Brezilya’da başkanlık seçimleri sona ermesine ve yeni yılla birlikte Lula da Silva’nın göreve başlamasına rağmen “hesaplaşma” bitmedi. Hafta başında sandıkta kaybeden aşırı sağcı eski Başkan Jair Bolsonaro’nun on binlerce destekçisi, Lula’nın başkent dışında olmasını fırsat bilerek, Ulusal Kongre binasını bastı. Polis müdahalesine rağmen temsilcilerin ofislerine dahi giren göstericiler, seçim sonuçlarını tanımadıklarını ortalığı yakıp yıkarak gösterdi. Neyse ki Kongre boştu ve olay çok büyümeden adli bir isyan olarak kayıtlara geçti.
Olaylı günün ardından ilk görev süresinde Brezilya’da Lula’nın İşçi Partisi iktidarını düşürmek için çabalayan ABD’nin Başkanı Joe Biden dahil, bir dizi Batılı lider baskını kınadı. Tek ses olarak “demokratik kurumlarını koruyan Brezilya’nın” yanında olduklarını beyan etti. İçerdiği tezatlık bakımından sırf kınama hadisesi bile tarihin bir cilvesi. Fakat nereden bakılırsa bakılsın yaşananlar vahim.
Çok değil, Brezilya’daki ayaklanmadan iki sene önce Kuzey Amerika’da ABD’nin başkenti Washington’da başkanlık seçimini kaybeden Cumhuriyetçi Donald Trump’ın destekçileri Kongre binası Capitol’ı basmıştı. Milletvekilleri güvenli odalara alınmış, içeri giren göstericiler Amerikan temsili demokrasisinin sembolleriyle dalga geçen görüntüler vermişti.
Gerek Brezilya gerekse de ABD’deki Kongre baskınları içerisinde bulunduğumuz “post-truth”, “yani gerçeklik ötesi” çağın bir tablosu. Olağan hayatın siyasal lügatten cımbızlanmış kelimelere boğulduğu dünyada, artık insanlar karşıt görüşlü kimselerle veya her türden “ötekilerle” komşu dahi olmak istemiyor. 20’inci yüzyılda hanelere giren ana akım gazeteler aracılığıyla gelişmelerden haberdar olan kitleler geride kaldı. Hepimiz duymak istediğimiz sözleri söyleyen, bizlere sosyal ortamda argüman sunacak dijital yayın organlarını takip ediyoruz. Zihnimizi bilgiyle değil, düşmanlığı körükleyen “rivayetlerle” dolduruyoruz. Hal böyle olunca ABD’deki Michael da Brezilya’da Eduardo da seçim sonuçlarının “hata” barındırdığını öne süren Youtuber’lara itibar ediyor.
Gerçek tuzla buz oldu, onu bize ulaştıracak “itibar sahibi” bir aracı da bulmak mümkün değil. Herkesin duymak istediğine kulak kabarttığı kitleler, seçmen kitlesini konsolide etmek adına insanlar arasına nefret tohumları eken politik figürlerin esiri haline geliyor. Kamplaşmanın kesinleştiği 21’inci yüzyıl toplumlarında “tarafını seçenler” kendilerini “en vatansever”, “en ahlaklı”, “en külyutmaz” insanlar olarak nitelendiriyor. “Büyük medyanın yalanlarına” sokakta yanıt veriyor.
Bu durumu ortaya çıkaran bir diğer neden de toplumları ve ulus devletleri var eden çimentonun artık tutmaması. Türkiye’de “Kemalizm” olarak kodlanan devletin kurucu ideolojisi ve Atatürk imgesi, bugün ülke tanıtım filmlerinde 1 saniye kendisine yer bulan simgelere dönüştü. ABD’nin kurucu ilkeleri, Batılı ülkelerin liberal demokratik düzenleri veya Brezilya’nın yerli-siyah ötekilere pozitif ayrımcılık uygulayan çoğulcu siyaseti, beyaz-Hristiyan rövanşizmin nefret nöbetleri altında ezildi.
Sıva yapmaya çalıştıkça daha da parçalanan sistemlerle karşı karşıyayız. Ve ne yazık ki kapitalizmin enflasyonist krizleri altında ezilen çağdaş demokrasilerimiz yamalarla kurtulacak bir vaziyeti yok. Emin olduğumuz tek şey var; Brezilya ve ABD’deki türden “isyanları” yakın gelecekte daha çok göreceğiz.
TT
Rövanşist nefret çağında demokrasinin son nefesi
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة