Türkiye’de ‘eski bir İslamcı’ olduğundan Ömer Beşir’in sakil mirasına hala olumlu bakanlar var. Beşir’in geride bıraktıkları yeterince açık değil mi diye bir soru akla gelebilir. Meselenin açıklıkla kapalılıkla alakası yok. Taraftarlıkla alakası var. Hala kimi Müslüman zihninde İslam öncesine dayanan kabile mantığı işliyor. İslamcılık da bu asabiyetlerden ve hiziplerden birisi haline gelmiş durumda. Bununla birlikte acaba propaganda ve telkinin dışında bu söylediklerine kendileri de inanıyorlar mı? Öyle ise gerçekleri kabul etmemeye yemin etmiş ‘kesin inançlılar (the true believer )’ zümresiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Buna dair iki örnek, toptan Putinciler ile toptan Amerikan karşıtları gösterilebilir. Ömer Beşir’cileri de gerçekler değil yaftaları ve algıladıkları ilgilendirmektedir.
Baştan beri Hasan Turabi-Ömer Beşir ikilisinin darbesi sefil bir darbe idi. Ömer Beşir bana yöntem olarak bizzat Kenan Evren ve 12 Eylül’ü örnek aldıklarını veya yararlandıklarını söyleyecektir. Bilahare bu ifadeyi Hasan Turabi’ye ilettiğimizde sadece gülmekle yetinmişti. Pandoranın kutusu aslında bu darbe ile birlikte açıldı. Sudan’ın Demirel’i sayılan Sadık Mehdi’nin nispeten sivil olan hükümetini devirdiler ve bir daha işler dikiş tutmadı. Önce birbirlerine düştüler ardından ülkeyi böldürdüler. Ve ardından kahramanlık yapmış gibi ülkenin üzerine çöreklendiler, dümeni kimseye kaptırmadılar. İslami kesimler de vaktiyle gerekli ikazları yapmadıkları ve aksine öteledikleri için onlar da kötü gidişin sorumluluğundan paylarını aldılar. Birçok yerde olduğu gibi onlar da ‘Ömer Beşir giderse daha kötüsü gelir’ diye kendilerini avutmuşlardı. Ömer Beşir de ‘benden sonra tufan’ politikasına sarılmıştı. Ölümü gösterip milleti sıtmaya razı etmişti. Ömer Beşir gitti, yerine kendi adamları geldi ama ülkenin kötü kaderi değişmedi ya da kötüye gitmesi engellenemedi. Ömer Beşir ve halefleri siyasi sözlüklerinde istifa diye bir müessese tanımadıklarından ve kriterlere uygun seçimler de yapılmadığından pişkinlik anlayışına sarıldılar.
Son süreçte ekonominin dibe vurmasıyla birlikte Ömer Beşir 30 yıl iktidar dönemine veda etmek zorunda kaldı. Anlaşmalı ya da muvazaalı bir darbe ile devrildi. Yerine geride bıraktığı fırıldak zümre iktidara geldi. Şimdi halefleri temsilen, darbenin fiili lideri Abdulfettah Burhan ile milis gücü lideri Daklu vuruşuyorlar. Bu munis ülkeyi yine kan gölüne çevirdiler. Meselenin özü şu: Ömer Beşir’den sonra iktidar çatallaştı. Cancavid'in uzantısı milisler ya da Hızlı Destek Kuvvetleri kontrol dışına çıktı ve başlarına buyruk hareket ediyorlar. Cin şişeden ya da macun tüpten çıktı ve geri dönmüyor. Abdulfettah Burhan ise Sudan Hızlı Destek gücü unsurlarını orduya katmak ve ikili görüntüyü sona erdirmek istiyor. Kısaca, arada bir nüfuz savaşı ve ötesinde sözlü bir atışma dönemi yaşandı. Meçhul bir kurşunla birlikte bu sözlü atışma süreci çatışmaya dönüştü. Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), 2013'te kuruldu ve kökenleri, Darfur'da toprak sahibi zenci kökenlilerle savaşan ve uyguladıkları yöntemlerle kötü şöhrete sahip Cancavid milislerine dayanıyor. Bilahare başka suçlarla da anılıyorlar. Sözgelimi, Eylül 2013'te ülkedeki protestolara katılanlara karşı ihlallerde bulunmakla da suçlanıyorlar.
Kısaca Beşir yönetimi gölgesinde, eski silah arkadaşları nüfuz savaşında düşman kamplara bölündüler ve düşman kardeşler haline geldiler. Sudan'da 15 Nisan'dan (2023) bu yana orduyla çatışan paramiliter güç Hızlı Destek Kuvvetleri'nin lideri Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, batıda deve ticareti yaparken yolunun eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir'le kesişmesiyle generalliğe kadar terfi etti. ‘Hamideti’ lakabıyla tanınan Daklu, Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde yaşayan Arap kökenli Rizeygat kabilesinin bir ferdi olarak 1974'te dünyaya geldi. Daklu, 30 yıllık Ömer el-Beşir rejiminin devrildiği, 2019'da kurulan ve devlet başkanlığı yetkilerine sahip geçici Egemenlik Konseyi'nin başkan yardımcılığına getirilerek dikkatleri üzerine çekti.
Kısaca, Güney ile Kuzey Sudan arasındaki resmi bölünmeden sonra bir de şimdi, Burhan ile Daklu arasında fiili bir bölünme ve çatallaşma hali yaşanıyor. Bu bölünme bölgesel çekişmeyi de beraberinde getiriyor. Abdulfettah Sisi ile Abdulfettah Burhan müttefikler. Buna mukabil Daklu sırtını Mısır ile sıkıntıları olan Etiyopya yönetimine dayıyor. Bu, Sudan üzerinden bölgesel çekişmeye Nil Nehri ve su sorununu da ilave etmek anlamına gelebilir.
Sudan İnkaz Darbesi deneyiminden önce Afgan Mücahitlerinin siyasi deneyimleri vardı. Fiyasko ile sonuçlanmış sonunda sıfatları değil, isimleri Mücahit olarak kalmıştı. Mücahit partileri bayağı yol kesenler zümresi haline gelmişlerdi. Taliban onları önüne kattı ve sildi süpürdü. Sonra Kuzey Ligi adı altında 2001 ve sonrasında ABD ile birlikte oldular.
Meselenin özü şu: Yandaşlık veya tarafgirlik ruhu teşhis koymakta gecikmemize neden oluyor. Sadece davranışta değil, teşhiste de şark kafasıyla hareket ediyoruz. Hakkın yerine şahsı ve zümreyi ikame ediyoruz. Mücahitlerin kusurlarını görmemiz uzun bir süreç almıştı. Bir dönem Sudan’ı da unutmuştuk. İdeallerimiz arasındaki yerini kaybetmişti. İşler iyi gitmediği için kör noktamız haline gelmişti. Ama yine de yarım tahlillerle onların mirasına sahip çıkanlar oluyordu. Zihni algılarımız ve yanlışlarımız ya da peşin fikirlerimiz, ufuktaki yanlışları onaylıyordu. Bunun düzelmesi için zihniyetin düzelmesi gerekiyor.
Yoksa doğru düşünenler için teşhis her zaman müyesser.
Sözgelimi, Mısırlı ünlü yazarlardan ve düşünürlerden Mustafa Mahmut, Sudan İnkaz Darbesinin sekizinci yılında (8/3/1997) bu ülkedeki gelişmelerle alakalı bir (belki de birçok) makale kaleme almıştır. Makalesi, Sudan felaketi başlığını taşıyor. İsrail’in Kızıldeniz kıyılarına kadar ulaştığını ifade ediyordu. Rahmetli bugünleri görseydi, bu politikanın mimarlarından birisinin bizzat Ömer Beşir’in varislerinden eski deve tüccarı Daklu’nun olduğunu söyleyecek ve yazacaktı. Bugünkü liderliklerin (zaamat) ağalık ve paşalık sisteminin yerini aldığını ifade etmektedir. Sudanlı liderlerin hakkın emrinde değil, nefislerinin ve çıkarlarının hizmetinde olduğunu ifade etmiştir. Mustafa Mahmut yazısının bir yerinde şöyle demektedir: “Neden İslami fırkalar silahlarını aynı çizgideki rakiplerine ya da birbirlerine doğrulturlar? Niçin iç unsurlara karşı husumetleri dış mihraklara olan husumetlerini yaya bırakır, geçer? Afgan mücahitleri Sovyetlere göstermedikleri düşmanlığı kendi aralarında birbirlerine göstermişlerdi! Bu gayretleri İslam için olsaydı, Sovyetlerle mücadelelerinde daha hamiyetli olurlardı. Kavgaları baş olma sevdasından mütevellit olduğundan birbirlerine karşı daha acımasız davrandılar. Onlar İslami değil, sosyolojik veya siyasi çerçeveli bir kavga yürütüyorlardı. Lakin eşe dosta da bunun İslami bir mücadele olduğunu söylüyorlardı ( Devletü’l Zulmi saa, Mustafa Mahmut, Mektebetü Mısır. S: 110/111).
Eski deve taciri şimdi General Daklu, Burhan’la kavgasını, onun ‘radikal İslamcılığına’ bağlıyor. Radikalizm rüzgarıyla ülkeyi yalnızlık girdabına iteceğini ve karanlıkta yalnızlaşmış bir ülke durumuna düşüreceğini öngörüyor. Buna kargalar bile güler. Bu teziyle içeride kimseyi ikna edemese de zaten onun mesajı dışarıdaki dostlarına. İsrail ile ABD arasındaki geniş bir yelpazeye hitap ediyor. Abdulfettah Burhan’ın öteki Abdulfettah’la, yani Sisi ile dostluğu bile bu tezini çürütmeye yeter. Lakin deve tüccarından general olursa bunları da normal kabul etmemiz gerekecek!
Abdulfettah’ların olmadığı bir ortamda veya dönemde Mısır’ın başına gelen Mehmet Ali Paşa da tütün tüccarıydı. Şarkın kör talihi hiç değişmez mi?
TT
Beşir’in adamlarının rövanş partisi
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة