Siyasette her zaman dönüşümler olur ve onlarla birlikte denklemler de değişir, güç dengeleri onlara göre ayarlanır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dengeler iki kutup tarafından yönetildi ve üçüncü dünya, Sovyetler ve ABD arasında bir kutuplaşma ekseni haline geldi. Daha sonra bu ülkelerin ‘sömürülen ve yoksul ülkeler’ olduklarına işaret eden ‘üçüncü dünya’ terimi yumuşatılarak, kalkınma yolunda olduklarını belirtmek için ‘gelişmekte olan ülkeler’ terimi kullanıldı. Daha sonra da yükselen Çin ile liderlik konumunu kaybetmeye çekinen ABD arasındaki kutupsal rekabetin geri dönüşü bağlamında Afrika, Latin Amerika ve Asya'yı da kapsayacak şekilde ‘Küresel Güney’ terimi kullanılmaya başlandı. Bu yeni jeopolitik gerçeklik, BRICS ülkelerinin (Hindistan, Çin, Brezilya, Güney Afrika ve Rusya) oluşturduğu grubun doğuşuna olanak tanıdı. Son Güney Afrika zirvesinde ise Suudi Arabistan Krallığı'nın da aralarında olduğu ve onunla birlikte Mısır ve BAE gibi Arap ülkeleri ile Afrika’dan Etiyopya’nın da yer aldığı altı ülkenin üyelik başvurusu kabul edildi. Bu genişlemeyle birlikte şu kaçınılmaz sorular ortaya çıktı: Bu grup ne kadar etkili? Uluslararası denklemde önemli bir rol oynayabilecek mi? Suudi Arabistan bundan nasıl yararlanabilir ve tuzaklarından nasıl kaçınabilir?
Bu grubun, Bağlantısızlar Hareketi ve BM'deki G77 gibi önceki gruplardan farklı olduğunu söylemek önemlidir. Çünkü BRICS ideal ahlaki dayanışma, sömürgecilikle ve gerilikle mücadele sloganına değil, güç dengesi, jeopolitik değişimler ve bölgesel liderlik anlayışına, ikili ilişkilerin yararlılığı kanaatine, çıkar kavramına, siyasal gerçekçiliğin gerekliliklerine, bölgesel veya küresel düzeyde güç ve siyaset unsurlarına dayanıyor. Bu farkındalık, BRICS ülkelerinin, uluslararası kararlarda etkisiz kalan Bağlantısızlar Hareketi’nin akıbetinden kaçınmasını sağlayacak. Zira Suudi Arabistan gibi kendisine üyelik davetinde bulunulan BRICS ülkelerinden bazılarının davranışlarının hedefi açık ve net; tüm gerekleriyle birlikte stratejik bağımsızlığa ulaşmak. Dolayısıyla Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’ndan ülkesinin davet edilmesinden sonra şunu duymamız şaşırtıcı değildi:
"Ayrıntıları ve katılımın neleri gerektirdiğini inceleyeceğiz ve uygun kararı alacağız."
Bu inceleme, özellikle Suudi Arabistan’ın beş temel BRICS ülkesini de içeren G20’nin de bir üyesi olması nedeniyle, BRICS dışında kalmanın veya gruba katılmanın artıları ve eksileri arasındaki dengeyi kaçınılmaz olarak hesaba katacaktır. Aynı kritere dayanarak İran, BRICS üyeliğine kabul edilmesini ‘tarihi bir başarı’ olarak gördü. Zira üyelik, Amerikan politikasına karşı çıkan ve Çin ile Rusya'nın başını çektiği bir grubun üyesi olacağı için kendisini güçlendirecek, ABD ile daha iyi bir konumdan müzakereler yürütmesini sağlayacak.
Bu görüşler, davet edilen yeni üyelerin yanı sıra eski üyelerin de her birinin kendi ajandası ve vizyonu olduğunu, dolayısıyla üyelerinin ortak bir karara varmasının zor olacağını açıkça ortaya koyuyor. Bu bir tahmin değil, yaşanmış bir gerçek. Çin'in Hindistan ile sınır anlaşmazlıklarının bulunması ve aralarında savaşların yaşanması bunun kanıtı. Diğer yandan ABD, Japonya ve Avustralya ile birlikte Hindistan, Çin'in korktuğu ve kendisine yönelik bir kuşatma olarak gördüğü Dörtlü Güvenlik Diyalogu’nun (QUAD) bir üyesi. Keza Krallık da İran'ı komşuluk yasalarını ihlal eden ve Arap ülkelerinin egemenliğine tecavüz eden milislerin destekçisi olan bir ülke olarak görüyor. Etiyopya da Mısır ile keskin bir anlaşmazlık içinde ve ne Güney Afrika ne de Hindistan, grubun ABD'ye düşman olmasını tasvip etmiyorlar. Diğer yandan Çin, grubun nüfuzunu genişletmesinin aracısı olmasını istiyor. BRICS yoluyla doların işlemler üzerindeki hakimiyetini zayıflatarak, yaptırımlarda hedeflenen ülkelere çok zarar veren bir silah olarak kullanılmasına son vererek ABD’nin küresel ekonomi üzerindeki kontrolünü azaltmaya gayret ediyor. Hiç şüphe yok ki ABD politikasının doları kullanması, özellikle BRICS’in dünya nüfusunun yüzde 40'ını ve dünya GSYİH’sinin dörtte birini içermesi nedeniyle, bazı BRICS ülkelerini, üye devletler arasındaki ticaret hacmini yerel para birimleriyle artıracak bir formül bulmaya motive edecek. Çin'in arzuladığı, Rusya desteklediği şey de bu, geri kalan ülkeler ise kendilerini gelecekteki olası yaptırımlara karşı koruyacağı için buna karşı çıkmıyorlar.
Hiç şüphe yok ki Arap ülkeleri ve özellikle de iki rakibin (ABD ve Çin) kendi tarafına çekmeye çalıştığı bölgedeki en büyük etken olan Suudi Arabistan, ideolojik nitelikte katı bir blok içinde olmayı, stratejik kararına yük olabilecek sloganlar benimsemeyi tercih etmiyor. Dolayısıyla BRICS’e katılmaya karar vermesi halinde, ilgili ülkelerdeki bazı sloganların ve ideologların söylediği gibi; Batı'nın geleneksel müttefiki olmaktan çıkıp düşman konuma geçmeyecek. Görülen şu ki Krallık ve BAE son dönemde gözlemcilerin alışık olduğundan daha bağımsız politikalarıyla öne çıktılar. Suudi Arabistan-Çin yakınlaşması ile ekonomik yönelim ve gelişimi, karar alıcıların Batı ile olan tarihsel ittifaka zarar vermeden stratejik bağımsızlık elde etme arzusunun açık bir göstergesi. Çin ile yenilenen dostluğun yalnızca ekonomik bir zorunluluk olduğunun işareti. Böylece Suudi Arabistan, her iki taraf için de bir çekim noktası haline geliyor ve güvenlik garantileri, ekonomisini geliştirip çeşitlendirecek teknolojik bilgi edinme konusunda müzakere gücünü daha da geliştiriyor. Diğer yandan ABD ve Çin, Krallığın finansal ödeme gücünün BRICS'te iki nedenden dolayı etkili olacağının farkında. Birincisi, Çin artık İpek Yolu Projesi'ne 1 trilyon dolardan fazla para harcadığı için kredi verme konusunda pek istekli değil. Küresel Güney ülkelerine verdiği krediler bu ülkeler üzerinde büyük bir yüke dönüştü ve bu durum bazen Çin'in geri ödeyemeyen ülkelerin limanlarına ve zenginliklerine el koymasına yol açtı. İkincisi, Krallığın kredi veren olarak grupta var olması daha iyi bir alternatif için bir fırsat ve bu, Krallığa dostluklar kazandıracak, ekonomik ortaklıklarını genişletmesine ve mali faydalar elde etmesine olanak sağlayacak.
Batı bu gelişme karşısında kayıtsız kalmayıp, BRICS ülkelerinin anlaşmazlıkları ve eğilimleri üzerinde oynayarak bu grubu kuşatmakta acele edecektir. Çıkarlarına aykırı davranan her ülkeye karşı hem korkutucu hem de baştan çıkarıcı önlemler alacaktır. Bu nedenle, acele etmeyen ve katılım davetini inceleyeceğini vurgulayan Krallık, böylece bu risklerin farkında olduğunu, her zaman ihtiyatlı olacağını gösterdi. Üye olması halinde, başarısız üçüncü dünya blokları deneyimlerini tekrarlayan jeostratejik bir grup değil, jeoekonomik bir grup içinde olmaya gayret edeceğini ortaya koydu.