Güney Afrika’nın Johannesburg kentinin Sandton bölgesinde BRICS Zirvesinin yapılacağı üç gün boyunca tüm uluslararası forumlarda gündeme gelen soru işareti belki de şudur: Dünya şu anki mevcut düzen karşısında yeni bir hegemonik güç oluşturma yolunda mı?
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, birkaç gün önce Güney Afrika dergisi Ubuntu’da yazdığı yazıyla yolu kısaltarak “Mevcut çok uluslu mekanizmaların yerine geçme, dahası yeni bir kolektif hegemonyaya dönüşme amacımız bulunmuyor” dedi. Öyleyse ne?
Kısacası, BRICS ülkeleri (Rusya, Çin, Güney Afrika, Hindistan ve Brezilya) yeni, çok merkezli ve daha adil bir dünya düzeni arayışı yolunda temel bir dayanak olmayı hedefliyor gibi görünüyor.
Küçümseme ya da abartma olmaksızın, BRICS’in kurucu ülkelerinin askeri ve ekonomik düzeyde gerçek bir gücü temsil ettiği söylenebilir. Zira dünyanın en güçlü dört ordusunu bünyesinde barındırıyor ve hem bugün hem de gelecekte geniş bir ekonomik ufka sahip.
Bu büyük oluşumun herhangi bir tarafla askeri bir kavgaya girme amacı taşımadığı ortada. Daha ziyade bu oluşum, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı 1991 yılından beri yaklaşık 30 yıldır ABD’nin dünyanın zenginlikleri üzerindeki ekonomik hegemonyası göz önüne alındığında, Sam amca ve Avrupalı müttefikleri karşısında ulusları ve halkları korumak için bir tür ‘güvenlik kalesi’ olarak düşünüldü.
2008 yılında ABD bankalarının neden olduğu küresel mali krizin ardından korkular derinleşmiş, güvensizlik duygusu artmış ve o dönemde herkes Batı sistemine mutlak ekonomik bağımlılıktan kaynaklanan güvensizlik durumunu fark etmişti.
Bu, BRICS’in tam olarak ABD karşıtı küresel bir ekonomik grup olduğu anlamına mı, yoksa ekonomik çatışma ya da savaşların nihai bir hedef olması gerekmeden ABD ile anlaşmazlığı ele almak için bir araç olduğu anlamına mı geliyor?
Buna cevap vermek için BRICS’in yönelimlerini anlamamıza yardımcı olacak bazı sayısal verilere bakmak gerekiyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün verilerine göre bu ülkelerin 2022 yılı sonu itibariyle ekonomik hacmi 44 trilyon dolara ulaşması ve küresel ticaretin yüzde 17’sini kontrol etmeleri dikkat çekiyor.
Mevcut BRICS ülkeleri toplam 40 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın topraklarının yüzde 27’sini oluştururken, 3,2 milyarlık mevcut BRICS nüfusu da dünya nüfusunun yüzde 42’sine tekabül ediyor. G7’nin nüfusu ise 800 milyonda kalıyor.
Buradan okuyucu, Yeni Kalkınma Bankası’nın ve sanal döviz rezervleri fonunun imkanlarını geliştirme, ortak elektronik ödeme mekanizmaları oluşturma ve grup ülkeleri ve diğerleri arasındaki ticari işlemlerde ulusal para birimlerinin rolünü artırma doğrultusunda BRICS’in önceliklerini anlayabilir.
Ancak bu zirvedeki asıl soru, diğer önemli uluslararası tarafların da katılma isteğiyle ilgili. Bunların başında Arap dünyasından Suudi Arabistan Krallığı, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) yanı sıra Bahreyn, Kuveyt, Fas ve Filistin gelirken Latin Amerika’dan da Arjantin öne çıkıyor. BRICS’e katılmak isteyen ülkelerin sayısı neredeyse 23’ü buluyor. Bu sayı 7 Ağustos’ta Güney Afrika Dışişleri Bakanı Naledi Pandor tarafından doğrulandı.
BRICS üyelik yapısında bu değişikliklerin olması, ittifak alanının 10 milyon kilometrekare büyüyebileceği, nüfusun ise 322 milyon artacağı anlamına geliyor. Öyleyse bu, küresel olayların rahminde şekillenen yeni bir dünyanın sinyalleri mi?
Associated Press yayınladığı bir haberinde, örneğin Suudi Arabistan’ın katılması durumunda BRICS’in yeni sahnesinin nasıl olacağından bahsetti.
Uluslararası haber ajansı, “Dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisini Rusya ve Çin’in bulunduğu ekonomik bir bloğa dahil etmeye yönelik herhangi bir adım, hiç şüphesiz uluslararası haritada yaşanacak farklı küresel jeopolitik değişikliklere açıkça dikkat çekecektir” ifadelerini kullandı.
Ajansa konuşan Hindistan’ın eski Suudi Arabistan Büyükelçisi Tilmiz Ahmed “Eğer Suudi Arabistan BRICS’e girerse, bu, birliğe olağanüstü bir önem kazandırır” dedi.
Politik analistler, Arap (Basra) Körfezi bölgesinde belirleyici bir oyuncu haline gelen Riyad’ın, coğrafi konumu ve altı kıtadaki yaklaşık 2 milyon Müslümanın kıblesi olması açısından taşıdığı manevi konumu ile, büyük bir etkisinin olacağının farkındalar.
Merkezi bir ülke olan Mısır’a gelince, Süveyş Kanalı gibi en önemli ve en faydalı ulaşım arterini içeren seçkin coğrafi konumu, nüfusunun büyüklüğü ve dünya çapında ve Ortadoğu’da düzenli askeri gücüyle, bu küresel topluluğun gelecekteki etkinliğinin ne kadar büyük olabileceğini hayal etmek mümkün.
Analistler şu noktada hemfikir:
“Halihazırda gelişmekte olan dünyanın en büyük ekonomilerinin çoğunu kapsayan BRICS’in genişletilmesi ilkesine ilişkin anlaşma, bloğun G7’ye karşı bir denge oluşturması yönündeki Rusya ve Çin vizyonu açısından manevi bir zaferdir.”
BRICS, sözle ve icraatle olağanüstü büyüme oranlarına ulaşmış halklar da dahil olmak üzere, gelişmiş dünya halkları düzeyinde bir uluslararası farkındalık anını mı temsil ediyor?
Büyük olasılıkla evet. Bretton Woods sisteminin günümüzdeki eğilimlerine hızlı bir bakış, bu uyanışın kaçınılmazlığını doğrulamaktadır.
BRICS Plus’un önemini daha fazla gösterecek bazı verileri paylaşacak olursak, BRICS ülkeleri dünya nüfusunun yüzde 42’sini oluşturmasına rağmen, beş üyesi Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) oy haklarının yüzde 15’inden azına sahip. Halbuki, bu oran ABD’de yüzde 17 ve G7’de 45’tir.
Bu paradokslar ışığında, güney ülkelerinin yoksulluk, açlık, hastalık, salgınlar, ekonomik durgunluk ve iklim değişikliğinin etkileri gibi öncelikleri ve endişeleri doğrultusunda daha adil, şeffaf ve kapsayıcı bir küresel yapı içinde iş birliğini derinleştirmenin önemini anlamaları kuvvetle muhtemeldir.
Tüm bunlardan sonra BRICS Plus’ın yeni dünya düzeninin temel dayanağı olacağına hiç şüphe yok.