Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Korona Talibanı devlete dönüştürdü

Geçen pazar günü haberlerde, Herat’tan gizlice İran’a girmeye çalışırken sınır muhafızları tarafından yakalanan, işkence gören ve sonrasında nehre atılan Afgan mülteciler trajedisine yer verildi. Bazılarının cesetleri nehrin yüzeyine çıkarken kurtulan beş kişi başlarına gelenleri anlattı. Geri kalanların kaderi ise bilinmiyor.
Bu, Afgan halkının yaşadığı felaket durumu ortaya koyuyor. Son aylarda İran’da yaşayan yüz binlerce Afgan mülteci koronavirüs salgınından kaçarak ülkelerine geri döndü. İran, dünyada salgının en şiddetli yaşandığı yerlerden biri sayılıyor. Kesinleşmiş 94 binden fazla vaka var ve hükümet 6 bin kişinin öldüğünü açıkladı. Ancak rakamlar muhtemelen bundan daha yüksek. Afgan göçmenlerin bu kitlesel geri dönüşü, salgının Afgan hükümeti ile Taliban arasındaki barış görüşmeleri üzerindeki etkisinin yanı sıra Afganistan’da koronavirüs vaka sayısında da yakında bir yükselişe neden olması korkusu doğurdu.
Uluslararası Göç Örgütü’ne göre İran’daki 255 bin Afgan, yılbaşından geçen ayın ortalarına kadar ülkesine geri döndü. Uluslararası Mülteci Örgütü de nisan ayının ortasında günde yaklaşık 1500 kişinin Afganistan’a döndüğünü duyurdu. Keza Birleşmiş Milletler de Afgan mültecilerin geri dönmelerinin temel nedenleri olarak enfekte olmaktan korkmalarını ve işlerini kaybetmelerini gösterdiklerini belirtti.
Afgan mültecilerin normal şartlar altında bile İran’da sağlık hizmetlerine sınırlı erişimleri olduğu biliniyor. Kaos, sınırlı finansman ve yaptırımların etkisiyle kaynak yetersizliğinden muzdarip İran sağlık kurumlarının, koronavirüs salgınından kaynaklanan mevcut olağanüstü halde kimi tedavi etmesi konusunda zorlu tercihler yapması gerekiyordu ve çoğunlukla İranlıları tercih ettiler. Son aylardaki raporlar, korona vakaları ile dolup taşan kalabalık İran hastanelerinin Afganları tedavi etmeyi reddettiğini açığa çıkardı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümetinin uyguladığı kısmi kapatma nedeniyle İran’da yaşayan birçok Afgan mültecinin çalışamadıklarını da ortaya çıkardı. Afgan mültecilerin çoğu gerekli belgelere sahip olmadığı için devlet yardımı da alamıyorlar.
İran’dan dönenler nedeniyle Afganistan’da hastalığın ne oranda yayıldığını belirlemek zor. Ancak hastalığın semptomlarını taşıyıp taşımadıkları kontrol edilmeden ve kendilerine test uygulanmadan evlerine döndükleri ve yine çoğunlukla kalabalık ulaşım araçlarını kullandıkları için oranın büyük olduğu tahmin ediliyor.
Afganistan’da Kabil’den sonra en çok koronavirüs vakalarının görüldüğü yer İran sınırında yer alan, iki ülke arasında en çok kullanılan sınır kapısının bulunduğu Herat şehri. Herat’ta ilk vakanın kaydedildiği 24 Şubat’tan sonra birçok Afgan şehrinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Araçlar içindeki yolcu sayısı sınırlandırıldı. Buna ek olarak şehirlerarası seferlere sınırlamalar getirildi. Buna rağmen bu tedbirler çok az ve çok gecikmiş görünüyor.
Afganistan şu ana kadar 2100 kesin vaka olduğunu açıkladı. Fakat iletişim, takip, test uygulama, karantina ve hastaların izolasyonu kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle gerçek sayı aslında daha fazla. Diğer yandan Afganların çoğu getirilen katı sınırlamalara uymuyor. Bu kısmen kendilerine has kültürlerinden kaynaklanıyor. Afganistan’da aile temel sosyal birim olduğundan sosyal mesafe kuralını uygulamak çok zor. Diğer bir neden ise ekonomik. Sağlık krizi yüksek talep nedeniyle gıda malzemelerinin fiyatlarının yükselmesi ile hızla bir gıda krizine dönüşüyor. İnsanlar, yardım almakta zorlandıkları için, hayatta kalmak istiyorlarsa dışarı çıkıp para kazanmak zorunda kalıyor. Bu nedenle Afganistan’da kesinlikle büyük bir pandemi riski var.
Afgan hükümetinin salgına yönelik aldığı tedbirler, dünyanın diğer hükümetlerinin aldığı tedbirlerle aynıydı. İlk olarak mart ayının sonunda Kabil’i daha sonra da tüm şehirleri kapattı. Gıda ve diğer temel ihtiyaçlara gereksinimi olanlara yardımcı olmak için bir programın yanı sıra bir bilinçlendirme kampanyası da başlattı. Testlerin yapıldığı tesislerin sayısını artırmaya çalıştı.
Ancak asıl dikkat çekici olan Taliban’ın tepkisiydi. DEAŞ ve el-Kaide gibi radikal örgütler, saldırılar düzenlemek ve taraftar toplamak için salgını bir fırsat görürken Taliban sorumlu bir devlet gibi hareket etti. Halk sağlığı ile ilgili bir bilinçlendirme kampanyası başlattı. Tıbbi ekipman dağıttı ve karantina merkezleri kurdu. İnsanlara camiler yerine evlerinde namaz kılmalarını emretti. Geçmişte yaptığı gibi öldürmek yerine Kızıl Haç ve sağlık çalışanları gibi uluslararası insani yardım kuruluşlarıyla çalışmaya istekli olduğunu açıkladı.
Tüm bu pozisyonlar, Taliban hareketinin aslında meşruiyetini geri kazanma ve güvenilir bir siyasi güce dönüşme çabasında olduğunu yansıtıyor. Çünkü aynı zamanda resmi Kabil hükümetini vatandaşları koruyamamakla suçlayarak meşruiyetini zayıflatmak amacıyla halkla ilişkiler kampanyasında koronavirüs salgınını istismar ediyor.
Hükümet ve Taliban arasındaki müzakerelerin korona salgını ışığında neredeyse sarsıldığı, kendisini takip edenler tarafından biliniyor. Teorik açıdan bir iç savaşta bulaşıcı hastalık salgını, en azından geçici olarak savaşan tarafları bir araya getirmeli, silahlarını bırakmalarını ve ülke için uzlaşmalarını sağlamalıdır. Ancak diğer yandan halk sağlığı krizinin karşı tarafın meşruiyetini elinden alma fırsatı verdiği de inkar edilemez.
Taliban, geçen nisan ayının başında salgının görüldüğü bölgelerde ateşkese hazır olduğunu dile getirdi. Ne var ki bu gerçekten de taviz vermeye hazır olduğundan ziyade kendisine meşruiyet kazandırma girişimi olarak yorumlanmalı. Çünkü bunun bir başka göstergesi olarak düzenli güçlere yönelik saldırılarını artırarak Kabil hükümetine meydan okumayı sürdürdü.
Salgın, müzakerelerin yürütülmesini kesinlikle engelledi. Ancak gerçek şu ki iki taraf da müzakerelere girmeye hazır değildi. Ayrıca müzakerelerdeki gecikme en çok hükümet üyeleri arasında geçen yıl yapılan "tartışmalı" cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana hüküm süren iç bölünmeden kaynaklanıyor. Bu bölünmeler, Cumhurbaşkanı Eşref Gani hükümetinin barış müzakereleri için bir heyet kurmasını zorlaştırdı. Benzer bir şekilde yolculuk konusunda getirilen kısıtlamalar da müzakereleri olumsuz etkiledi. Hükümet ve Taliban temsilcileri esir değişiminin koşulları ile ilgili Skype aracılığıyla müzakerelerde bulunurken ilerleme sağlanması halinde daha önemli konuların yurt dışında, yüz yüze toplantılar düzenlenmesini gerektirmesi muhtemel.
Uluslararası toplumun koronavirüs salgını ile mücadeleye odaklanması ile Afganistan’daki barış sürecinin ABD ve BM gibi dış güçlerin ilgi ve desteğini kaybetme tehlikesi bulunuyor Bu nedenle Afganistan’daki müzakerelerin ne zaman içinde bulunduğu donukluk halinin üstesinden gelip yeniden itiş gücünü kazanacağını söylemek zor.
ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad, durumun karmaşıklığını hissetmiş olabilir. Çünkü bazı ülkeler iç anlaşmazlıklarının üstesinden ancak dış güçlerin müdahalesi ile gelebilirler. Bu nedenle Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:
“Taliban ve hükümetin, esirleri serbest bırakma ve şiddeti azaltma çabalarını hızlandırması gerekiyor. Müzakerelerin ve kalıcı bir ateşkes temin etmenin en hızlı yolu budur. Afganların birliğindeki gerçek savaş, koronavirüsüne karşı olmalıdır.”
İşte bu, ister dış istila iter bölgesel müdahaleler isterse iç savaş ya da pandemi olsun, her daim uçurumun eşiğinde duran Afganistan’dır. Sorun şu ki bütün bu sorunları yaşayan ülkeler ile yaşamayan ülkelerde de iktidar mücadelesi Afganistan’dakinden farklı değildir. Taliban kendi şartlarına göre iktidarı istiyor, Eşref Gani ve Afganlar ise “kaplanın derisini değiştirdiğinden” emin değiller.