Mustafa Özcan
TT

Düşmanı içeride aramak

2008 yılında vefat eden Medeniyetler çatışması tezinin mimarı siyaset bilimci Huntington ülkeleri tüme varım metoduyla kırılgan olup olmadıklarına göre beş grupta toplar. 
1) Üye ülke
2) Yalnız ülke
3) Merkez ülke
4) Bölünmüş ülke
5) Kararsız ülke
İlgili analizinde Türkiye’yi hem parçalanmış ülkeler ((torn countries)hem de kararsız ülkeler kategorisine sokar.   Bu sürecin Kemalizmle başladığını ve Türkiye’nin bu dönemde kendi köklerine yabancılaştığını söyler. Kendi köklerine yabancılaşarak bu süreci başaran veya tamamlayan bir ülke gösterilemeyeceğini ve artçı veya dip dalgaların zamanla bu süreci boğduğunu ve sil baştan yeniden şekillendirdiğini ifade eder.  Halka ve köklü değerlerine rağmen Batılılaşmanın mümkün olmadığını ifade eder.  Esasında bu sıra dışı medeniyet tarihçisi Arnold Joseph Toynbee’nin vardığı sonuca aykırıdır.  Bu yönde bir istisna olan Japonya ise batılılaşmayı ithal ve kopyalama suretinde değil kendi zati dinamikleri ve iradesiyle tamamlamıştır. Gelenekleriyle çatışarak değil aksine barışık olarak ikmal etmiştir.  Japon Tanzimatı, Türk Tanzimatı gibi devrimle tamamlanmamıştır. Kaynaşarak süreci bitirmiştir.  Güney Kore için de aynısını söyleyebiliriz.  Bu üstten inmeci modernizm veya Batılılaşma dalgaları zıtlaşmayı, çatışlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bu da içeride sürekli gerilim üretmiştir.
Zorla veya üstten inmeci bir biçimde dayatılan Batılılaşma modelinin Japonya gibi tamamen başarılı olduğu söylenemezse de tamamen başarısız olduğu da iddia edilemez.  Benzeri bir süreci yaşayan Cezayir’in eski başbakanlarından Abdulhamid İbrahimi’nin dediği gibi Fransız Devriminden başlayarak batılılaşmanın akislerinin yaşandığı coğrafyada ideolojik bir azınlıklar teşekkül etmiştir. Batılılaşma taban tutmuştur.  Batılılaşmış tabakalar Batı gibi yaşamayı ve giyinmeyi ve kuşanmayı kendilerine şiar edinmişlerdir. Huntington’ın dediği gibi süreç, iç ve dahili araçlarla kurgulanmamıştır.  Hasan Hanefi de Batılaşma veya modernleşme sürecinin yerli araçlarla yapılması gerektiğini savunmuştur.  Bu ideolojik azınlık yapılanması veya bölünme hali uçtan uca bütün İslam dünyasını kaplamıştır. Zira proje sadece Türkiye ile sınırlı değildir, Türkiye merkezli olarak bütün İslam dünyasını dolaşmış ve tümüne hitap eder şekilde genişletilmiş ve yürütülmüştür. Her ülkeye bir Atatürk projesi tasavvur edilmiştir.   Bundan dolayı Ebu’l Hasan en Nedevi Mısır ile Türkiye arasında bu yönde ikizlik durumuna işaret ederek, ‘Türkiye’de Kemal, Mısır’da Cemal suretine bürünmüştür’ demiştir. David Frum'un kaleme almış olduğu The Right Man: The Surprise Presidency of George W. Bush adlı eserde de bölgedeki her ülkeye bir Atatürk modeli öngörüldüğüne işaret etmiştir. Bunlardan birisi de Cemal Abdunnasır'dır. Bu ülkelerde giderek su yüzüne çıkan Batılılaşma ile gelenek karşı karşıya gelmiştir. Bazı ülkelerde gelenek karşıtları arasına heterodoks akımlar da sızmıştır, katılmıştır.  Süreçte kutuplaşma ve bölünme yaşanmıştır. Osmanlı imparatorluğunda ilk bölünme veya kutuplaşma İttihatçılarla Ahrar veya gelenekçiler arasında yaşanmıştır. İdeolojik çizgiyi başlatan ve bilahare hem sola ve sağa açılan İttihatçı zümreler olmuştur. İttihatçılar iktidardan inseler bile İttihatçı düşmanlığı bir dönem daha devam etmiştir. 1950’li yıllardan itibaren yani çoğulcu sisteme ve demokrasiye geçişten itibaren yine aynı husumet; şark husumeti nüksetmiştir. Bunun sonucu İttihatçıların halefi/ardılı olan CHP batılılaşmış zümre ve elitlerin partisi ve halkın ötekisi olmuştur.  Hak etse de etmese de CHP düşmanlığı canlı kalmış ve canlı tutulmuştur. Bu da birleşmeyen ve iyileşmeyen bir yara olarak bünyede kalmıştır. Şark husumeti toplumsal yaraların sarılmasına ve iyileşmesine imkan tanımamaktadır. Bu suretle Türkiye Huntington’ın ifade ettiği gibi yüksek gerilim hattında kalmaya devam etmiştir. Bu tarihi miras ve cepheleşme zemininde Türkiye 14 Mayıs seçimlerine (2023)  doğru yol almaktadır. Hem de tek partili yönetimden sonra kutuplaşmanın miladı sayılan ve Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan tarihte.  Tarih kendini tekrarlayacak mı, tekrarlamayacak mı, bilmiyoruz!   14 Mayıs tarihli (2023) seçim takvimi, tarihin tekerrüründen ziyade atıf ve mühendislik ürünü gibi duruyor.  Eski kavgaları hortlatmanın bu mecradan beslenen siyasilerin dışında kimseye yararı olacağını sanmıyoruz. Fakat kabul etmeliyiz ki, ülkemizin siyasi kumaşı da bu. Belki de bu seçimlerle birlikte Tanzimatla açılan resmi batılılaşma süreci ve ya parantezi de kapanabilir.
 Huntington bölünmüş ve parçalanmış ülkelerden bahsederken bu yönüyle kendi ülkesinin konumundan pek bahsetmemiştir. Bu parçalanmış toplumlardan ve ülkelerden birisi geçmişinde bir iç savaşa sahne olan ve hala bu yarayı bünyesinde taşıyan ABD ile ilaveten İsrail’dir. ABD muhafazakar kanatla liberal kanat arasında ikiye bölünmüştür.  Bu kamplaşma bazen keskinleşmektedir.  Trump gibi populist siyasetçiler ya da bölünmeden beslenen, bundan siyasi rant sağlayan ve nemalanan liderler bu ayrışma hattına yakıt taşımaktadır.   Trump gibi liderler bu hatlar üzerinde kontrolü zor olan siyasi dalgalanmaları köpürtmektedirler. Trump ve onun gibi düşünenler ABD’nin düşmanının dışarıda olmadığını bilakis içeride neoliberal akım olduğunu savunuyorlar. Ona göre düşman Putin veya Xi Jinping değil aksine Jeo Biden ve Demokrat Partinin ileri gelen kadrolarıdır. Trump gibiler açık toplum yerine kapalı toplum veya faşist toplum hayali kurmaktadırlar (  https://www.commondreams. org/ opinion/ trump-fascist-campaign ). Trump ve muhafazakar kafadarları faşizan bir toplum tasarlamakta, kurgulamakta ve özlemini çekmektedir.  Skandallarla birlikte siyasi kariyeri bitme noktasına gelen Turmp’ın sadağında kalan yedek mermi kendisini başkanlık koltuğuna götürebilecek bir iç savaş ortamıdır. Ya da benden sonra tufan yaklaşımıdır. Gücü yeterse ve bilek güreşiyle koltuğa ulaşabileceğini kestirirse bu yola başvurmaktan çekinmeyecektir. Çılgın liderler savaşların yakıtı olmaktadır. Eski Yugoslavya’yı dağıtan Sırp Çetnikler ve Miloseviç gibi faşist eğilimli keskin liderler olmuştur.
Bugün de ABD de koltukları için ülkelerini ateşe atmaya hazır populist liderler barındırmaktadır.
İsrail’in üzerinde de benzeri kara bulutlar dolaşmaktadır.  Kıt ufuklu bir politikacı olan ve İsrail’in kurucu babaları kadar bile Batı kültüründen nasibini almayan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich  Filistinlilerin bir millet olduklarını reddediyor. Onların hayali cemaatler veya topluluklardan birisi olduğunu ve geçmişlerinin 100 yılı bulmayacağını ileri sürmektedir. Filistinlilere bırakılan toprakları müktesep hak olarak gören Bezalel Smotrich  üstelik Ürdün’ü ötesinde Suriye’nin ve Lübnan’ın bir kısmını yedeğine  almak ve İsrail topraklarına katmak istiyor.  Büyük İsrail projesinde selefi Şaron’u bile geride bırakmıştır. Şaron’a göre Ürdün alternatif Filistin yurdudur.   Simotrich ise kendi yurtları olduğunu söylüyor!  Simotrich ile Itimar Ben Gvir isimli sağcı politikacı en iyi Filistinli ölü Filistinli veya ajan Filistinli anlayışını seslendiriyor.  Zıt istikametli bir yarış var. Filistinliler yumuşadıkça İsrailli politikacılar daha da keskinleşiyor.  Ama bu içlerinde de keskinlik üretiyor. Keskin sirke küpüne zarar misali bu keskinlik İsrail’e fayda vermeyecektir. İsrail dikey ve yatay olarak bölündükçe bölünmektedir.  Laik-Dinci bölünmesine eş ve ek olarak Sefardimler ile Eşkinaziler arasında da çatlak büyüyor. 102 ülkeden gelen Yahudileri bir arada tutmak kolay değil. Bunlar iki ana akımı, gövdeyi temsil ediyorlar. Sefardimler ve Eşkinaziler. Doğu ve Batı ya da Kuzey ile Güney Yahudileri.  Mossad eski başkanları İsrail’de iç savaş düdüğünün çalmak üzere olduğunu söylüyorlar. Ülkenin dümenine geçen radikal ve dinci Yahudiler seküler Yahudileri istemiyorlar.  Filistinliler gibi onlardan da kurtulma arayışındalar. Kimlik politikaları üzerinden gerilim giderek tırmanıyor. 
Kamu diplomasisi bakanı olan Galit Distel Netanyahu’nun bıçak sırtı çılgın politikalar izlediğini ve bunun sonucu İsrail halkının yarısını diğer yarısına kırdıracağını savunuyor. Bibi’nin elinde İsrail’in parçalanacağını ve harap olacağını tahmin etmektedir.  Gerçekten de Netanyahu İsrail’de bugüne kadar görülmeyen bir kutuplaştırma politikası izliyor. İsrail ile Türkiye farklı kulvarlarda olsalar bile kutuplaşma üzerinden aynı arazları yaşıyorlar.   Centilmenlik ruhu yerine illa da kazanma ruhu egemen olmuştur.
İsrail’le ilgili iç savaş senaryolarının abartıldığını savunan Filistinli araştırmacı Salih Naami’ye mukabil Cumhurbaşkanı Herzog aksine İsrail’in iç savaşın eşiğinde olduğunu vurguluyor. Bu tehlikeyi ciddi farz ediyor.  İyimserlerin vehim içinde olduklarını da söylemeyi ihmal etmiyor.  Bar-Ilan Universitesi Arap kültürü hocası Mordechai Kedar durumu bir ayetin ışığında özetliyor:  ‘Evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlar(Haşr Suresi, ayet: 2)’
İsrail ve ABD yolların ayrılış noktasına gelip çatmış bulunuyor.  Ya devlet başa ya kuzgun leşe!
İçten ve dıştan dünya çalkalanıyor.