Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

Arap tarihinin mutlu sonu mu?

1992’de siyaset bilimci Francis Fukuyama, daha sonra dünyaca ünlü bir esere dönüşen “Tarihin Sonu” adlı makalesini yayınladı. Makaledeki temel fikir, demokrasi ve kapitalizmin dünyada hâkim olacak son siyasi ve ekonomik sistem olduğunun özetlenmesiydi. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, o zaman, farklı bir düzenin habercisi olan büyük kalelerin sonuncusunun da çöküşü anlamına geliyordu.
Ancak Fukuyama 2011’de, fikirlerini düzeltmek için “Siyasi Sistemin Kökenleri” adlı bir kitap yayınladı. Muhaliflerinin dediği gibi bu kitap önceki makalesini geçersiz kılmadı. Aksine o makalesini daha gerçekçi daha tarihsel ve daha az teorik hale getirdi. Kapitalist demokrat sistemin, başarısının devamını sağlayabilmek için üç şeye ihtiyaç duyduğunu söyledi; Devlet, hukukun üstünlüğü ve hükümetin hesap verebilirliği. Bu unsurlar olmadan devlet kolayca çökecek ve kapitalizm, güçlü bir devlet olmadan uygulanamayacak olan adil rekabet yasalarının yokluğu ve yolsuzluğun çoğalması ile zayıflayacaktır.
Bu teoriden yıllar sonra, kapitalizmin diğer ekonomik sistemlerden daha dayanıklı olduğunu görüyoruz. Komünist Çin bile bugünkü ihtişamına kapitalizm sayesinde ulaştı ve birkaç yıl içinde 100 milyondan fazla Çinliyi yoksulluktan kurtarmayı başardığını ve demokrasiye meydan okuduğunu görüyoruz. Ancak dünyanın birçok bölgesinde tarihin sonunu olduğu söylenemez. Avrupalılar ve Japonlar, yeni askeri veya faşist rejimlere yönelemezler.
Önemli olan, sorunlu bölgemize hangi siyasi sistemin uygun olduğu ve onu sürekli krizlerden kurtarıp tarihi iyi bir şekilde sonlandırmaya elverişli olup olmadığıdır. Bunun başarılabilmesi için sistemimizin taşıması gereken temel bileşenler nelerdir? Araplar her şeyi denediler, Irak, Suriye, Libya ve diğer Arap ülkelerinde Polis Teşkilatı rejimi yönetti ve başarısız oldu. İslamcılar, Sudan, İran ve Mursi zamanında Mısır’da rejimi yönettiler ve başarısız oldular. Demokrasi birden fazla Arap ülkesinde tecrübe edildi ancak ekonomik, sosyal ve dini yapıdaki derin dengesizliklerden muzdarip oldu. Siyasi yapı, Lübnan ve Irak’ta olduğu gibi bugün Tunus’ta da devletin dağılmasına neden oluyor.
Öte yandan ilk kez beş bileşene güvenerek tünelin sonunda bir ışık görüyoruz; ekonomik kalkınma, yolsuzluğa karşı savaş, kültürel aydınlanma, hukukun üstünlüğü ve siyasi gerçekçilik. Bu, Ortadoğu’yu içinde yaşadığı karmaşadan çıkaracak gerçek bir çıkış yolu ve yeni bir Arap rejimi olabilir.
Bölgedeki en başarılı ülkelerin, ekonomik kalkınmadaki başarılarından dolayı Körfez ülkeleri olduğunu görüyoruz. Arapların çoğu yalnızca Batı’ya, Washington, Londra ve Montreal’e değil, Riyad, Abu Dabi, Dubai ve Manama’ya da göç etmeyi düşünüyor. Bunun en önemli nedenleri ekonomi, kariyer yapma fırsatı ve finansal refah elde etme imkânıdır. Ancak bunun başka bir nedeni daha var. O da bu ülkelerin, aşırılıkçı söylemlerle gerçek anlamda mücadele etmeleri ve gelişmiş, sağlıklı ve açık bir yaşam tarzı oluşturma hususundaki kararlılıkları. Geçmişte para bolluğuna rağmen fanatik ideolojiler ve nefret kültürü yayan liderlerle bir arada yaşandı. Ama artık fanatik ideolojilerle gelişmenin mümkün olmadığının anlaşılmasıyla durum değişti. Bu nedenle kültürel aydınlanma, bu başarılı ülkelerin liderlerinin vizyonunun önemli bir parçası haline geldi. Beş yıl önceki Suudi Arabistan bugünkünden çok farklı, önümüzdeki yıllarda daha da farklı olacak. Aşırılığa karşı gerçek bir savaş verildi ve kısa sürede önemli toplumsal değişimler sağlandı. Örneğin Mısır’da Mübarek rejimi aşırılık yanlısı “Müslüman Kardeşler” ile ateşkes yaptı ve kimi zaman da onları rakiplerine karşı kullandı. Ancak Cumhurbaşkanı Sisi döneminde bu tehlikeli oyun sona erdi. Kalkınma ve ekonomi birincil hedef oldu. Mısır hükümeti aşırılıkçı hiçbir unsuru muhaliflerine karşı veya belirli bir siyasi meşruiyet kazanmak için kullanmadı. Aşırılık yanlıların şiddet içeren söylemlerinin kültürel bir arada yaşamayı ve elde ettiği ekonomik başarıyı tehdit ettiğini fark ederek onların topraklarına girmesine izin vermeyen BAE’nde de durum böyledir.
Yolsuzluğa karşı savaş da, bu akıllı ve hayati güçlerin başarısında bir faktördür. Önceki yıllarda yolsuzluk, kültürel ve ekonomik sistemin bir parçası olarak kabul edildiği ölçüde varlığını sürdürmüştür. Ancak yüksek yolsuzluk oranları ciddi bir sorundur. İstatistikler, “Uluslar Nasıl Başarısız Olur” kitabında belirtildiği gibi, yolsuzluktan muzdarip ülkelerin yıkılma veya başarısız devletlere dönüşme riskiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Suudi Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu, çalışmalarını gevşeklik göstermeden yerine getiriyor ve yolsuzluğa karışanların tutuklandığını duyuruyor. Öyle ki, şimdiye kadar emirlerden ve nüfuzlu iş adamlarından tutun da bakanlıklardaki ve kurumlardaki sıradan çalışanlara kadar yolsuzluğa karışan birçok kimsenin tutuklandığı duyuruldu.
Son olarak bu ülkeler, onları barışın temsilcisi yapan ve geçmişten beri süregelen Filistin meselesini adil yollarla sona erdiren siyasi gerçekliğe sahiptirler. Çünkü gayretlerini en önemli olana odaklamanın yolu budur, ekonomilerini inşa etme ve uluslararası pazarda rekabet etme. Bu ülkelerin, Gazze Şeridi’nde çıkan yangınları söndürmeye ve yıkılanları yeniden inşa etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Çünkü istikrar şansını artırmak onların çıkarınadır. Ancak ortaya çıkan bu siyasi sistem, tüm bu başarısına rağmen İran rejimi ve onun stratejik müttefikleri olan Husiler, Hizbullah ve Sünni aşırılık yanlısı gruplar gibi unsurlardan gelen zorluklarla karşı karşıya. Sünni aşırılık yanlısı gruplar ile İran’ın stratejik ittifakına ve kesişen hedeflerine, İran’da el-Kaide unsurlarının kurulmasında ve Bin Ladin’in hedeflerine ulaşmak için en önemli müttefiklerinin İran olduğunu söylediği mesajlarında şahit olduk. Tarihe geri dönersek İslam Devrim Örgütü’nün kurucusu Nevab Safevi’nin Seyyid Kutub’u ve örgütün Suriye ve Ürdün’deki liderlerini ziyaretinden bu yana “Müslüman Kardeşler” ile İranlı din adamları arasında derin ilişkiler kök salmıştır.
Bu müttefik Arap ülkelerinin adalet seviyelerinin yükseldiği istikrarlı bir siyasi, ekonomik, kalkınmacı, başarılı, aydın bir toplum inşa etmede ve yargı sisteminin özelliklerini sağlamlaştırmadaki başarısına rağmen, bu devletlerle İran arasında uzun süre devam edecek bir varoluşsal stratejik savaş yaşanıyor. Bu savaş, Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki savaşa benziyor. Çünkü her iki sistem de kendilerine özgü vaatlerde bulunuyor. İranlılar bölgeye hegemonyalarını dayatmak ve Yemen, Irak, Lübnan’da şu anda gördüğümüze benzer bir siyasi sistemi pekiştirmek için direniş rejimi dedikleri şeyin propagandasını yapıyorlar. Aşırılık yanlısı gruplar ve siyasal İslamcılar, DEAŞ gibi halifelik hayallerini gerçekleştirebilmek adına bu geniş ve zengin bölgeyi kontrol etme hayallerinin peşinden koşuyorlar.
Ekonomik başarı, kültürel aydınlanma, yolsuzluğa karşı savaş, hukukun üstünlüğü ve siyasi gerçekçilik, nihayet bölgemiz için mutlu bir Arap tarihi sonu yazmamızı sağlayacak yegâne unsurlardır.