Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Cidde ve Erbil’e saldırılar

Husiler, geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’daki Cizan ve Cidde şehirlerinde bulunan havaalanları ve petrol depolarını hedef alan saldırılar gerçekleştirmesi şaşırtıcı değil. Saldırılar, kapsamlı nükleer anlaşmanın yeniden yakın zamanda canlandırılacak olmasıyla aynı zamana denk geldi. Genel olarak saldırganlığı ile ilgili sorular bir tarafa Tahran, neden Washington'dan yaptırımları kaldırmasını isterken aynı zamanda Yemen'deki vekili aracılığıyla küresel petrol arzını ve fiyatlarını tehdit eden ve onunla müzakere eden ülkelere zarar veren saldırıları düzenler?
Bu, bir Batılı kurbağadan nehri geçmek için onu sırtında taşımasını isteyen İranlı akrep hikayesidir. Kurbağaya, onu sokmayacağına dair güvence verdi. Çünkü bunu yaparsa ikisi de boğulacaktı. Fakat yarı yola geldiklerinde kurbağayı sokar. Peki neden? Bu, tabiatından kaynaklanmaktadır. Anlaşmayı imzalasın ya da imzalamasın, ABD’nin bölgedeki dostları ve müttefiklerine saldırmak İran’ın radikal teokrasisinin doğasıdır. Lübnan'ı ele geçirerek Arap bölgesinin kuzeyindeki operasyonlarının merkezi haline getirdi, Yemen'i ele geçirerek Suudi Arabistan ve Körfez'i hedef aldığı bir üs haline getirdi. Böylece Kızıldeniz’deki Babu’l Mendeb boğazında uluslararası ticari seyrüseferi tehdit edecek. Doğu Afrika'nın sorunlu ülkelerine savaşçı ve malzeme taşıyacak. ABD'nin orada kurduğu Irak hükümet sistemini sabote etmeye ve Körfez ülkeleri ile İsrail'i tehdit etmeye devam edecek. Bu, 1980’li yılların başından beri İran'ı demir yumrukla yöneten aşırılık yanlısı bir rejimin doğası. Viyana Anlaşması, İran'ın yeteneklerini ve saldırgan iştahını artıracak bir zafer olarak görülüyor.
Yemen'de olanlar, bir iç savaş halinin değil, nüfuz ve bölgesel hegemonya mücadelesinin bir parçası. Gerileme, 2014 yılının yazında Ensarullah Husi milislerinin başkenti ele geçirmesiyle başladı. O zamanlar çok az kişi Husilerin Yemen, Suudi Arabistan ve bölge için oluşturacağı tehlikenin boyutunun farkındaydı. Husilerin, iktidara gelmesiyle birlikte İranlılar, Sana’da oldular. Vekilleri Husiler aracılığıyla dolaylı bir şekilde, Yemen’den önce İran rejiminin etkisi altına giren iki ülke olan Suriye’nin yaklaşık üç katı ve Lübnan’da elli kat daha büyük bir ülkeyi ele geçirdiler.
Hâkim düşüncenin aksine, Husilerle yaşananın, yerel Yemen güçleri arasında bir çatışma değil de ‘Bahar Ayaklanması’ olarak adlandırılan ve Cumhurbaşkanlığı sarayına girip Geçici Cumhurbaşkanını silah zoruyla yerleştirdikten sonra, kalelerin sonuncusu olan Aden'in kuşatılmasına kadar şehirleri işgal etmeye devam etmesiyle İran rejiminin bir ajanı olduğu netleşene kadar Suudi Arabistan ve Koalisyon tarafından herhangi bir savaş yürütülmedi. Savaş, Husilerin bağımsız bir Yemen bileşeni değil, İran'ın uzantısı olması nedeniyle patlak verdi.
İran rejimi, Yemen’i o zamandan beri Lübnan’daki duruma benzer bir şekilde yönetti. Çoğu ülkeyi terk edip Riyad, Kahire veya başka bir yere gidene kadar yerel sivil liderleri ve ailelerini tehdit etti. 2005 yılında Lübnan’da yaptığı Yemen’de de yaptı. İran, Hizbullah üzerinden eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’yi hedef alan bir suikast gerçekleştirmişti. Aynı Hariri gibi sahada ve kabileler üzerinde büyük bir siyasi etkisi olan Ali Abdullah Salih’ten kurtulmaya karar verdiler. 2017 yılının Aralık ayında İran’ın yerel ajanları Ensarullah'ın silahıyla öldürüldü.
Yemen'deki savaş bölgesel çatışmanın bir parçası ve Suudi şehirlerini hedef almak, karşısında duran bölgesel güçlere karşı İran planının bir parçası. Bugün, Tahran rejimi Irak, Suriye ve Lübnan'da yarı hakim durumda ve bölgesel olarak Yemen'deki Koalisyon ve Suudi Arabistan dışında kendisine meydan okuyacak birini bulamıyor. Her yerde ona karşı çıkmak, işgalin maliyetini yükseltmek ve bölge üzerindeki kontrolünü sınırlamak için kolektif bir gerekliliktir.
Art arda iki hafta içinde Cidde'deki petrol depolarının hedef alınması ve Irak'ın Kürt şehri Erbil'in bombalanması, Viyana'daki müzakerecileri teorik değil pratik bir teste tabi tuttu. Yaptırımlar listesinden çıkarmak ve uluslararası toplumda normal bir ülke olarak rehabilite edilmesine izin vermek istedikleri İran rejimi, işte budur. Sadece Suudi Arabistan değil, bölge ülkeleri gerçek müteakip tehlikelerle karşı karşıya, çünkü İran'ın niyetlerinde herhangi bir sınır söz konusu değil. Sürekli ilerliyor ve durmaya hiç niyeti yok. Bazıları, gözlerinin sadece Irak'ta ya da sınırlarının Lübnan kıyılarında bittiğini sanıyordu. Suriye ve Lübnan ‘da karşılaştığı kolaylık sonucunda Irak ve ardından Yemen’e taşındı.