Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Arap toplumları fırsatları kaçırmakta uzman oldu

Bazen bazı kelimeler yazara musallat olur. Onu yakalar ve ele geçirir. Belki de bu durum duyduklarıyla ve kendisinden etkilendikleriyle ilgilidir. Ya da gördüğü ve aklından çıkmayan şeylerle. Mesleğim, benim gezgin bir Arap gazeteci olmamı gerektirdi. Hartum’dan Bağdat ve Sana’ya kadar birçok Arap başkentine kayıt makinesi taşıdım. Yıllardır beni ele geçiren kelime ise “başarısızlık”tır.
“Başarısızlık” kelimesini dün, aralarında Amerikan askerlerinin ve uzmanlarının da bulunduğu Irak’taki Ayn el-Esad üssünü hedef almaya çalışan iki adet silahlı insansız hava aracının düşürülmesi ile ilgili açıklama ararken hatırladım. Bir açıklama arıyordum çünkü Irak, önümüzdeki 10 Ekim’de parlamento seçimleri yapmak gibi büyük bir imtihana hazırlanıyor. Bu son derece önemli bir imtihan. Çünkü bu seçimler, Irak’ın son zamanlarda yaşadığı maliyetli deneyimlerin ardından, özellikle de ABD ordusunun Saddam Hüseyin rejimini devirmesinden bu yana sıcak bir yüzeyde yaşadıkları için Iraklı seçmenin gerekli sonuçlara ulaşıp ulaşamayacağını ortaya koyacak.
Bir dizi korkunç suçun ve hayret verici hataların kaydedildiği ABD işgalinin tüm sorumluluğunu mevcut Irak yönetimine yüklemek hiç de inandırıcı değil. Amerikan politikası, tarih ve coğrafya arasında sıkışıp kalan Irak’ı anlamakta başarılı olamamıştır. Toplumda etkin olan gerçek güçleri okumakta başarılı olamamıştır. Iraklı politikacıların o dönemle ilgili açıklamalarını kim dinlerse, Saddam’ın devrilmesi gibi büyük bir zaferle uğraşırken, bazılarının Amerikan saflığı dedi şeyi anlamakta zorlanacaktır. Bu saflık, ikinci dünya savaşından sonra Japonya ve Almanya’da olduğu gibi Irak’ı yeniden inşa etme yanılsaması şeklinde kendini gösteren bir saflıktır.
Yaklaşan seçimlerin Iraklılar için büyük bir imtihan olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu seçimler, demokratik bir devlet kurulmasını açık olarak desteleyen bir çoğunluğun toplumda netlik kazanıp kazanmadığını, tüm bileşenleri içinde barındırıp barındırmadığını ve iç ve dış dosyalarla ilgili kendi kararını verebilecek durumda olup olmadığını ortaya çıkaracaktır. Deneyimler, bu türden bir çoğunluğun netlik kazanmasının ülke içinde devlet dışı yaklaşımı destekleyen kimselerin rolünü ve ister Amerikan ister İranlı olsun dış güçlerin müdahalelerini zorunlu olarak azalttığını gösteriyor. Aslında tüm mesele, Irak halkının karar verme hakkını, vatandaşlarının, uluslararası veya bölgesel bir düşmanlık üzerine kurulmamış, egemen ve müreffeh bir ülkede yaşamaları arzularının izlerini taşıyan güvenli ve gelişmiş bir Irak kurma hakkını geri alıp alamayacağı.  
Irak meselesinin gözlemcileri, mevcut Başbakan Mustafa el-Kazımi’nin girişimlerinin bu konuda belirleyici olduğu konusunda hemfikir. Kazımi, göreve geldiğinden bu yana, ardı ardına gelen şoklara ve çarpışmalara rağmen, bir hukuk devleti ve kurumları inşa etme bayrağını, Cumhurbaşkanı Berham Salih ile tam bir uyum içinde yükseltiyor. Kazımi, geçtiğimiz aylarda, devletin sokaklarında, parlamentosunda, sivil ve askeri kurumlarında kök salmış ve devamlarını da devletin bekası temelinde kurgulamış bir grup boksörle çeşitli cephelerde savaşan bir kimse görüntüsü çiziyordu. Saddam’ın düşüşünü takip eden geçmiş yılların ağırlığı, özellikle mezhepler arası ve mezhep içi kırılmalarla karıştıktan sonra mevcut duruma gölge düşürüyor. Bu da yetmezmiş gibi birtakım kimselerin Arap-Kürt yarasını kaşımaya devam etmeleriyle  devlet mantığının zayıf görünmesi hiç de şaşırtıcı değil..
Tecrübeli bir Iraklı arkadaşıma sordum, o da karamsarlığını hiç saklamadı. Iraklı politikacıların, Irak’ın kendi başarısızlığının üstünde bir an bile durmadan hala Amerika’nın Irak’taki başarısızlığından söz ettiklerini söyledi. Modern bir Irak devletini, mutabık kalınan uluslararası standartlara göre inşa etmeye gerçekten inanmayan güçlerle seçime gitmek ve o seçimden zaferle dönmek gerçekten hiç kolay değil. ABD politikasının sorumluluğu ve yaptığı hataların sonuçları inkar edilemez. Irak’ı, Tahran ile Washington arasında bir gerilim sahası haline getiren İran politikasının rolü de inkar edilemez. Ancak Iraklılar bunlara sığınarak kendi sorumluluklarından asla kaçmamalıdırlar.
Arkadaşım konuşmasına şunları da ekledi: “Bazen, belirli bir coğrafi alan üzerinde zorla bir arada yaşayan gruplar olduğumuza dair kasvetli bir hisse kapılıyorum. Gruplar, ilerlemeyi ve kalkınmayı düşünmek yerine intikam ve zaferi takıntı haline getirmiş durumda. Saddam’ın düşüşünden ve sandıkların açılmasından sonra Şiilerin ve Sünnilerin silaha başvurmadan yaşayabilecekleri bir kurumlar devleti inşa edebilmek için birçok fırsatımız oldu. Her iki tarafın da zaman zaman askeri cephaneliğini yoklamasına gerek kalmadan Arap-Kürt ilişkilerini kurma fırsatımız oldu. Ne yazık ki ters yöne gittik. Grup içi ve gruplar arası iletişimde yalnızca güce inandığımızı gösterdik. Umarım yanılıyorumdur ama ben böyle hissediyorum. Saddam’ın zorbalığı için korkunç bir bedel ödedik ve sonra onun devrilmesinin bize sunduğu fırsatı kaçırdık. Kaynaklar açısından son derece zengin olan Irak’ın, şimdi yoksullarla dolup taştığına, vatandaşlarına hizmet ve iş olanakları sağlayamadığına kim inanabilir? Bazen kendime sorunun politikanın ötesinde kültürel olup olmadığını soruyorum. Bizim toplumlarımızda demokrasinin kökleri yoktur. Devlet fikrinin kökleri yoktur. Seçimleri, kalkınmayı ve refahı sağlamak yerine fanatizmimizi göstermek için kullanıyoruz.”
Arkadaşım devamında şunları da söyledi: “Maalesef bu hastalık sadece Irak’a mahsus değil. Ali Abdullah Salih’ten ve uzun süren saltanatından şikayet eden Yemenliler, onu devirdikten sonra bir sofraya oturup refahını arayan istikrarlı bir Yemen inşa etme fırsatını değerlendiremediler. Husiler Yemen’i bir füze platformuna dönüştürdüler. Libyalılar Kaddafi’yi devirme fırsatını değerlendiremediler. Suriyeliler de ülkelerini kan denizi ve moloz yığını olmaktan kurtaramadılar. Duygularınızı incitmek istemiyorum ancak Lübnan’ın başarısızlığı da son derece açık ve acı verici. Önceden, demokrasi, farklılıkları kabul etme ve kurumların gölgesi altında yaşama tecrübeniz olduğunu düşünürdük. Hatta bir zamanlar, “Keşke Bağdat, açıklık ve refah açısından Beyrut gibi olsa” derdik. Ama Beyrut da diğer başkentlerimiz gibi bizi hayal kırıklığına uğrattı. Sizler de bizler gibi fırsatları kaçırma hususunda uzmansınız. Bugün sizden kulağımıza gelen açlık ve küresel karanlık nidaları, hepimizin başarısızlıkta birbirimize benzediğimizi gösteriyor. Bu başarısızlıklar bizim kalkınma ve refah trenini kaçırmamıza neden oluyor.”
Iraklı arkadaşımın sözleri canımı yaktı. Bu sınır ötesi başarısızlık canımı yaktı. Gruplar ilerlemeye ve kalkınmaya değil zafere takıntılı. Gruplar, dışarıdan güçlerle anlaşma yapıp onların programlarına ve savaşlarına katılıyorlar. Doğal olarak devleti kendilerine düşman görüyorlar. Bu sebeple fırsatları kaçırmakta uzman olduk. Fırsatı değerlendiren ülkeler, inşaat, kalkınma, yatırım ve refah trenine binmeyi çoktan başardılar bile.