Başkanlığın getirilerine ve başkanlık yapanların sonradan sahip oldukları en güzel lükslere tamah etmekten kendilerini soyutlayan, durumlarına hamt eden, şükreden, Allah ve nefislerinden razı olan iki siyasetçi ile buluşmak, benim açımdan güzel ve aynı zamanda muğlak siyasi meseleler hakkında bilgi olarak zenginleştirici ve açıklayıcı bir gelenek haline gelmişti.
İşte bunlardan, eski başkanlar Selim Huss ve Hüseyin el-Hüseyni ile her buluşmamdan, Lübnan için eksiksiz bir yeniden doğuş umudunu kaybetme hissini bütünüyle azaltan daha fazla örnekle zenginleşmiş olarak geri dönerdim. Yeniden doğuş, savaşı bir süreliğine durduran ama bazılarının krizler, çatışmalar, imkansızlıklar ve yarı işgaller şeklinde somutlaştırdığı tıkanıklığı bitirmeyen “mutabakat”ın temsil ettiği ümit verici parıltıdan sonraki hayalimizdir. Halkların temennilerinin, Arap desteğinin ve uluslararası kanaatin eşlik ettiği diplomasi ve liderlikle Suudi Arabistan Krallığı’nın çabası ve yol göstermesi olmasaydı ve bununla da kalmayıp Taif ve ardından Cidde'de düzenlenen o parlamento toplantılarına sponsorluk yapmasaydı, yıllar sonra yerleşen bahsettiğimiz mutabakat formülü gerçekleşmeyecekti. Bu iki şehirde düzenlenen oturumlara katılan milletvekillerinin giriştiği tartışmalarla dolu bir ay, Taif Anlaşması adı verilen bir mutabakat ile sonuçlanmıştı. Bu noktada, 1 Ekim 1989'da konferansın açılışında Kral Fahd bin Abdulaziz'in -Allah ona rahmet etsin- dileklerini ve katılımcıların vicdanına hitap eden şu sözlerini hatırlıyoruz:
“Uzun bir uyum ve kardeşlik tarihi boyunca Lübnanlıların yan yana yaşadığı, bir arada yaşamın ve uyumun örnek alınacak bir sembolü olan Lübnan gibi bir ülkenin her ne sebeple olursa olsun kardeşlerin savaş alanına dönüşmesi kabul edilemez. Lübnan trajedisinin gecesi o kadar uzun sürdü ki ne kadar büyük ve önemli olursa olsun, tüm çatışma ve anlaşmazlıklar, annesini kaybetmiş bir çocuğun gözünden akan bir damla gözyaşına, çocuğunu veya eşini kaybetmiş bir kadının ağzından çıkan bir çığlığa değmez oldu. Bu nedenle, bu trajediyi sona erdirmek, diğer tüm hedeflerden önce gelmesi gereken bir hedeftir...”
Taraflarla destek ve görüş alışverişinde bulunan, katılan tarafların yol haritalarını tek bir yol haritasında bir araya getirerek uzlaşma formülünü olgunlaştırmaya yardımcı olduğundan, bazı katılımcılar ile başkan Hüseyin Hüseyni arasında diyalog sertleştiğinde, havayı yumuşatan Prens Suud el-Faysal (Allah ona rahmet etsin) da Kral Fahd'ın bu duygularına tercüman olmuştu. Taif Konferansı'nın açılış oturumunda katılımcılara hitabında bu duyguları şöyle özetlemişti:
“Hepimiz, ülkemiz Lübnan'ın Arap dünyasındaki rolüne geri dönmesi için fırsatın yakın olduğunu umuyoruz. Başarımız, ne için çabaladığımızı teyit ediyor. Birlik ve bağımsızlığın önünü açıyor. Başarısızlığımız ise cehenneme giden yolu. Başarımız Lübnan'ın dostlarını yanımızda tutuyor. Başarısızlığımız hiçbir hakkı ve emaneti korumuyor. Başarısızlıkta kayıptan başka bir şey yok…”
Bir gazeteci ve yazar olarak başkanlar Selim Huss ve Hüseyin Hüseyni ile zenginleştiren siyasi bilgiler, muğlak konuların açıklanması veya yetkililerin hem olumlu hem de olumsuz olabilecek sözlerinin açıklanması için yaptığım geleneksel buluşmalar artık aynı sıklıkta değildi. Zira ikimizin de sakini olduğumuz binanın birkaç basamağını çıkarak görüştüğüm ve hiç kimsenin onun kadar mütevazı olamayacağı komşum başkan Huss’un sağlık durumu, artık durumunu dikkate almamızı, benim anlık sorularıma karşılık verdiği kısa ve açıklayıcı cevaplarla yetinmemizi gerektiriyordu. Kaldı ki sonra Beyrut’tan ayrılarak Doha’da bulunan ve kendi adını taşıyan (Huss Dohası) diğer evine taşındı. Orada, kalıcı elektrik kesintileri sebebiyle Beyrut’un çoğu bölgesinde 24 saat çalışan jeneratörlerin oluşturduğu kirlilikten kendisini kurtaran bir hava, bahçe ve çiçekler var.
Başkan Hüseyin Hüseyni'ye gelince; onunla yukarıda bahsi geçen kişisel geleneği aynı şekilde sürdürdük. Lübnan’daki Şii toplumunun koşulları, kendisi ile yaptığımız konuşmaların temel konusuna dönüşmüştü. İkimiz de bu toplumun mensubuyuz ve aramızdaki ortak payda, mezhepsel hoşgörüsüzlükten uzak durmamız, bir çözüm olarak partizanlıktan hoşlanmamamızdı. Ülkemizin komşumuz Suriye’den başlayıp, Mısır, Irak, Ürdün ve Sudan, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'tan geçerek komşumuz Moritanya’ya kadar Araplarla ilişkilerini mümkün olduğunca pekiştirmesi gerektiğine inanıyorduk. Devlet olan bir Filistin’den de geçmeyi, kutsallığı Netanyahu'nun bakanı ve gözbebeği Ben Gvir tarafından ihlal edilmiş Mescid- Aksası’nın kutsallığıyla bereketlenmeyi beklerken, beş ülkesi tarafından temsil edilen Körfez dayanağına da bilhassa odaklanıyorduk. Yine ikimiz de değişime öncülük etmesine rağmen güney bölgelerinden farklı olarak gelişmeden yoksun bırakılan aynı bölgedendik. Şii toplumunun pusulasının tek bir yöne, İran yönüne keskin bir şekilde yönelmesi, yarattığı soru işaretleri, yadırgamalar ve şaşkınlıklarla genellikle Lübnan’ın koşulları ile ilgili sürekli konuşmalarımızın önemli bir kısmını oluştururdu. Sorularımız şunlardı:
Şii söylemindeki bu keskinlik neden? Bu sebepsiz tıkanıklık neden? Arap değilmişiz gibi Arap kardeşlerimize karşı benimsenen bu üslup nedir? Dahası kardeş ülkelere zarar vermeyi amaçlayan bu devrimciliğe neden ev sahipliği yapıyoruz?
Yadırgadığımız ve şaşırdığımız husus ise bu söylemde esnekliğin hiç olmamasıydı.
Bu noktada kendime şunu söyleme izni veriyorum: Diyalog arenası daha geniş ve arenanın sahibi farklı görüşlere daha açık olsaydı, başkan Hüseyin Hüseyni'nin görüşleri genel olarak Şii söyleminde olumlu değişikliklerde bulunma kabiliyetine sahipti. Eğer böyle olsaydı, iş işten geçtikten sonra da olsa Şii toplumu, adı Hüseyin, soyadı Hüseyni, lakabı Ebu Ali olan bu başkanı hayal kırıklığına uğrattığını hissetmezdi. Bu manevi anlamlar taşıyan isimlerin sahibi, kendi toplumunun evlatları tarafından haksızlığa uğratılmış ve Lübnan’ın -genel koşullar açısından- en karanlık, haksızlığın en koyu olduğu gecelerinden birinde bu dünyadan ayrılmazdı. Kendi mercileri ile diğer Lübnan mercileri arasındaki diyalog, işleri kolaylaştıran bir şekilde yürütülmediği için Lübnan semalarının kendisi için daha da bulutlu hale geldiği Şii toplumu için bu koyu karanlık biraz daha hafif olabilirdi. Taif Anlaşması’nın bir örneğini oluşturduğu fanatizmden arınmış rolüyle Lübnan’ın tamamen yıkılması ihtimalini bir süreliğine uzaklaştıran uzlaştırıcı rolün sahibi, Kesrevan kökenli “Bekaalı, Baalbekli, Şamstarili, (Ebu Ali) Hüseyni”, diyalog ve görüş alışverişine herhangi bir fırsat tanımadan Şii İkilisinin aldığı kararlardan sistematik olarak dışlananlar çemberinin içinde olmasaydı, karanlık bu kadar koyu olmayabilirdi. Marunilerin çoğunluğu da hem var olan hem de olmayan Raymond Edde'ye böyle davranmışlardı. Onu büyük hayal kırıklığına uğratmışlardı. Lübnan’da hüküm sürdükleri birkaç yıl boyunca, bu çoğunluğu dinlemeyi tercih edip, Lübnan-Esed ilişkisinin doğru olmasını isteyenlere kulaklarını tıkayan Suriyeli karar vericiler de onlara bunu yaptılar.
Suudi Arabistan'ın Lübnan Büyükelçisi Velid el-Buhari’nin dikkat çekici dinamizminden sonra, Taif Anlaşması'nın kazanımlarına yönelik bir tür inkar içeren itirazlara yenik düşmemesi için bu anlaşmanın ağacını sulamak amacıyla UNESCO Sarayı'nda gerçekleştirilen kapsayıcı ve benzeri görülmemiş toplantıda, başkan Hüseyin Hüseyni’nin hazır bulunmaması göze batıyordu. Bu yazının başında bahsettiğim gelenek üzere, onu mütevazı evinde ziyaret etmek, bu konuda beni daha da aydınlatabilecek veya bilgilendirecek hususlar hakkında ondan daha fazla bilgi almak için kendisini aradığımda, sekreteri bana halihazırda hiç kimseye randevu veremediğini söyledi. Bir hafta sonra tekrar arayıp aynı cevabı aldığımda, daha önceki her görüşmemizde hep alışılmadık özelliklerini fark ettiğim sevgili ve değerli arkadaşımın sağlık durumunun kesinlikle kritik olduğunu anladım. Sonra beni yasa boğan haberi aldım. Arap ve Sadr eğilimli Lübnan’ı korumaya gayret eden Lübnanlıların kendisini hayırla anmaya devam edecekleri Hüseyni’nin kaybı için kendimi teselli eder ve ona rahmet diler bir halde buldum.
Her zaman Lübnan’ı güvenlik çemberi içinde tutabilecek görüşlerle dolu meclisinin hasretini çektiğim ve kendisine uzun ömürler dilediğim diğer arkadaşım başkan Selim Huss'un durumu da benim durumuma benziyor. Allah cömert ve yardım edendir.
TT
Güzel gelenek
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة