Sam Mensa
TT

Washington, Biden’ın Tahran’a verdiği hediyeleri geri alacak mı?

Geçen hafta, Washington'un İran'la nükleer anlaşmaya dönüşüyle ​​ilgili kaleme aldığım “Biden yaz ortasında ‘Noel Baba’ olabilir mi?” başlıklı yazımın altına gelen yorumlardan biri dikkatimi çekti. Yorumda “Biden Ağustos ayında Noel Baba olursa, yönetimin Noel'den önce verdiği hediyeleri geri alacağına eminim” yazılmıştı. Başka bir yorumda ise Joe Biden'ın ne Baba ne de Noel olduğu, imzanın atılmayacağı ifadesi geçiyordu.
Tabiki bunlar, şahsi izlenimler. İlle de ABD’lilerin düşüncelerini veya yönetimin niyetlerini yansıtacak diye bir şey yok. Bunlar sadece hem ABD hem de İran'daki hakim havayı gözden geçirmek ve iki olasılığın -anlaşmaya geri dönmek ya da dönmemek- her birinin bölge ülkeleri üzerindeki sonuçlarını değerlendirmek için bir katalizör olabilir.
Çoğu tahmin, yakın bir anlaşmaya ve Viyana'ya dönülmesine işaret ediyor. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de buna ihtimal veriyor. İran’ın ABD’lilerin yanıtına vereceği yanıtı beklerken, hiç abartısız bağımsızların yanı sıra iki partinin (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) de genel ruh halinin Joe Biden ve Donald Trump kampları arasındaki yüksek gerilimden yakınmaya başladığını gösteren ABD’deki değişim göstergelerine dikkat çekmekte fayda var. Cumhuriyetçi Parti’de Wyoming'de Cumhuriyetçiler arasında yapılan ön seçimlerin sonuçları dikkat çekti. Trump karşıtı Liz Cheney, Harriet Hageman'a çok büyük bir farkla kaybetti. Alaska'da Trump tarafından desteklenen Sarah Palin ara seçimlere girmeye hak kazandı. Bu ön seçimlerin sonuçları Cumhuriyetçi Parti içindeki bölünmenin keskinliği ve şiddetinin, tek avantajı Trump hareketinin savunucusu, hatta fanatiği olmaları olan alternatif kişilikler lehine Cumhuriyetçi Parti saflarındaki güçlü ve yetenekli isimlerin kaybetmesine sebep olduğunu gösterdi. Cumhuriyetçilerin Trump’ın popülizmi lehine dengenin kaydığının farkında olmaları, Cumhuriyetçilerin ve özellikle de ‘Trumpçıların’ Kongre’nin iki meclisini silip süpürmesi beklenen tsunamilerinin şiddetinin hafiflemesi açısından gelecek kasım ayında yapılacak ara seçimlerin sonuçlarını etkileyebilir. Demokratlara bakacak olursak, partinin Başkan Biden, Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve genel olarak yönetimin bozuk performansından duyduğu hayal kırıklığı artık bir sır değil. Demokrat Parti artık özellikle Biden'ın adaylığı konusunda hevesli değil. Biden'ın Ukrayna'daki Rus savaşı karşısındaki katı duruşu ve Ortadoğu'daki müttefikleriyle, özellikle de Suudi Arabistan ve İsrail'le arasındaki anlaşmazlıkları giderme girişimleri; ne Afganistan'dan çıkma şeklinin ve ülkeyi tekrar Taliban'a teslim etmenin yarattığı şokun atlatılmasına ne de kendi döneminde ABD dış politikasının karşı karşıya kalacağı en önemli şeylerden biri olan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan ziyaretine gösterdiği kayıtsızlığın silinmesine yardımcı oldu. Eymen ez-Zevahiri'nin öldürülmesi de Usame bin Ladin'in öldürülmesiyle aynı etkiyi yaratmadı. İki partinin bu iç karmaşık sorunları, seçim sonuçlarını Cumhuriyetçilerin kendi lehlerine döndüreceği beklentisinin ve aynı şekilde Demokratların her iki meclisteki çoğunluğu kesinlikle kaybedecekleri beklentisinin zayıflamasına kapı aralayabilir.
Tahran'ın Avrupa'nın önerilerine verdiği yanıtın ardından ABD'nin buna verdiği yanıtı incelemesini beklerken, rejim, ABD cevaplarının olumlu olması halinde, kadrolarını ve daha geniş bir kitleyi anlaşmayı kabul etmeye hazırlıyor gibi görünüyor. Üst düzey yetkililer medyayı harekete geçirmeye başladı. İran’ın nükleer baş müzakerecisi Ali Bakıri Kani'nin önde gelen gazetecilere, kapsamlı bir kabul ortamına zemin hazırlamak için yeni anlaşmanın şartları hakkında bilgi verdiği bildirildi. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’a göre Tahran, en azından medya düzeyinde, topun Washington'un sahasında olduğuna ve ABD'nin anlaşmanın devamlılığı için taviz ve garanti vermesi gerektiğine odaklanıyor. Bununla birlikte İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz haftalarda nükleer müzakerelerden bahsetmemesi dikkatimizi çekiyor. Hamaney ABD’nin tutumunun netleşmesini beklemek veya daha fazla taviz verilmesi sonucunda muhafazakarların arasındaki iç ihtilafları önlemek ya da hızlı bir anlaşmaya varmaktan kaçınmak için böyle yapmış olabilir. Tahran’ın nihai tutumuna ilişkin öngörülerde bulunmak, ABD’nin tutumuna ilişkin öngörülerde bulunmaktan daha zor. Ayrıca, genel olarak Batı ile Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nın (KOEP) imzacılarından Moskova ve Pekin arasındaki gerilimden etkilenen diğer dış faktörlerin yanı sıra Tahran rejimi içinde güç merkezleri arasındaki karmaşık birçok iç faktör nedeniyle bir anlaşmaya varılamaması veya en kötü müzakerelerin devam etmesi ihtimali de akıldan çıkarılmamalı. Ancak en bariz ve kafa karıştırıcı soru şu: Tahran neden iptal edilebilecek ve Washington’un Biden'ın kendisine verdiği hediyeleri geri alabileceği bir anlaşmayı tercih etsin?
ABD’nin anlaşmaya geri dönmesinin veya dönmemesinin ılımlı Arap ülkeleri, özellikle İsrail ve başta Irak, Suriye ve Lübnan olmak üzere Levant ülkeleri ya da Yemen'deki savaş üzerindeki yansımaları ne olacak? Hele de Borrell “Anlaşmanın tüm sorunları çözmeyeceğinin ve İran'ın bölgeyi sadece nükleer programı nedeniyle değil, daha başka birçok nedenden dolayı endişelendirdiğinin farkındayız” şeklinde bir açıklama yapmışken.
Anlaşmaya tekrar dönülmesine ilişkin beklenti iki soruyu gündeme getiriyor: Bu, anlaşmanın ABD-İran ilişkilerinin düzelmesine zemin hazırlayacağı anlamına mı geliyor, yoksa mesele sadece askeri amaçlarla İran'ın nükleer faaliyetlerini durdurmakla mı sınırlı? Washington'un İran'ın bölgede yerel vekilleri aracılığıyla yayılmacı rollerine karşı politikası nedir? Bu sorulara verilecek cevaplar, ılımlı Arap ülkelerinin tepkilerini önceden tahmin etmeye yarayabilir, ki gelecek tepkilerin alametleri, Mısır’ın el-Alameyn kentinde Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Irak ve Ürdün arasında yapılan zirveden görülüyor. Söz konusu zirve daha önce Akabe ve Şarm eş-Şeyh'te yapılan zirveleri ve Cidde'de Başkan Biden ile yapılan son görüşmeyi tamamlayıcı nitelikteydi.
Her iki durumda da Arap Maşrık (Levant) bölgesine yansımaları acı verici olacak. Zira anlaşmaya geri dönülmesi, Tahran'a para akması anlamına geliyor. Bu da İran’ın kontrol ettiği ülkelerdeki müttefiklerini açık açık güçlendirmesine yol açacak. Böylece Maşrık bölgesi, daha önce uyardığımız gibi, Arap grubundan ayrılıp nihai olarak İran hegemonyası altına girecek. Özellikle bu noktada Lübnan’a dikkat edilmeli. Hele de nükleer anlaşmanın İsrail ile sınırlarını sakinleştirme karşılığında İran’a satıldığı kanıtlarsa. Şunu da belirtmeden geçmemek gerekir ki, Türkiye, Moskova'nın Suriye’de geri çekilip Ukrayna ile meşgul olmasının üstünü örtmek için Beşşar Esed rejimini desteklemek amacıyla Rus baskısı altında Suriye rejimine yöneliyor. İkinci amaç ise Tahran'ın bu ülkede artan etkisini dengelemeye çalışmak. Anlaşma olmazsa, bu İran'ın daha fazla saflaşması ve hatta Rusya ve Çin eksenine yapışması anlamına gelecek. Bu da özellikle Batı ile Rusya arasındaki gerilim atmosferi ışığında, devam eden çatışmaların daha da kızışmasına sebep olacak.
Ilımlı Arap ülkeleri ekseni için seçenekler her iki durumda da aynı kalıyor: Bölgesel düzeyde bu ülkeleri, her iki durumda da yaklaşmakta olan İran müdahalesine karşı koymak için gerekli olan siyasi ve askeri ittifak çerçeveleriyle desteklemek. Bu tereddüt edenlerin çekincelerini bırakıp beklenen İran rahatlığı veya kötülüğünün sonuçlarını gözden geçirmelerini gerektiriyor. Uluslararası düzeyde seçenek ise bölgesel destekleme ve ortaklık tamamlandıktan sonra ABD’nin bölgedeki rolünün kanıtlanması da dahil olmak üzere Biden’ın bölgeye yaptığı ziyaretin sonuçlarını ve bundan doğan kayıtlı ve kayıt dışı sözleşmeleri ve anlaşmaları etkinleştirmek.
Bu bağlamda, liderliği açıkça dile getirmese de Washington yüzünden kaygılı olan ve hayal kırıklığına uğrayan İsrail'in rolü ortaya çıkıyor. İsrail'in kendi seçimleriyle ve iç sorunlarıyla meşgul olduğu doğru. Ancak özellikle İran’ın ne zaman isterse nükleer devlet olmanın eşiğinde olacağı anlamına gelen santrifüjlerini saklaması durumunda yasak bir savaş yerine tercih ettiği bir anlaşmanın imzalanmasının sonuçlarının farkında. İsrail’in bu aşamada, ılımlı Arap ülkeleri gibi ABD’yi bölgedeki müttefiklerini daimi ve dinamik bir şekilde desteklemeye geri dönmeye teşvik etme ve ikinci olarak Tahran’ın fırsatçılığını engellemek için adil ve gerçekçi bir çözüm bulmak amacıyla Filistinlilerle ilişkilere farklı bir şekilde yaklaşma noktasında çok mühim bir rolü var.