Sam Mensa
TT

Hesap sorulamazsa adalet askıya alınır ve katiller ödüllendirilir

Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi'ye suikast girişimi şaşırtıcı değil, çünkü bölgemizdeki siyasi faaliyetlerde bir olguya dönüşen bir dizi planlı ve haince cinayet bağlamında gerçekleşti. Parmakların suçlu olarak İran'a sadık aşırılık yanlısı silahlı milisleri işaret etmesi de şaşırtıcı değil. Bu olay, 2005'te eski Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesini ve ardından tek bir siyasi tarafı hedef alan suikastlar dizisini hatırlatıyor. Burada da İran'a sadık aşırılık yanlısı bir silahlı milis grup en azından siyasi olarak sorumlu tutulmuştu. Bu aşamanın korkunçluğuna rağmen, bu milislerin hakimiyeti nedeniyle engellenen yerel adalet harekete geçmedi. Uluslararası adalet de yaklaşık 15 yıllık sorgulama ve maliyeti yüz milyonlarca doları aşan soruşturmaların ardından, kesin hükümlere ulaşamadı. Tek yaptığı, Hizbullah mensubu bir kişiyi, Refik Hariri'yi öldürmek ölçeğinde bir suikastı tek başına gerçekleştirmekle suçlamak oldu. Yine bu suikast girişimi bize Tunus’taki Şükri Belaid ve Muhammed Brahmi suikastlarını hatırlatıyor ve burada da suçlama aşırılık yanlısı bir harekete bağlı gizli bir örgüte yöneltilmişti.
Siyasi suikastların eski olduğuna, birçok ülkenin tarihinde ve bugününde yaşadığı siyasi çatışmaların her zaman bir parçası olduğuna, dünyanın birçok lider ve önderinin hayatına mal  olduğuna şüphe yoktur. Ancak bugün bölgemizde yeni olan, devlet dışı örgütler ve diğer milisler tarafından sistematik olarak benimsenmesidir. Öyle ki muhalifleri tasfiye etmek ve onlara siyasi değişimi dayatmak için en iyi araç haline geldi. Yine yeni olan, bu suikastların ezici çoğunluğunun faili meçhul kalmasıdır. Ortada “Şüphelinin suçu ben işledim diye bağırdığı” bir durum olsa bile fail soruşturmanın karanlıklarında kayboluyor ve bu da sorgulamayı ve hesap sormayı engelliyor.
Bu siyasi suikastlar, ülkelerimizde kolayca gerçekleştirilmesinin ardında saklı iki önemli kritik boşluğun varlığını doğruluyor; birincisi adaletin olmaması, diğeri ise bunun sonucu, yani yerel ve uluslararası düzeyde hesap sormanın ortadan kalkması.
Yerel düzeyde; siyasi diyalog yerine fiziki tasfiyelere tanık olan devlet içinde adaletin gasp edilmesi ve hesap sormanın yokluğu, devlet dışı örgütlerin artan gücü, demokratik prosedürlerden yararlanarak devletin anayasal kurumlarına sızmaları, kılcal damarlarını ve tüm yetkilerini kontrol edecek kadar yayılmalarıyla örtüştü. Öyle ki bu örgütlerden hesap sormak imkansız hale geldi. Bölgede birden fazla ülkede bu örgütlerin varlığının ve nüfuzunun artmasının en belirgin nedeni, rakiplerin kendilerine bağlı örgüt ve milisler kurmak, maddi, manevi, dini ve mezhepçi araçlarla onları harekete geçirmek için yerel ortamları kullanarak devleti içeriden baltalama ve zayıflatma girişimleridir. Buna bir de bu milis liderlerin şişirilmiş egoları ekleniyor. İdeolojik, askeri ve güvenlik alanında zihinlere sızmış bu şişkin ego yerel gerçekliğe ait değil. Yerel gerçekliğin yerine devlet dışı ve vatan sınırları dışında ideolojik ve siyasi bağlılıkları, birden fazla devletle ilişki içinde olan ideolojik bağları yerleştiriyor.
Uluslararası düzeye gelince, siyasi, ekonomik ve güvenlik, genel olarak ve yakın uzak bazı ülkeler ve eksenlerle dış ilişkiler dahil olmak üzere yerel kaygı ve sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, öncelikleri farklı. Buna ayrıca genel olarak Batılı ülkelerin devlet dışı güçlerin veya güçlü, muktedir ve ülke işlerini kontrol eden milislerin yerel siyasetten daha büyük hale geldiğini ve artık bir parçası olmaktan çıktığını anlayamaması ekleniyor. Batı, bunların diğer taraflardan çok daha güçlü hale geldiklerini anlamıyor, aksine onlardan biri olarak görmekte ısrar ediyor, bu da o ülkelerin sorunlarına ve çatışmalarına yönelik yanlış ve tehlikeli yaklaşımlara yol açıyor. Adaleti ve hesap sormayı engelleyen bu yerel etkenlere ilaveten, yukarıda sayılan dış etkenler, her türlü öldürme ve fiziki tasfiyenin kolay görülmesine neden oldu. Öyle ki bölge halkları neredeyse buna alıştı.
Muhasebe faktörünün kaybolması olgusunun bu kapalı döngüsü nasıl kırılır?
Çözümlerin dışarıdan değil, içeriden geleceğine şüphe yok. İçeriden kastedilen, yerel içeri ile bölgesel içeridir, çünkü iki faktör birbiriyle ilişkili. Bir yanda, zayıf iç tarafların güçlü bir bölgesel destek olmadan devlet dışı milislerin gücüne karşı kabul edilebilir bir denge oluşturmaları çok zor. Diğer yanda, bölgesel destek, iç tarafların yerini alıp işlerin düzelmesi için yapılması gerekenleri yapamaz. Bu nedenle, kayıp bir Arap bölgesel sistemine ihtiyaç duyuluyor. Bu sistemin hatları, özellikle Ürdün, Mısır ve Irak arasındaki Arap-Arap ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasındaki mutabakatlar, doğru ya da yanlış, Suriye'yi Arap ailesine iade etmeyi amaçlayan girişimlerde kendini göstermeye başlamış olabilir.
Halkları ve devletleri ile bölgenin özlem duyduğu Arap bölgesel sisteminin ilk görevlerinden biri, devlet dışı örgütlerin büyümesini dizginlemek, devletten daha büyük ve daha güçlü olmalarını engellemek için iç taraflara yardım etmek. Diğer görev ise, İran genişlemesi karşısında durmak ve bölgedeki İran ekseniyle yüzleşmek için gereken dengeyi sağlayan yeni bir Arap denklemine ulaşmak. Bu denklem, bölgeyi, anlaşmazlıklarını yönetebilecek ya da çözmeye çalışabilecek Amerikan jandarmasının yokluğundan ve Rusya ile Çin’in bu boşluğu dolduramamasından kaynaklanan bir dağılma ve boşluk durumundan kurtaracak bir uzlaşıya da olanak tanıyacaktır.
Önemli olan, bir Arap bölgesel sistemi inşa etme girişimlerinin, bakış açılarındaki ve mevcut çatışmalara yaklaşımlardaki farklılıklardan etkilenmemesi. Özellikle iki karşıt bakış açısının çatıştığı Suriye meselesi dahil olmak üzere birçok farklılık var. Suriye ile ilgili ilk bakış açısı, Suriye'nin İran ve kendisine bağlı devlet dışı örgütlerle bağlarını koparmayacağını, çünkü Esed rejiminin ilk önceliğinin Alevi Şii ilişkileri olduğunu söylüyor. Ayrıca Esed ailesinin, İran’a yardım etme, bölgedeki misyon ve hedeflerini bir kanaat, istek ve kararlılıkla kolaylaştırmaktaki rolünün derin olduğunu da belirtiyor. Diğeri, Suriye'nin Arap olduğuna ve Arapların, özellikle yeniden imar ve dünyanın çoğu ülkesi ile ilişkilerinin normalleşmesine çok ihtiyaç duyduğu bu aşamada, rejime açılıp ona yardım ederek onu Arap bağrına geri döndürebileceğine inanıyor. Bu bakış açısını en iyi, Ürdün, Irak ve Mısır'ın rejime açılma pozisyonlarına ek olarak, BAE Dışişleri Bakanı'nın Şam'a yaptığı son ziyaret ifade ediyor. Bu konuda iki taraftan hiçbiri diğerini ikna edemediğinden kesin bir sonuca ulaşmak imkansız. Makalenin ana konusu olan adalet ve hesap sormanın eksikliğine dönersek, bazıları, yaptığı onca şeyden sonra Suriye rejimine açılmanın, uzun yıllar boyunca suç işleyen herkese daha da ileri gitmeleri için yeşil ışık yakmak anlamına geldiğini düşünüyor. Tüm tabuları ve yasakları çiğneyen birini memnun etmenin ödülü, ancak hesap sormanın eksikliğini ve adaletin engellenmesini teyit etmek olabilir ve sonunda kazanan, inat etme ve zaman faktörüne güvenme yeteneğine sahip olanlar olacaktır.
Bu bağlamda, eski ABD Başkanı George W. Bush'un 11 Eylül 2001'de New York'taki İkiz Kuleler'in bombalanması suçuna tepki olarak yaptığı hatayı tekrarlama korkusu akla geliyor. Bush, Tahran ve müttefiklerinin başını çektiği gerçek sponsorlar yerine, terörü destekleyen ülkeler arasındaki en zayıf halka olan Irak'ı işgal etmişti. İşgalin sonucu da Irak’ın İran'a teslim edilmesi ve bölgenin kapısının ona ardına kadar açılması olmuştu.
Böyle bir deneyimin bölgede tekrarlanmamasını uman bir Lübnan fısıltısı ile bitirelim. Çünkü bu deneyim, cinayetler ve suikastlar için hesap vermeme ve daha da ileri gitme, devletin egemenliğinin ve saygınlığının içindeki devletçikler pahasına ihlal edilmesine teşvik etmektedir. Bu olgunun yaygınlaşması da, büyüme ve ilerleme yolundaki birçok Arap ülkesinin başarısız ülkelere dönüşmesine neden olacaktır.