanlar da oluyor. Örneğin; olması gerektiği gibi bir devlet adamı olmayan Sovyetler Birliği lideri Kruşçev’in papucunu çıkararak BM kürsüsüne vurması ve bu arada Rusça “geri zekalılar” demesi, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin ondan da ileri giderek bütün liderlerin ve heyetlerin gözü önünde kürsüde BM sözleşmesini bir nüshasını yırtması gibi.
Bunlardan birincisi altmışlı yıllarda Moskova’da ya da Sovyetler Birliği içerisindeki herhangi bir devlette, ikincisi de Trablus veya Bingazi’de halk kalabalığı karşısında yapılabilecek bir hareket olabilir. Ancak BM kürsüsü, pabucunu kürsüye vurarak ya da sözleşmeyi yırtarak hakaret ve alayın yeri değil, katılımcıların güzel bir şekilde konuşarak ülkelerini ilgilendiren bir sorunu arz ettikleri ya da Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’ni düzeltmek için önerilerde bulundukları yerdir. Ancak hem Kruşçev hem de Kaddafi, BM kürsüsünde kendilerinden başka hiç kimsenin yapmadığı ve yapmayacağı (BM kürsüsünde konuşurken bile ağzından pipoyu çıkarmayıp sanki Western filmlerinden birinde oynuyormuş gibi görünen Fidel Castro dışında) bir şey yaparak halklarını olağanüstü liderler oldukları konusunda kandırmaya çalışmışlardır.
Buna mukabil, Yaser Arafat’ın, Siyonistlerin ülkesini işgal ettiği halkının ve kendisinin barış isteğini, iki devletli çözüm ile Filistin topraklarında barış ve sevginin egemen olması arzusunun sembolü olarak BM kürsüsünden zeytin dalı uzatması ne kadar ince bir davranıştı. Nitekim Emil Lahud, Refik Hariri ve Nebih Berri’nin liderliğindeki Lübnan’ın ev sahipliği ettiği ve 28 Mart 2002’de düzenlenen Arap Zirvesi’nde  merhum Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz; Arafat’ın uzatığı bu zeytin dalını, tüm Arapların barış isteğini ortaya koyan Arap Barış Girişimi’ne dönüştürdü. Bu girişim, Arap zirveleri tarihinde daha önce görülmemiş bir şekilde oybirliğiyle kabul edildi.
BM Genel Kurulu’nun periyodik olarak her yıl düzenlenen görüşmelerinden elde edilen tek kazanç dünya liderlerini bir araya gelmeleridir. Bu çok önemli çünkü liderler arasında ikili ziyaretler genel olarak az,  ABD başkanları açısından ise nadirdir. Dolayısıyla ABD başkanları, BM Genel Kurulu’na katılarak adeta Beyaz Saray’da kendileri ile görüşme fırsatı elde edemeyen ya da kendilerinin ülkelerini ziyaret etmedikleri liderlere bu fırsatı değerlendirin der gibidirler. Gelin tokalaşalım, verilen davetlerde  ya da ABD’nin BM daimi temsilcisinin ABD başkanları Washington’a dönmeden önce düzenledikleri karşılama törenlerde görüşüp temaslarda bulunalım der gibidirler.
BM Genel Kurulu görüşmeleri ele alınan meseleler ve dikkate alınması temennisi ile sunulan sorunlara göre farklılık gösterirler. Nitekim Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin uluslararası toplumdan, Etiyopya ile Mısır arasındaki Nil sorununu çözmesi için arabuluculuk yapmasını rica etmesi bunun bir örneğidir. Mısır, Etiyopya’nın Nil’in kendisi için olduğu kadar; suladığı toprakları ve Asvan Barajı inşa edilmeden önce Mısır 20 milyon iken şimdi 100 milyonu aşan halkı için Allah’ın bir armağanı ve nimeti olduğunu göz önüne alarak sorumluluk ile hareket etmesini istiyor. Etiyopya’nın inşa ettiği Rönesans Barajı nedeniyle Mısır’ın su payının azalmasının bir felakete yol açabileceğini göz ardı etmemesini talep ediyor. Bu yüzden Rönesans Barajı krizinin uluslararası alana taşınması ve Sudan’ın Mısır’ın yanında yer alması, bu krizin soğumasını ve böyle kalmasını sağlamak, ısınması, kaynama noktasına gelmesi ve patlamasını engellemek için yeterli olabilir.
Bunu söylerken, Etiyopya’nın Afrika Birliği’nin desteği ve etkili Arap ülkelerinin teşviki ile Sudan’daki krizde başarılı bir rol oynamış olduğunu da dikkate alıyoruz. Nitekim bu başarısı sayesinde Sudan uçuruma sürüklenmekten kurtuldu ve taraflar arasında uzlaşı sağlandı. Buna dayanarak Etiyopyalı yetkililerden bu konuda da anlayış beklememiz doğaldır. Etiyopya’nın bu konuda tek taraflı davranmayı seçmesi yani onlara zarar verecek olsa da Mısır’ın Nil’in suyundaki payı gibi diğer ülkelerin haklı çıkarlarını hiçe sayması, kendi çıkarlarını her şeyin üstünde gördüğü anlamına geliyor.
Birleşmiş Milletler 74. Genel Kurulu’na dönecek olursak, yapılan konuşmalar ve kulislerde gerçekleşen diplomatik ve liderler arası görüşmelerin ışığında bu yılın gündeminin, İran’ın parmak izlerini taşıyan ve onun silahları ile gerçekleşen, teknik olarak Husileri aşan bir dikkatle gerçekleşen Saudi Aramco saldırısı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında başta Başkan Trump olmak üzere BM Genel Kurulu’nda büyük devletlerin liderlerinin, Aramco saldırısının çıkarlar, hükümetlerin ve halkların ihityaçlarına düzenlenen bir saldırı olduğuna yönelik açıklamalarını değerlendirdiğimizde, yine bu yılki görüşmelerin gündem maddesinin Aramco saldırısı olduğunu belirtebiliriz.
İran rejiminin uluslararası toplum ile hâlihazırda yaşadığı türdeki henüz çözülememiş krizlerde , krize neden olan ve bundan etkilenen taraflar genellikle BM Genel Kurulu’nu krizi hafifletmek ya da sona erdirmek için bir fırsat olarak görürler. İran rejimi, eğer gerçekten son 20 yılda benimsediği ve bölge halklarının tamamına zarar veren, birçok ülkeyi endişelendiren davranışları yerine uzlaşma ve bir arada yaşama eğiliminde olsaydı, BM 74. Genel Kurulu görüşmelerini ve bu görüşmelerin sağlayacağı fırsatı değerlendirirdi. BM kürsüsünden tüm dünyaya iyi niyetini haykırırdı. Ne kendisinin ne de ABD yönetiminin ve İran’ın saldırılarından zarar gören Körfez ülkelerinin arabuluculuğunu kabul ettiği Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, hem ABD hem de İran’ın onurunu koruyacak bir uzlaşıya varma çabalarını sürdürmesine izin verirdi. Ancak İran rejimi, kendisini içinde bulunduğu durumdan kurtaracak fırsatı kaçırdı.
İran lideri BM kürsüsünden sağduyulu bir konuşma yapmış ve İran heyeti Fransa’nın arabuluculuk çabalarını kolaylaştırmak için uzlaşıyı seçmiş olsaydı, belki de BM 74. Genel Kurulu’na hem mağdur Aramco hem de davranışlarını gözden geçirip komşuları ile iyi ilişkiler kurmaya karar veren saldırgan damga vurabilirdi.