Küresel tabloda şu anda devletler arası marj daralması ve bireyler ile devlet ve kurumları arası marj bitimi birlikte seyretmektedir. Tabloya uymayan çok sınırlı sayıda devlet ve toplum bulunmaktadır.
Küresel bir soruna dönüşme riski yüksek olan kitlelerin pandeminin tetiklemesi ile artan ekonomik, sosyal, siyasal ve psikolojik denge yitimi, devletlerin peş peşe aldıkları önlemler ile dışa vurmaktadır.
Japonya'nın, yeni kapitalizmin adlandırmasıyla, ekonomik, sosyal ve psikolojik dezavantajlı gruplara mali destek sağlama programı en çarpıcı örneklerden biridir. Devletler bu türden önlemlere giderek daha çok başvuracaklardır.
ABD’den Almanya’ya, İngiltere’den Japonya’ya ve diğer devletleri de içine alacak derecede artan kitlesel yoksullaşma ve bunun ürettiği sorunlar kartelası henüz başa çıkılabilir sınırlardadır. Sorun, devletlerin dezavantajlı bireyleri saptama kriterlerini henüz tam olarak belirlemekte yaşadıkları zikzaklar ve bu dezavantajlı bireylere yapılacak mali yardımların miktarında ortaya çıkmaktadır. Fakat bu insanlık tarihi kadar eski bir handikaptır.
İnsanlar arası iletişimin sosyal medya platformları sebebiyle uğradığı teknolojik kırılma ve "ben dezavantajlı birey değilim" tutumu ile birlikte seyreden yeni tür kitlesel ve bireysel iletişimsizlik, devletleri, uluslararası yardım kuruluşlarını ve toplumları zorlamaktadır.
Çünkü yardıma gereksinimi olanlarla olmayanlar her zamanki gibi iç içe geçmekte, sosyal ve bireysel insanî yolsuzluk giderek artmaktadır.
Pandemi süreciyle birlikte ortaya çıkan ekonomik, sosyal, psikolojik ve hatta siyasal dezavantajlı bireylere, ailelere, toplumlara ve gruplara nasıl yardım edilebileceğini bilememek gibi bir başka devasa sorun giderek boyut kazanmaktadır; bu nasıl yardım edileceğini bilmemek yeni bir sorun olmamakla beraber sayılan grupların statü ve onur endişeleri ile birleşince beklenilen yardım ve verilecek mali ve sair destekler sorunsalı, kitlesel tepkileri ve kitlesel öfkeyi kurumsallaştırmakta ve nefreti tüm sosyal, ekonomik, siyasal, etnik, dinsel ve kültürel kesimler arasında yaygınlaştırmakta daha da kötüsü nefreti eylemle ifade etme psikolojisi öne çıkmaktadır.
Toplumsal, siyasal ve ekonomik kaosun eşiğinde olma durumunu ifade eden bu tablo ısrarla belirttiğimiz Marie Antoinette Fransası’na ve Fransız İhtilali’ne sürekli atıf yapmayı zorunlu kılmaktadır.
Sorun gerçekten inanılmaz derecede karmaşıktır. Bir yanda avantajlı ya da dezavantajlı tüm kitlelerin terketmek istemedikleri kibir, onur ve saygınlık kavramları ile etiketlenmiş olası veya potansiyel (tartışmalı) "statü"nün korunması kaygısının tetiklediği irrite edilmiş psikolojik patoloji ve diğer tarafta bu kaosu ne şekilde tanımlayacağının ve yöneteceğinin şaşkınlığını yaşayan Kamu otoritesi durmaktadır.
Doğal olarak hem kamunun hem de halkın sinirleri daha da gerilmekte ve gerilim bazen somut bazen de soyut dalgalar halinde tüm sosyal katmanlara yayılmaktadır. Bu yoğun gerilimin insanlara kaybettirdiği ilk yetenek, önceliği nereye ve ne şekilde vermesi gerektiğini bilememesidir.
Bu yetenek yitiminin ilk belirdiği alanlar ise trafik, iş ve aile olarak öne çıkmaktadır. Hak kavramının yok olmasının doğal sonuçları toplumsal ve ailesel şiddet olmaktadır.
İletişim disiplininin ve içeriğinin yitirildiği anda sosyal ve ailesel huzurun teminatı olan hak kavramı yok olunca olayların kontrolü zaten kaybolacaktır.
Bu bağlamda devletlerin pandeminin de tetiklediği sosyal, ekonomik, siyasal ve psikolojik denge yitimlerini telafi etme metotları kriterleri ve yardım miktarları, ülkesel, bölgesel ve küresel barışı ya kuracak ya da tümüyle kaos egemen olacaktır.
Bireysel düzlemde "onun var benim niye yok"un oluşturduğu yanlış soru, "Buna gereksinimim var mı, yok mu” ile yer değiştirmedikçe sorunlar giderek ağırlaşacaktir.
"Özenti " kavramı bağlamında ergen özentisinin ötesine geçemeyen ve aklın devre dışı bırakıldığı metaa dünyasında sosyal çatışma, gereksinim adaletinin (yani ihtiyacın olmayanı istememek) bozulmasıyla başlar. Zaten sürekli bozuk olan bu "gereksinim adaleti" pandemi ve daha birçok faktörle radikal şekilde bozulunca da ekonomik ve sosyal telafi metotları ve mali yardımlar tam tersi işlev görerek öfke ve tepkileri daha da yoğunlaştırarak sosyal ve siyasal patlamaların önünü açar.
Devletlerin ve bireylerin günlük yaşamları aslında pasif ekonomik, siyasal, sosyal, sağlıksal, eğitimsel, ulaşımsal birçok rutin kaoslarla doludur. Ve toplumlar, uluslar, bireyler ve devletler, normal yaşam hızı devam ettiği sürece bu kaosları yeterince hissetmezler. Bireylerin ve devletlerin yaşam hızı pandemi gibi beklenmedik bir faktörle yavaşlayınca/yavaşlatılınca sorgulama, algılama ve düşünce çatallaşmaları başlar ve kaoslar, tsunami gibi bireylerin ve devletlerin gündelik yaşamlarını vurur.
Fransa'nın 38 milyon vatandaşına akaryakıttaki fiyat artışları nedeniyle 100 Euro ödeyeceğini belirtmesi bu bağlamda yerinde bir karardır. Toplumların, bireylerin ve devletlerin hızı kesilince, "beklemenin", "beklemeye alınmanın" semptomları, sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik huzursuzluklar olarak dışa vurur.
ABD, Fransa, Almanya, Japonya, İngiltere ve pandemi sürecinin yaralarını saracak önlemler alan diğer devletlerin şu ana kadar aldıkları önlemlerin pandeminin ve önceki süreçlerin sebep olduğu fırsat eşitsizliklerini ne ölçüde gidereceği soru işaretidir.
Sosyal, ekonomik ve siyasal olarak pandemi ve pandemi süreci ile birlikte seyreden ve bu sürecin içine yedirilen küresel sorunların bireylerin ve toplumların hızını durdurması ve bununla beraber devletlerin sorunları çözme hızını artıramaması veya yeterince artıramaması olarak ortaya çıktığında açılan yönetsel ve psikolojik makas stratejiktir.
Toplumlar hızlanıp devlet/devletler yavaşlayınca (Fransız İhtilali, Bolşevik Devrimi ve hatta Osmanlı'nın sonu) kaoslar yönetilemez hale gelebilir. Devletler hızlanıp toplumlar ya da toplumların bir kısmı yavaşlayınca ve bir kısmı aşırı uyarılınca (İkinci Dünya Savaşı süreci, Hitler Almanyası, Japonya ve İtalya) ülkesel, bölgesel ve küresel yıkımlar ve yeni denge arayışları hız kazanır. (Bu paragraf aynı zamanda Troçki’nin neden tasfiye edildiğini de açıklar. Gücü eline geçirebilseydi Rus Hitler'i olabilecekti. Sovyetler’de birileri hız kesmeye karar vermiştir.)
Yönetici elitlerin bilgeliğini belirleyenin yönetsel hız limitlerini bilmek olduğu ortadadır. "Yönetmek Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini topluma uyarlamaktır; ben bunu yapamadım ve kaybettim" diyen lider, kaçırdıklarını bilmektedir.
Pandemi sürecinin ilk başlarında Çin’den gelen görüntülerde birden yere düşerek ölen kişiler vardır. Bu görüntüler sürecin sürprizlerini en çarpıcı şekilde vermiştir. "Kimin ne zaman düşeceği belli değildir" yargısını dillendiren görüntüler, semptomların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fransız İhtilali ve Bolşevik Devrimi, binlerce semptomla ve çok ağır göstergelerle geliyorum dediği halde yönetsel kayıtsızlık ve çaresizlik sebebiyle önlenememiştir.
Her devletin ve toplumun kendine özgü koşulları olsa da küresel gelişmeler eninde sonunda tüm devletleri etkilemektedir. Pandemi sürecinde devletlerin “bireyin iş kaybının ne kadarını karşılamalıyım ve dezavantajlı hale gelenlere ne kadar ödeme yapmalıyım” sorularının yanıtlarını var olan kriterlerle değil vizyonla vermek gerekmektedir. Burada devreye devletin ve ilgili kurumların bütçeleri girmektedir. BM ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslarüstü örgütlerin yol göstericiliği bu süreçte oldukça öne çıkmaktadır.
Pandemi gibi küresel bir sorunun ulusal vizyonlarla çözümü olanaksız olabilir; ya da küresel çıtayı aşmış ulusal vizyon ve uygulamalar küreselleştirilmelidir.
Devletlerin ortaya çıkışının temelinde bireyi aşan sorunların toplumsal ve örgütsel olarak çözümü vardır. Yani devletler için kaosu yönetmek asıl, düzeni yürütmek ise rutindir. Bu bağlamda tüm devletlerin kaosları yönetmek üzere reorganizasyonu küresel zorunluluk haline gelmiştir. Kaosları yönetecek devletlerde kriz masaları ve olağanüstü durumlar yönetimleri bulunamaz.
Küresel tablonun düzenli bir şekilde rutin işlediği dönemlerde kaosların birden ortaya çıkacağı kuraldır. Yani uzun süreli rutin işleyişler kaosların şekillendiğinin, enerji kazandığının ve ortaya çıkmaya hazırlandığının göstergeleridir.
Kaosların rutinleştiği hallerde de tarihin yeniden oluştuğu, dizayn edildiği bilinmelidir. Kaosların rutin işleyişler olarak devam ettiği sürece yeni devletler, yok olan devletler, yeni uluslar ve kaybolan uluslar, yeni rejimler ve ideolojiler karşımızda belirecektir.
Küresel olarak kaosların rutin işleyişler olarak devam edeceği bir dönemin eşiğindedir Dünya. Umarız ki bu kaotik rutin, insanlığa ağır hasar vermeden son bulsun.
Ulusal ve Küresel mobilliteyi sürdürmek önemlidir. Toplumların ve bireylerin yavaşladığı bir dünyada kaosların yıkıcılığı korkunç olacaktır. Bu yıkıcı yavaşlamayı önlemenin yolu da her durumda toplumların normal yaşama devam edebilmesine bağlıdır. Küresel iletişimin, ulaşımın, ticaretin, üretimin ve lojistiğin sağlıklı yaşamın temel parametreleri olduğu gerçeğinden sapılmamalıdır. Toplumların değil devletlerin gelişmelerin önünde olması asıldır. Bireylerin ve toplumların vizyonlarının gelişmesi ve geliştirilmesi temel amaçtır. Durulması ve hızlanılması gereken zaman dilimlerini bilmek, akıl göstergesidir.
30 -İktidar geçici ve yakıcı olabilir. İnsanları insanlık çizgisinde mümkün olduğunca tutmak, gerçek iktidardır. Bunun için de siyasal iktidar sahibi olmaya gereksinim yoktur.
Batı'nın mülteci akınlarına karşı ördüğü duvarlar ile Berlin'i ikiye bölen duvar aynıdır. Batı’nın bilmesi gereken duvarı öreni tarihin tasfiye ettiğidir, SSCB örneğinde olduğu gibi. Buna karşılık Batı aklından beklenen duvar örmek değil, küresel bir çözüm bulmaktır. Batı’da bu birikim ve vizyonun olduğu bilinmektedir. Avrupa tarihi incelendiğinde reddedilen mültecilerle yüzlerce yıldır iç içe yaşadıkları görülecektir. Eksik olan, klasik tabirle, dağdan gelenin bağdakinin hukukunu, bağdakinin de dağdan gelenin hukukunu tanımasıdır. Bu düzenlemeyi yapmak, öncelikle mültecilerin görevidir. Mülteciler hak gaspına ve işgal organına dönüşmeyecek bir vizyonu ortaya koymakla da sorumludurlar.
Pandemi gibi kritik bir konuda yapılan ulusal ve uluslararası hatalar mülteciler sorununda da geçerlidir. Rutin göç hukuku ile kitlesel kaçışlar yani mültecilik hukukunun aynı potada değerlendirmeye alınması ilerleyen süreçlerde mültecilerin aleyhine gelişmelere sebep olacaktır.
Pandeminin tetiklediği sosyal, ekonomik, siyasal ve psikolojik sorunların yanına bazı ülkelerde mültecilerin sebep olduğu beklenmedik sorunlar eklenince toplumların ve devletlerin bu kaotik süreci insanlık, kardeşlik, akrabalık, soydaşlık ve inanç birliği gibi kavramlarla aşmaları olanaksız hale gelecektir.
Tatlı sözler bitmeden makul önlemler almak ve tam bir ülkesel, bölgesel ve küresel kaos ortamına yönelik konumlanmaya sahip olmak yaşamsal önemdedir.
Tarihte Avrupa'daki korkunç antisemitik dalganın yarın mülteciler için gerçekleşmeyeceğini garanti edecek hiç bir güç ve devlet olamaz. Aynı bağlamda pandemi sürecinde alınan önlemlerin gelişen küresel enflasyonist ve netameli ekonomik süreçlerde aşınmaya uğrayacağı da aşikârdır.
Gelişen küresel enflasyonist ve netameli ekonomik süreçlerin küresel iş birliği ve ortak çözüm arayışlarını zorunlu kıldığı bir dönemde sınırlara, beyinlere duvarlar örmek yerine, insanlığın birikimlerini değerlendirip yeni bir insanî güzergâh açmak sorumluluğu tüm insanlığın omuzlarındadır.
Mevcut statülerin ve yaşanılan kayıpların bireyleri ve toplumları zulüm makinelerine dönüştürmesine izin vermeyecek, makul, adil ve insanî bir küresel iklimi inşaa etmek ana görevimiz olmalıdır. Hem Batı’da hem Doğu’da bu birikim, bu akıl vardır.
Almanya’nın efsanevi şansölyesi Konrad Adenauer ülkesini Batı ile yeniden entegre ederek bugünkü modern Almanya’nın tasarımını yapmıştır. Onlarca anlaşma ile ihtilafları ortadan kaldırmış, iç ve dış barışın, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin projelerini uygulamaya geçirmiştir. Benzer bir süreci Türkiye Atatürk ile yaşamıştır. İlginç olan, her iki liderin büyük ulusal ve uluslararası yıkımlardan sonra ortaya çıkmasıdır.
39-Büyük liderler çıkarmanın yolu tarihte büyük yıkımlar yaşamak olabilir. Fakat günümüzde bilimin, politikanın, uluslararası ilişkilerin, teknolojinin, iletişimin, bilişimin, medyanın ve kültürel düzeyin geldiği aşama, büyük yıkımlar olmadan büyük liderler çıkarmayı zorunlu kılmaktadır.
İnsanî olmayanın, Yahudisel, Hristiyansal, İslamî, ulusal ve küresel olamayacağını idrak ettiğimiz zaman insanlık en büyük ilkel dürtülerine karşı koyacak ve ötekileştirerek yok etme işlemlerine son verecektir.
Yeni bir insanî güzergâh açmak ve insana insanlığını yeniden iade etmek için gereken temel parametre, insanı insan olmaktan çıkaran, aşağılayan ve ötekileştirerek eylemlerine meşruluk sağlama mantalitesini terk etmektir. İnsanlık tarihinin binlerce yıllık birikimine ve işleyişine bir meydan okuma gibi dursa da kitlesel felaketleri, kitlesel katliamları ve kitlesel ilkellikleri önlemek için bunu yapmak en büyük zorunluluk ve sorumluluktur. Bu zorunluluk ve sorumluluğu bizlere yükleyen her ulusta büyük insanlar vardır.
Vahşette asalet, cesaret, akıl değil, insânîlikte cesaret, akıl ve asaleti var etmektedir maharet. Onun için tüm insanlığın bir dönesans değil çok daha rafine ve olumsuzluklarından arındırılmış bir post rönesansa gereksinimi olduğunu vurgulamak istiyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi doğuda, batıda ve dünyada bu birikim ve yetenek vardır.