Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Ukrayna krizi ve Yemen savaşı çelişkileri

Coğrafya, tarih ve çatışmayı çevreleyen ülkeler, dünyanın herhangi bir yerinde patlak veren çatşmaların boyutlarının sınıflandırılmasında kilit rol oynamar. Avrupa'nın göbeğinde patlak veren Birinci Dünya Savaşı ve bunun Ortadoğu'nun bazı bölgelerine uzanması, küresel güç dengesinde köklü değişikliklere neden oldu. Milletler Cemiyeti, uyuşmazlıkların çözümünde uzmanlaşmış bir yapı olarak 1919’da Versay Barış Antlaşması’ndan sonra kuruldu. Dönemin iki süper gücü İngiltere ve Fransa, Sykes-Picot Konferansı’yla yenilen Osmanlı’dan elde ettikleri kazanımları paylaştılar.
Avrupa'nın kalbinde İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle, İngiltere ve Fransa'nın statüsü ve gücü azaldı ve yerlerini iki süper güç aldı: ABD ve Sovyetler Birliği. “Yalta Konferansı” ile nüfuz alanlarını ağırlıklı olarak aralarında paylaştılar, “Milletler Cemiyeti”ne alternatif olarak “Birleşmiş Milletler” kuruldu İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan ülkelere -ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin- barış ve güvenliği korumak adına veto yetkisi verildi.
Sovyetler Birliği'nin dağılması, ona bağlı cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve Doğu Avrupa ülkelerinin Varşova Paktı çatısı altından çıkmalarının ardından Batı'nın Rusya’ya karşı tutumunda bazı değişimler oldu. Sanki Batı, Rusya’nın büyük bir nükleer güç olduğunu unutmuş gibi ki, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in konuşmalarında her zaman tekrarladığı şey de budur. Bu, kendisiyle olan muamelenin üslubuna ilişkin derin bir acı duygusunu da beraberinde getirir ve Alman liderlerin Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonraki acısından geri kalmaz.
Kırım 2014 yılında Rusya Federasyonu'na ilhak edildi. Kremlin her zaman burayı Rusya'nın bir parçası olarak görüyordu. Ayrıca Donbass bölgesinin Ukrayna'dan ayrılma yönündeki talebine de destek verdi. Ardından ABD, Afganistan'dan çekildi ve burada Batı'nın desteğine sahip meşru bir otoriteyi hesaba katmaksızın ülkeyi Taliban’a bıraktı. Bu olaylar, Kremlin'in siyasi hedefine ulaşmak için işleri bir oldubittiye getirmesi ve güç kullaması karşısında Batılı tepkileri test etmek için önemli bir aşamanın başladığına inanmasına yol açtı.
Husiler de benzer bir şekilde hareket etmişlerdi. İran'ın Arap Körfezi bölgesine hâkim olma arzusunu karşılamak ve kendi emellerine ulaşmak için Yemen krizi bağlamında işleri oldubittiye getirdi.
Rusya, Ukrayna'yı işgal etme kararını 24 Şubat'ta aldı. Bu kararı almasının sebebi, ABD'yi ve genel olarak Batı'yı Ukrayna'nın “NATO” üyeliğini kabul etmesinin Rus devletinin sınırlarıyla yakın teması nedeniyle ulusal güvenliğini tehdit eden bir durum olduğuna ikna etme çabalarının başarısız olmasıydı. Rusya ilk kez kendisi ve Batı arasındaki bu meydan okumanın ortasında nükleer silah tehditleri savurdu. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı'nda nükleer bombaları Hiroşima ve Nagazaki'de kullandığını hatırlattı. Şu anki uluslararası sahne, diğer bölgesel güçlerin ortaya çıkışını görmezden geliyor. Daha önce Türkiye, yeni olarak İran ve Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ikilisi gibi.
Güvenlik Konseyi'nde daimî olmayan bir üye olarak bulunan BAE’nin Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan karara oy vermekten kaçınması, Rusya'nın tutumu üzerinde önemli bir etkiye sahip oldu. Nitekim Güvenlik Konseyi'nin 28 Şubat tarihli 2624 sayılı kararında “veto” hakkını kullanmaktan kaçındı. Bu karar, Husileri 2216 sayılı kararın 14’üncü paragrafında dile getirilen tedbirlere tabi bir oluşum olarak sınıflandırıyor ve bu da belirli kişi ve şirketlere yönelik tatbik edilmesinin ardından tüm Husileri kapsayacak silah ambargosu anlamına geliyor. Ayrıca karar kapsamında Husi grubunun Suudi Arabistan ve BAE’deki sivillere ve altyapıya yönelik sınır ötesi saldırıları kınandı ve kendisine düşmanlığı derhal durdurma çağrısında bulunuldu. Kararın bir paragrafında da ‘terörist grup’ olarak tanımlandılar.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, BM Güvenlik Konseyi'nin Yemen krizine ilişkin kararının barış için olumsuz sonuçlar doğuracağını ve çatışmanın tarafları arasındaki ayrılıkları derinleştireceğini söyledi. Diğer yandan Arap İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği, Husileri “terör örgütü” olarak sınıflandırmaya ve kara listesindeki terör örgütleri listesine dahil etmeye karar verdi.
Bu bağlamda Avrupa Birliği'nin (AB) son dönemde Yemen'de sivilleri ve sivil altyapıyı hedef alan ve insani yardımın ulaştırılmasını engelleyen saldırıları dolayısıyla Husileri “kara listeye” alma kararı da dikkate değerdir. Husilerin eylemleri arasında kadınlara yönelik cinsel şiddet ve baskı politikası da bulunmaktadır. Bunun yanı sıra grup, çocukları silah altına alıyor ve Kızıldeniz'de ticaret gemilerine patlayıcı cihazlarla ve mayınlarla saldırılar düzenliyor.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Arap İçişleri Bakanları Konseyi’den gelen bu kınamalar, grubun Suudi enerji tesislerine yönelik saldırılarına engel olmadı. Husiler 19 Mart’ta Cizan’daki petrol ürünleri dağıtım istasyonuna İHA saldırısı düzenlediler. Bunu, Yanbu Doğalgaz Santrali ve Yanbu Aramco Sinopec Rafineri Şirketi’ne yönelik saldırılar takip etti. Krallık, bu saldırıların yalnızca kendisine yönelik olmadığını ifade ederek dünyadaki enerji kaynaklarının güvenliğini, istikrarını ve bir bütün olarak küresel ekonomiyi istikrarsızlaştırmayı da hedef aldığına dikkat çekti.
Burada kafa karıştıran soru şudur: Tüm bunlarla birlikte; Husi hareketi nasıl oldu da geçtiğimiz günlerde hükümetle mübarek Ramazan Ayı’nın başlamasıyla birlikte, 2 Nisan'da yürürlüğe giren iki aylık bir ateşkesi kabul etti?
Oysa Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi Hans Grundberg'in Güvenlik Konseyi'ndeki önceki brifingleri hiç iyimser değildi. Bu atılımda Ukrayna olaylarının rolü var mı? Husilerin destekçileri, petrol krizi ve yüksek fiyatlar dolayısıyla BAE’yi ve Suudi Arabistan’ı acilen kazanmaları gerektiğini mi düşündüler? Yoksa Husi grubunun ateşkesi kabul etmesi, durumunu toparlamak ve askeri yeteneklerini geliştirmek için bir fırsattan mı ibaret?