Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Etiyopya, Husiler ve bir oldubittinin dayatılması

Uluslararası ilişkiler yakın zamanda bazı ülkelerin bir tür siyaset ya da oldubitti dayatma eğilimine tanık oldu. İsrail işgalinde ve Filistin topraklarında genişlemesinde görülen durum budur. Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına ve uluslararası meşruiyete açıkça aykırı olan bu tutum, Filistin halkına ve yönetimine bir oldubitti dayatma politikasının en somut örneğidir. ABD’nin eski Başkanı Donald Trump döneminde zirveye ulaşan bu siyaset kapsamında İsrail'in 1967 savaşından bu yana işgal altında olan Golan Tepeleri üzerindeki egemenliği tanındı, Washington'un yerleşim yerlerini “yasadışı” bir şekilde meşrulaştırdı ve Kudüs İsrail'in ebedi başkenti olarak tanındı.
Burada Etiyopya'nın, Nahda Barajı krizi bağlamında aşağı havza ülkeleri Mısır ve Sudan ile ilişkilerinde dayattığı oldubitti politikası ile Husi hareketinin Yemen'de meşru otorite karşısında uyguladığı oldubitti politikasının kıyaslanamaz olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Nitekim Etiyopya, Mısır ve Sudan birer egemen devlettir ve Birleşmiş Milletler üyeleridir. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler Şartı'na, uluslararası hukuk kurallarına ve imzaladıkları anlaşmalara uymakla yükümlüdürler. Husi hareketi ise aslında hiçbir ulusal veya uluslararası hukuk kuralına tabi olmayan isyancı bir harekettir ve kontrol ettiği alanlardaki davranışları kurucularının felsefesi, çıkarları ve müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Öte taraftan bu davranışların, doğrudan ilgili tarafların veya davranışlarda uluslararası topluma bir oldubitti empoze etme arzusu gören diğer tarafların tepkilerine yol açacağının farkındadırlar.
Bu, Mısır, Sudan ve Etiyopya yetkililerinin, Mısır ve Sudan’ın talebi üzerine 8 Temmuz Perşembe günü gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) toplantısı sırasında sarf etmiş oldukları sözler arasında hızlı bir karşılaştırma yapılarak ile ölçülebilir.
Etiyopya Su ve Sulama Bakanı'nın konuşmasıyla sözlerimize başlayalım. Etiyopyalı bakan konuşmasını doğrudan şu sözlerle açtı: “Büyük Etiyopya Nahda Barajı konusunu tartışmak, BMGK’nın kaynaklarını ve zamanını zayi etmektedir. BMGK, 19 Temmuz 2020'de Etiyopya, Mısır ve Sudan'ı, sorunları çözmek için müzakerelere devam etmeye teşvik eden konuşmasını yapmıştı. Ayrıca müzakereleri ve görüşmeleri kolaylaştırmak için Afrika Birliği liderliğindeki süreci desteklemişti. Tüm mesele barajın inşasından ve hidroelektrik enerji üretiminden ibaret. Bu, elektriğe erişimi olmayan 65 milyon Etiyopyalının umudunu ve beklentisini temsil etmektedir.” Etiyopya suyunun yaklaşık yüzde 70'inin Nil Havzası'ndan geldiğini belirten bakan, Mısır ve Sudan'ın durumuna kıyasla Etiyopya'nın tuzu arındıracağı bir denizi olmadığını söyleyerek temel bir noktaya değindi!
Ancak Etiyopyalı bakan iki ana noktada hata yaptı. Birincisi, “Üç ülke arasındaki çatışmanın ana sorunu, Nil'deki sömürge ve tekelci durumu sürdürme arayışıdır. Biz, tekelci ve sömürgeci iddiaları, anlaşmaya varılmış uluslararası hukuk ve ilkelerle değiştirdik” yönündeki ifadeleri, bakanın Afrika Birliği'ni kuran yasanın ‘4’üncü maddesinin b fıkrasını’ gözden kaçırdığını gösteriyor. Bağımsızlığın ilanının ardından mevcut sınırlara saygı duyulmasının öngörüldüğü bu madde, Afrika Birliği Örgütü Şartı'nda onaylanan maddedir. İngiltere sömürgeciliği döneminde imzalanan anlaşmalar, Mısır'a uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde Nil’i kullanma hakkı vermektedir.
Etiyopyalı bakan, konuşmasını, BMGK'dan Nahda Barajı dosyasını Afrika Birliği’ne iade etmesini talep ederek tamamladı ve bu görüşmenin son olmasını istedi. Burada bir önceki yazımızda değindiğimiz BM Şartı’nın 34’üncü maddesini bir kez daha hatırlayalım: “Güvenlik Konseyi herhangi bir uyuşmazlık ya da uluslararası anlaşmazlığa yol açabilecek veya uyuşmazlık doğurabilecek bir durum konusunda, bu uyuşmazlık ya da durumun sürmesinin uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye düşürme eğiliminde olup olmadığını saptamak için soruşturmada bulunabilir.”
BM Şartı’nın 52. maddesi, “Üyeler, Güvenlik Konseyi'ne sunmadan önce, bölgesel örgütler aracılığıyla yerel anlaşmazlıklara barışçıl bir çözüm bulmak için her türlü çabayı göstereceklerdir” diyorsa da bunun hiçbir şekilde yukarıda atıfta bulunulan 34’üncü maddeyi devre dışı bırakmadığı da vurgulanmaktadır.
Öte yandan Etiyopyalı bakan, Mısır ve Sudan'ın temel taleplerinden biri hakkında konuşmayı ihmal etti. Bu, yazılı bir yasal taahhüt ve Etiyopya'nın iyi niyet beyanlarıyla yetinmemektir. Her iki havza ülkesinin dışişleri bakanlarının konuşmalarında, şekil ve içerik olarak farklı olsa da bazı temel talepler göz önünde bulunduruldu. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri, Etiyopya barajının inşasının Mısır için bir varoluşsal tehdit oluşturduğu gerçeğine odaklandı. Etiyopya'nın barajı anlaşmasız doldurarak tek taraflı davranışını ve bir oldubittiye getirmesini kınadı. Etiyopya ile olan müzakerelerin başarısızlığının, uzlaşmazlığından ve Mavi Nil'in bir iç nehir olduğu yönündeki yanılsamasından kaynaklandığını söyledi. Mısırlı bakanın konuşması, Etiyopya'nın siyasi pozisyonlarının iddialarını ve gerekçelerini çürütmekle uğraşan yasal ve siyasi savunma gibiydi.
Sudanlı bakan, BMGK’ya başvurma nedenlerini zikrederken konuşmasını Sudan’ın ulusal bakış açısına odakladı. 74 milyar metreküp kapasiteli bu devasa barajın sınırdan birkaç kilometre uzaklıkta bulunması güvenlik önlemleri konusunda koordinasyon sağlanmaksızın civardaki topluluklar için doğrudan tehlike arz etmektedir. İki havza ülkesi, kolaylaştırıcı ve arabulucu rol oynayan uluslararası gözlemcilerin takibi altında, Etiyopya ile bağlayıcı yasal bir anlaşmaya varmanın ve Afrika Birliği çatısı altında müzakereleri sürdürmenin önemi üzerinde anlaştılar.
Mısır, Güvenlik Konseyi'nden Tunus'un Nahda Barajı'na ilişkin hazırladığı karar taslağını kabul etmesi talebinde bulundu. Burada Güvenlik Konseyi'nin henüz bir karara varmadığını ve önümüzdeki günlerde bir karar almasının beklendiğini de söylemekte fayda var.
Yemen’e gelince, Husiler Birleşmiş Milletler üyesi olan bir devletin başkenti Sana'yı işgal etmelerinden bu yana Yemen resmi otoritesine ve uluslararası topluma bir oldubittiyi dayatma politikası izlediler. Bu oldubitti politikası herhangi bir elle tutulur tepki almadı ve bu durum hareketi daha farklı şeyler dayatma konusunda teşvik etti. Güvenlik Konseyi kararları, Yemen krizi patlak verdiği sıralarda sert ve katıydı. Ancak daha sonra yavaş yavaş yatıştırma kararlarına dönüştü. ABD Başkanı Biden yönetiminin gelişiyle birlikte, hareketin önceki başkan tarafından terör örgütleri listesine alınması kararı iptal edildi. Başkanın temsilcisi, Umman Sultanlığı'ndaki hareketin temsilcileriyle görüştüğünü itiraf etti.
Uluslararası toplum, yalnızca bazı ülkeler veya gruplar tarafından dayatılan oldubitti politikasını tanıyor. Birleşmiş Milletler (BM) ve Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar da aynı şekilde. İsyancılarla ilişkiler devletler arasındaki ilişkileri düzenleyecek olan, uluslararası meşruiyet midir yoksa bir oldubitti politikası mıdır?