Bekir Uveyda
TT

Kürt deniz kızı ümitsizliğin kurbanı oldu

İngilizce sözlüklerde ‘mermaid’ olarak geçen deniz kızı, halk folklorunun yarattığı bir hayalden ibarettir ve pek çok halkın efsanelerinde yer almaktadır. Geçen haftanın salı gecesi ile çarşamba sabahı arasında kader, hayatın içinden damarlarında dolaşan kan ve kemiklerini kaplayan etten oluşan bir “deniz kızını” bekliyordu.
Kaderin, İngiltere’de bekleyen damadına ulaşmasına izin vermesini ümit eden deniz kızı/gelini, tehlikeleri göğüsleyip “insan canı ticareti” yapan teknelerden birine kendisini teslim etti. İngiliz Kanalı’nı Manş Denizi- geçme ve karşı kıyıdaki eşiyle barış ve güvenlik için yaşama umuduyla dolup taşıyordu içi. Fakat ne çare, kaderin önceden belirlenmiş bir kuralı vardır. Ecel vakti gelip çatmıştı ve hiç kimse bu kaçınılmaz hükmü erteleyemezdi. Çünkü ölüm, hiç kuşkusuz herkesin kendisinden içeceği bir kadehtir.
Açık ve şiddetli bir uyarı derecesinde olan şu nasihat hiç kuşkusuz doğrudur: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara, 2/195). Bu teknede yaşanan trajedinin kurbanları için bir mazeret ve bahane bulunabilir mi? Kürt deniz kızı Meryem Nuri Muhammed Emin de teknede kurbanlar arasındaydı. Kurbanlar arasında ilk adı geçen bu deniz kızı, henüz yirmi dört yaşında idi.
Evet, mazeretlerin özünü tek bir mazerette özetle ifade edebiliriz. Bu, pek çok insanın karanlığı içinde boğulduğu ümitsizlik halidir. Hayatın anlamının pusulasını kaybeden insan, bu karanlığa düşebilir. Gündelik hayatın gerçekliği bunun her zaman yaşandığını gözler önüne sermektedir. Bu, ülkelerindeki cehennemden, “gül bahçeleri, bal tarlaları ve güvenlik bahçeleri yanılsaması” ile Avrupa kıyılarına kaçanlarla sınır değildir. Hayır, ümitsizlik karanlığı içerisinde boğulanlar yalnızca onlar değildir. Toplumun her kesiminden insanlar tünelin sonundaki ışığın kaybolduğu hissiyle bu ümitsizlik karanlığı içerisinde boğulabilirler. Bunlar arasında zengini de vardır fakiri de. Hepsi de kendilerini kapıp götüren bu fırtına karşısında çaresizdir. Farklı geleneklere sahip olmaları, bakış açılarının veya yaşam tarzlarının farklı olması ya da beslendikleri kaynakların farklılığı bir şeyi değiştirmez. Ümitsizlik, boğulana dek insanın boğazını sıkar ve nefesini keser.
Fakat yine de insan canının ticaretinin yapıldığı bu teknelerdeki trajedilerin kendilerine has bazı özelliklerinden bahsedilebilir. Bunlar arasından en öne çıkanı, kurbanların yaşadığı ülkelerdeki durumla ilgilidir. Ne acıdır ki -Irak gibi- Arap ülkeleri, çok uzun olmayan bir zaman öncesinde, bol rızık ve düzgün bir yaşam arayışında olanların kıblesiydi. Misafirler, ülkenin asil yerli halkı tarafından karşılanır, hatta onlarla evlenilir ve bu şekilde toplumun dokusunun bir parçası haline gelirlerdi. Ancak, bu soğuk günlerde Ukrayna ve Beyaz Rusya sınırındaki göçmen çadırlarında yaşayan Iraklıların sayısına bir bakın!
Peki Suriye’ye ne demeli? Şam ve diğer Suriye şehirleri, 60’lara ve 70’lerin sonuna dek, komşu ülkelerden buraya çalışmak için gelen Araplara ev sahipliği yaptı. Bugün ise ya ülke içinde ya da ülke dışında, yerinden edilmiş olan on milyondan fazla Suriyeli bulunuyor. Bugün binlerce Afrikalının Avrupa'ya kaçmak için kullandığı Libya ise, milyonlarca Arap ve diğer ülkelerden gelen işçinin geçim kaynağıydı. Albay Muammer Kaddafi'nin döneminin sonlarında kendi halkı arasında olan yetenekleri dışarıya sürdü. İnsan kaçakçılığı yapan teknelerin kurbanları arasında Libyalıların bulunmadığı doğrudur. Fakat bu, on yıldır devam eden savaş göz önüne alındığında trajedinin çeşitli yönlerinden mustarip olduğu gerçeğini gizlemeyecektir.
Peki ufukta çözümler görünüyor mu? Henüz belli değil. Avrupa ülkelerinin ister Akdeniz ister Afrika'dan kaçanların trajedileriyle nasıl baş edecekleri konusunda bocaladıkları açık. İngiltere ve Fransa’yı ele alalım. Birbirini suçlamak ve sorumluluğu diğerine atmaktan başka hiçbir şey yapmadıklarını görüyorsunuz. İngiltere Başbakanı Johnson ile Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bir taraftan birbirlerini alenen suçlamakta tereddüt etmezken, diğer taraftan ülkeleri arasındaki bağların güçlü olduğunu söylemekten geri durmuyorlar. Bunu görünce şu soruyu soruyorsunuz: Acaba siyasi ikiyüzlülük mü? Elbette, onların her birini ilgilendiren kendilerine mahsus çıkarlar vardır. Kürt deniz kızı ve ümitsizlik teknesinin diğer kurbanlarına gelince, bunlar politikacıların hesaplarında pişmanlık ve üzüntü duyulduğunun gösterileceği trajediden başka bir şey değildir.