Son zamanlarda, Birleşmiş Milletler'in (BM) uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesiyle ilgilenen ana organı Güvenlik Konseyi'nin korona aşılarının adil dağıtımı konusunu tartışmaya başladığı yönünde haberler geliyor. Bu tartışmalarla birlikte ilgili bir dizi konunun ele alınması bekleniyor. Bu meselelerin başında ise aşı elde etmede zengin ülkelere öncelik tanınmasının önlenmesi ve Birleşmiş Milletler'in bu husustaki rolü geliyor.
İngiltere tarafından başlatılan bu girişim kamu ve küresel sağlık sorunlarının Güvenlik Konseyi'nin yetki alanına girip girmediğine ilişkin bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Aynı zamanda İngiltere tarafından sunulan bir karar taslağı hakkında tartışmaya da kapı açtı. Korona salgınından etkilenen ülkeler arasında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin aşı dağıtımı konusunda açık olunmasını umuyorum.
Burada, Avrupa Birliği’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi’nin önemli bir açıklama yaptığını belirtmekte fayda var. Büyükelçi bu açıklamasında, Avrupa'nın ‘apartheid’ temelli, yani aşılara sahip olan kuzey ülkeleri ile bunları elde edemeyen güney ülkeleri arasında ırk ayrımcılığına dayalı bir dağıtım sistemi istemediğini vurguladı. Nitekim aşı dağıtımının yanlış yönetimi ve etkileri ile uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditler arasında açık bir bağlantı vardır. BM Genel Sekreteri Guterres'in 2020 yılının sonunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) barış ve güvenliğe yönelik tehditleri ele alma ihtiyacına dair yaptığı açıklamada kastettiği şeyin bu olduğunu düşünüyorum.
Guterres tarafından ortaya konan yaklaşımı tamamen destekliyorum. Güvenlik Konseyi'nin Temmuz ayında aldığı kararı hatırladığımızda bu eğilim daha da güçleniyor. Nitekim kararda, korona salgınının yarattığı tehditler karşısında daha etkili bir işbirliği için dünyanın çeşitli yerlerindeki düşmanlıklara son verilmesi çağrısında bulunulmuştu. Burada, Güvenlik Konseyi'nin yeni zorluklarla mücadelede etkin bir rol oynamasına yönelik yeni bir hareketin varlığından söz edebiliriz. Burada önemli olan, bunun uzman kurumlar ile Güvenlik Konseyi arasındaki ilişkiyi ne ölçüde etkilediğinin incelenmesidir. Bunun başında ise Güvenlik Konseyi ile Dünya Sağlık Örgütü arasındaki ilişki yer almaktadır. Aslında bunu gerçek bir sorun olarak görmüyorum. Çünkü bu rollerin her biri bir diğerini tamamlayıcı niteliktedir, birbirine zıt değildir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) rolü daha ziyade teknik ve uzmanlıkla ilgiliyken, Güvenlik Konseyi'nin rolü ise geçen yaz çıkarılan kararından da anlaşılacağı üzere siyasi, taktiksel ve güvenlikle ilgilidir. Dolayısıyla Güvenlik Konseyi'nin rolü uzman kuruluş için yardımcı bir rol olmasının yanı sıra başarısı için hayati bir önem taşımaktadır.
Bu, Güvenlik Konseyi’nin gündeminin gözden geçirilmesini ve uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdidin yeniden tanımlanmasını beraberinde getirecek bir başlangıçtır. Bunu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gündeminin ve önceliklerinin gözden geçirilmesi takip edecektir. Sonra -bazılarının da beklediği gibi- Birleşmiş Milletler'in (BM) siyaset ve kalkınma birimi ile çeşitli uzman kurumlar arasında modern bir “ağ oluşturma” süreci gelecektir. Bunun gerçekleşmesi halinde çok taraflı alanın modernize edilmesi süreci bilfiil başlamış olacaktır. Ancak kendimi, okurları, takipçileri ve araştırmacıları bunun kolay bir iş olmadığı ve zaman alacağı konusunda uyanık olmaya çağırıyorum. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda reform sürecinin başlaması çabucak halledilebilecek bir mesele değildir. Birlikte çalışmayı gerektiren bu süreç birkaç yıl sürebilir.
Aslında İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra üzerinde uzlaşıya varılan bu çok taraflı sistem, Soğuk Savaş'tan etkilendi. Birleşmiş Milletler, Soğuk Savaş'ın etkisinin görüldüğü ana yerlerden biriydi. Sovyet vetosu ve sonrasında ABD vetosu, Güvenlik Konseyi'nin etkinliğine zarar veren temel unsurlar arasındaydı. Ancak buna şu hususlar da eklenebilir:
- Çok taraflı sistemde gerçek bir gelişme olmaksızın geçen yıllar bir donukluğa sebep oldu. Bu donukluk yalnızca siyasi alanda değildi, aynı zamanda uzman kuruluşların etkinliğini de tehdit etti. Dünya Sağlık Örgütü, UNESCO ve diğer kuruluşlar çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldılar.
- ABD’nin Birleşmiş Milletler’e -aslında çeşitli kurumlarının temellerini şekillendiren bir güç olan çok taraflı sisteme- yönelik politikasının sarsılması önemli olan bir diğer husustur. Trump yönetiminin alaycı bir şekilde meseleyle ilgilenmesi ve müstağni tavrı sistemin etkinliğini ve güvenilirliğini ciddi şekilde tehdit etti.
- “Küreselleşme” dinamizm ile karakterize iken, Birleşmiş Milletler tarafından temsil edilen çok taraflı sistem bir donukluk yaşadı. Bu, küresel düşünce ve uluslararası hareket düzeyinde büyük bir bölünmeye yol açtı. Bu hareketin sadece küreselleşme sistemleri çerçevesinde gelişebilir ve başarılı olması mümkün mü? Yoksa Birleşmiş Milletler sisteminin etkili ve dengeli bir varlığı da gerekir mi? Çünkü Birleşmiş Milletler, fakir ülkelerin gelişmiş ülkelerle aynı şekilde katıldığı uluslararası bir kuruluşu ve küresel bir platformu temsil ediyor.
- ABD yönetiminin değişmesinden sonra oluşan bir iyimserlik atmosferinden de söz edebiliriz. Yönetim, mevcut uluslararası sistemi reforme etme ve başarısızlıktan kurtarma sorumluluğunu hissediyor. İklim anlaşmasına geri dönülmesi bunun bir göstergesidir.
- Sonuç olarak uluslararası sistemin yeni bir formülasyonu ve üzerinde çalışılan önemli reformlarından bahsederken, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sistemin ve uluslararası ilişkilerin yeni versiyonunun şekillenmesinde rollerinin olduğunu anlamalarının önemli olduğunu düşünüyorum.
1945'te yaşananlar tekrarlanmamalıdır. Güney ülkeleri, uluslararası ve küresel yaşamın seyrinde önemli bir ortaktır. Muhtemelen 21’inci Yüzyıl Modeli Bağlantısızlar Hareketi için revize edilmiş bir formüle ihtiyacımız var. Aynı durum G-77 içinde geçerlidir.
TT
Bu, çok taraflı sistemi yenileme sürecinde başlangıç noktası mı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة