Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Esed rejimiyle bir arada yaşamak mümkün mü?

Birisi bu soruyu sorduğunda, cevaplar iki farklı yönde dağılır; ilk yöndeki cevabın özü, bir arada yaşamanın imkansızlığını vurgular. Dayanağı da rejimin eski lideri Hafız Esed tarafından kuruluşundan itibaren sahip olduğu ve halefi Beşşar tarafından özellikle son 10 yılda sürdürülen cani ve kanlı sicilidir. Rejimin haklarında sessiz kalmak imkansız olanlar dahil bu tür eylemlerini sayıp dökmek ve tanımlamak zordur.
İkinci cevabın içeriği ise “Evet, dünya Esed rejimiyle bir arada yaşayabilirdir”. Bu cevabın sahipleri arasında, bu kanaatlerinin doğruluğuna dair göstergeler sunanlar da vardır. Bunlardan biri de, dünyanın Esed rejimi tarafından işlenen suçlara (daha büyük ölçekte olsa da) yakın veya benzer suçlar işleyen birçok kanlı diktatöre sessiz kaldığıdır. Yine bu kişiler bize 20. yüzyılın ikinci yarısının iki büyük suçlusunu hatırlatırlar. Birincisi, kanlı bir darbeden sonra 1939-1975 yılları arasında ülkeyi demir ve ateşle yöneten İspanya'nın General Franco’sudur. Bu dönemde yüz binlerce kurban öldürüldü, kat kat fazlası tutuklandı, yüz binlerce insan yerinden edilerek evlerinin, şehirlerinin ve ülkelerinin dışında insanlık dışı koşullarda yaşadılar.
İkinci örnek, 1973'te demokratik yönetimi deviren Şili diktatörü Augusto Pinochet’tir. O da birçok suç işledi ve 1974 ile 1990 yılları arasında ülkeyi demir ve ateşle yönetti. Dünyanın diktatörlerle yaşayabileceği cevabını verenler, halkına karşı suçlar işleyen ve sonrasında yıllarca iktidarda kalan Arap diktatörleri örnek vermekten de geri kalmayacaklardır.
Bu soruya ister birinci ister ikinci yönde cevap verenleri destekleyen gerçekleri ve nedenleri var. Ancak bu, cevapların iki yönü arasında bir denge sağlamaz veya bir denge kurmaz ve onları terazinin iki kefesi gibi eşit yapmaz. Esed rejiminin varlığını sürdürebileceğini söyleyenler dahil olmak üzere sorulara verilen bazı cevapların da dayandığı, referans gösterilmesi ve incelenmesi gereken veriler, gerçekler, yaklaşımlar vardır. Bu da bazı noktalar üzerinde durma ihtiyacını dayatıyor.
En belirgin ve önemli nokta; Esed rejiminin dünyanın gördüğü tüm diktatör rejimlerden farklı olduğudur. Rejimin başı Beşşar Esed bunu defalarca dillendirdi. Ordu ve istihbarattaki kıdemli generallerinin de devrimden önce, özellikle muhaliflere söyledikleri buydu. 2011 yılının ilk 4 ayında Devlet Güvenliği ve Siyasi Güvenlik büroları tarafından birçok kez çağrıldığımda oradaki yetkililerden bunu bizzat duydum. Esed ve çevresi, yapısı, politikaları, uygulamaları ve sınır tanımayan caniliği ile diğer diktatör rejimlerden farklı bir rejimi yönettiklerini kanıtladılar.
Rejim ile diğer diktatör ve despot rejimler arasındaki ayrımlar, son 50 yılda Suriyelilerin kendisine büyük bir korku ve temkinle yaklaşmasına neden oldu. Suriyeliler rejime her karşı çıktıklarında, seksenlerde özellikle Hama ve Tedmur'da ve son 10 yılda olduğu gibi rejim onlara karşı en ağır suçları işledi. Son 10 yılda rejimin suçları, artık hiçbir şey yapamayacak duruma gelen rejimin kendisi dahil olmak üzere devlet ve toplum yapısının çökmesine yol açtı. Rejim kontrolü altındaki bölgelerde kendi çevresinden sayılanlara dahi ekmek, yakıt ve içme suyu sağlayamıyor.
Rejim ile diğer diktatör rejimler arasındaki farkta önemli bir husus vardır, o da bölgesel ve küresel güçlerin stratejilerine hizmet etmekte işlevsel bir rol oynayarak ya da bölgesel ve uluslararası müdahalelerde güç ve şiddet kullanma rolünü oynayarak varlığını ve sürekliliğini korumayı temel alan dış ilişkileridir. Dahası rejim hedeflerinin tökezlediği yerde sık sık bu iki rolünü birleştirdi ve harmanladı.
Rejimin İran ile ilişkisi, Tahran’daki Molla rejiminin Doğu Akdeniz'e yönelik stratejisinde bir hizmetçi rolü oynamasına neden oldu. Bu nedenle İran'ın Suriyelilere karşı savaşında rejimin yanında yer alması, milis kollarından istihbarat ve ordusuna kadar kuvvetlerini sevk etmesi ve rejimi çeşitli yardımlarla desteklemesi doğaldı.
Rusya da özellikle askeri ve diplomatik alanlarda Esed rejimini desteklemekte benzer bir rol oynadı. Askeri üsler ve yatırım imkânlarında sağladığı ayrıcalıklar karşılığında rejimi korudu. Böylece Ruslar ve İranlılar Suriye için işgalci güçlere dönüştüler. Rejim de Suriye'nin yöneticisi olmaktan ziyade işgalcilerin zayıf ve itaatkar gölgesi ve tabisi haline geldi.
Rejimin dış ilişkilerindeki diğer önemli husus, başkalarını ona uyum sağlamaya, onun ve her şeyden önce rejimin başının ve kendisine yakın bazı isimlerin çıkarlarını ve emellerini kabul etmeye zorlamak için güç kullanmasıdır.
Güç kullanımı, 1975 ile 2005 yılları arasında Lübnan'da ve aynı zamanda Irak ve Filistinlilerle ilişkilerde olduğu gibi ordu ve istihbarat servislerinin kullanımıyla sınırlı değildi. PKK ya da ASALA gibi rejimin yörüngesindeki silahlı örgütleri Türkiye'ye karşı kullanmak da buna dahildi. Zaman zaman da Filistinli ve Lübnanlı örgütler, Arap ve ABD ile Fransa dahil yabancı ülkelere karşı kullanıldı.
Rejim bu operasyonlarını Lübnan, Körfez ve Avrupa ülkelerine kadar genişletti. Suriye'nin kapılarını radikal el-Kaide unsurlarına açarak, işgalden sonra Amerikalılara ve orada kurdukları rejime yönelik saldırılar düzenlemeleri için onları Irak'a yönlendirdi.
Ayrıca silahlı araçlarını, Lübnanlılar, Filistinliler, Kemal Canbolat ve Refik Hariri gibi önemli şahsiyetleri içeren uzun bir listedeki diğer isimler dahil olmak üzere kendisine muhalif olan kişilere suikast düzenlemekte kullandı.
Rejimin diğerlerinden farkının bir özeti varsa, o da sadece devleti ve toplumu yönetememesi değil, aksine onlar için yıkıcı bir güce dönüşmesidir. Tahminlere göre, Suriye'nin yalnızca mali açıdan yeniden inşası yaklaşık 800 milyar dolara mal olacak ve uzun yıllar alacak. Ancak bu maliyet, rejimin özellikle Suriyeliler üzerinde bıraktığı insani etki, komşu ve uzak ülkelerdeki birçok halk üzerindeki yansımalarla başa çıkmak söz konusu olduğunda hiçbir şey değildir. Rejim, yıkıcı politika ve uygulamaları nedeniyle bu ülkelerin çoğunda ardında siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar bırakmıştır.
Rejimin diğerlerinden farklı olduğu gerçeğinin bir diğer sonucu, devleti ve toplumu yok ederek, yurt dışında güç ve şiddet siyaseti uygulama araç ve kabiliyetlerini de yok etmesidir. Etkisini kaybetmesi ya da ülkeler, gruplar hatta kişiler olsun başkalarının gözünde önemini kaybedecek derecede zayıflamasıdır. Bugün dünyada hiç kimse Beşşar Esed rejimine önem vermiyor, onu dikkate almıyor.
Biz ve çevremizdeki dünya bu verileri görüyor, dahası sonuçlarına günlük olarak temas ediyorsak, Esed ve rejiminin varlığını sürdürmesi olasılığını sorgulama, genel olarak bir tür zihinsel egzersize, en iyimser ihtimalle, gerçeklik ve verileri ile inatlaşmaya, belki de “sırf muhalefet olsun” tavrına dönüşüyor. Dünyada çok az ülke, merhum Suriyeli düşünür Yasin el-Hafız'ın tanımıyla “tarihe geçme tüneline” girmiş bir rejimin ayakta kalması için çaba ve para harcar!