İnanması zor ancak bu aslında bir yıl önce oldu. Hepimiz siyasi bir lider olarak en parlak dönemini yaşadığını sanan Boris Johnson'ın milyonlarca İngiliz’i yoksulluk ve ihmalden kurtarmaya yönelik ‘stratejik hedefini’ terennüm ettiğine şahit olduk. Leveler (tesviyeciler) olarak bilinen ‘17. yüzyıl Hareketi’nin takma adını kullanan Johnson, hükümetinin önde gelen bir üyesi olan Michael Gove tarafından yönetilen ‘Kalkınma Bakanlığı’ adlı bir bakanlık kurmuştu.
Tabi ki Boris Johnson her zaman olduğu gibi, niyetlerini ve aklındakileri asla açığa vurmadı. Sorumlu bakan Gove’a gelince tüm açıklayabildiği, amacın İngiltere'nin kötü durumdaki kuzey kısmını, güneydoğuda elde edilen modernite ve refah düzeyine yükseltmek olduğuydu.
Şimdi yakın gelecekte hangi mucizeyi göreceğimizi asla bilemeyeceğiz çünkü Johnson zorla koltuğundan edildi ve bundan önce de Gove’u kovdu. İşin ilginç yanı Johnson'dan kalkınma politikası gibi tasarladığı politikalar bir yana, halihazırda benimsediği politikalar nedeniyle görevinden ayrılması istenmedi.
Boris Johnson, ‘Get Brexit Done’ (Brexit'i Gerçekleştir) sloganıyla iktidara gelmişti. Dikkatini Brexit'in İngiltere’ye ne yapacağına odaklamak yerine, içerikten çok biçime odaklayarak her şeyi bir prosedür meselesi olarak lanse etmişti.
Bazılarımızın yıllar önce işaret ettiği gibi, tüm Brexit hikayesi bir dizi yanlış anlamalar ve düpedüz yalanlar üzerine inşa edildi. İlginç bir şekilde, Avam Kamarası'ndaki tek bir objektif tartışma dışında, bu konu medya ve aktivistlerin yardımıyla halk düzeyinde tartışılmak şöyle dursun, düzgün bir parlamenter süreç ile ciddi bir şekilde bile tartışılmadı veya incelenmedi.
Bunun sonucunda İngiltere ‘gericiler’ ve ‘bakiler’ akımları arasında siyasi ve kültürel bir iç savaşa girdi. Birinci akım, vaat edilen cennete çağıranlardan, diğeri ise ‘korku projesinin’ destekleyicilerinden oluşuyordu. Diğer savaşlarda olduğu gibi, iç savaşta da ilk kurban hakikattir. Sorun şu ki, Johnson'un gidişi bu iç savaşa son vermeyecek. Zira Brexit'in en azından mevcut haliyle işe yaramadığı anlaşıldığı için Johnson’a istifa etmesi yönünde baskı yapılmadı.
Küçük “Liberal Demokratlar Partisi” dışında, İngiltere'de Brexit'in feshedilmesi bir yana en kötü yönlerinin kaldırılmasını bile isteyen büyük bir siyasi grup yok. Johnson, askeri bütçeyi 1980'lerden beri eşi görülmemiş bir düzeye çıkarma politikası nedeniyle istifaya zorlanmadı.
Johnson'un Ukrayna'yı silahlandırma politikası da sonunu getiren şey değildi. Aslında muhalefet partileri bile gönülsüzce de olsa bu politikayı kabul etmişti.
Johnson'un Kovid-19 salgınının ilk aşamasında -en azından erken aşamalarında- durumu şüpheli şekilde ele alması da gidişine katkıda bulunmazken, Johnson'un ‘dünyanın topluca aşılanması kampanyasına öncülük etmesiyle’ övünmesi, siyasi muhalifleri de dahil olmak üzere birçok kişi tarafından yutuldu.
Salgın sırasında ‘cömert izin’ planlarını finanse etmek ve Brexit'ten etkilenen işletmeleri desteklemek için ulusal borcun ikiye katlanmasını denetleyen Johnson'un gidişinin müsebbibi bu ekonomi politikaları da değildi. Aynı şekilde geleneksel Muhafazakar Parti'ye zıt gitmesi de -vergileri bir nesilde en yüksek seviyelere çıkararak vergi indirimleri yapması- onun düşüşünün sebebi değildi.
Başka bir deyişle, makro politika seçeneklerinin hiçbiri Johnson’u koltuğundan etmedi.
En nihayetinde bütün bir skandala dönüşen küçük yanlışlara ilişkin haberler sonucunda istifaya zorlandı. Johnson danışmanlarından biri, annesini görmek amacıyla bir tren yolculuğuna çıkarak Kovid-19 tecrit kurallarını çiğnediği için eleştiriye maruz kalmıştı. Dahası Johnson'ın sağlık bakanının İtalyan dostuyla bakanlık ofisinde şaşalı bir parti vererek kuralları çiğnediğine dair bir haber yapılmıştı.
Bunu, Başbakan’ın Downing Caddesi'ndeki resmi konutunda küçük partilere katıldığına dair haberler izlemişti. Boris'in suyunu ısındıran şey, Bakanlar Kurulu’nda Başbakan Yardımcılığı’na terfi ettirdiği adamın eşcinsel olduğunu bilmediği iddiası olmuştu.
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor?
Bir başbakanın siyasi başarısızlıklar nedeniyle değil de, eski Yunanlıların suçluların eklemlerine vurarak düzeltebildiği küçük ‘yanlışlar’ nedeniyle görevden alındığında, bunun bize İngiliz demokrasisinde bir sorun olduğunu gösterdiğini düşünmüyor musunuz?
Boris olayı, siyasetin yalnızca seçim kazanmak amacıyla sloganlara indirgendiği İngiltere'de bugün demokratik tartışma diye bir şey olmadığını gözler önüne seriyor.
Pagan yaklaşım, seçimleri bir hizmet aracı olmaktan çıkarıp kendi içinde bir amacı gerçekleştirmek için hassas hedeflere dönüştürür. Sonuç, İngiltere’yi ve diğer Batı demokrasilerini stratejik düşünmekten mahrum bırakan kısa görüşlülüktür.
Daha Boris, Downing Caddesi'nden ayrılmadan geveze taraflar, Muhafazakar liderliğe aday olan haleflerinden hangisinin seçimi kazanabileceğini merak ediyor.
Ana muhalefetteki İşçi Partisi lideri Keir Starmer'a gelince, onun bir politikacı olarak ne sunduğunu sorgulamaktan ziyade seçimi kazanıp kazanamayacağını sorguluyorlar.
Seçim takıntısı ve gerçek siyasete ilgisizlik, eleştirmenler ve tartışma grupları tarafından analiz edilen ve şişirilen günlük kamuoyu araştırmaları tarafından besleniyor. İktidarda ne yapılması gerektiği ile değil, iktidara götüren süreç ile ilgileniliyor.
Disraeli'nin, Gladstone'un, Margaret Thatcher'ın veya Tony Blair'in her adımlarında seçim sonuçlarıyla ilgili kamuoyu araştırmalarına ve eleştirmenlerin tahminlerini esas aldıklarını bir hayal edin. Böyle bir durumda hiçbiri, şahit olduğumuz büyük reformları ve sosyal ve politik değişimleri gerçekleştiremezdi.
Gladstone, St James Park'a gece ziyaretleri yaptığı ile ilgili bir dedikodu sonucunda koltuğundan olabilirdi. Disraeli, gizemli yollarla bir servete konduğu imasıyla sarsılabilirdi. Thatcher, en yakın yardımcısının sekreterinden evlilik dışı bir çocuğu olduğunda sarsılabilirdi. Blair, üst düzey bir avukat olan karısının, kamu sektöründe çıkarları olan müşterilerden fahiş paralar aldığına dair söylentilerden sonra yolundan sapabilirdi.
Boris, İngiliz siyasetinin mevcut hastalığının sebebi değil, bir semptomuydu. Hastalık tedavi edilmezse, Boris'in yerine geçen herkesin sonu aynı, hatta daha da kötü olacak.
İngiltere'nin ihtiyacı olan şey, siyasetin asil tarafına geri dönmek, yani küçük yanlışlara ilişkin haberlerden ziyade ‘devletin’ gerçek iç sorunlarına odaklanmaktır.