7 Ekim 2023 sonrası bölgenin eskisinden farklı olduğunu düşünenler bunda gerçekten haklı olabilirler. Aksa Tufanı operasyonu sürprizi, sadece insanları öldürmek ve yapıları yok etmekle kalmayıp, etkileri yalnızca savaşın döndüğü coğrafyayla, yani gerek felaketzede Gazze gerekse Lübnan, Irak ve Yemen'deki sözde kontrollü destek cepheleriyle sınırlı kalmayarak, bölgenin her kesimini etkileyecek değişkenler yarattı.
7 Ekim'den sonra İsrail, son 70 yıldır bildiğimiz İsrail olarak kalmayacak; bölgesel güç dengesinde dikkate alınan ve kendisinden çekinilen bir ülkeden, prestiji ve caydırıcılığı kalmayan bir ülkeye dönüştü. Uluslararası ve popüler itibarı, masum insanların böyle kitlesel bir şekilde öldürülmesine artık tahammül edemeyen, değişen bir dünyada binlerce kurbanın kanıyla lekelendi. Bu, onlarca yıldır sahip olduğu uluslararası destek ve sempatide bir gerilemeye yol açtı. Sivillere karşı suç teşkil eden eylemlerde bulunmak suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) hakkında açılan bir davayla karşı karşıya kaldı.
Savaştan sonra İsrail pek çok konuda iç bölünmeler ve çekişmeler ile yüzleşecek. En önemli yüzleşme, yaşananların sorumluluğu, skandal güvenlik ve istihbarat başarısızlığının sebepleri ve İsrail’in muazzam yıkıcı gücüne rağmen güvenlik ve emniyet duygusunun çöküşüne yol açan sonuçlarıyla ilgili olacak. Savaşı müteakip İsrail ayrıca aşırı ve meşru müdafaa amacını aşan orantısız güç kullanması, keza iktidardaki sağın Filistinlilere yönelik vahşi uygulama çağrıları nedeniyle onunla normalleşen veya normalleşme yolunda olan ülkelerle Arap ilişkilerini yeniden tesis etmek konusunda zorlu bir süreçle karşı karşıya kalacak. Sonuç olarak İsrail, savaştan sonra sonucunu tahmin etmenin zor olduğu bir yarı tecrit haline geçiş yapacak. Aynı bağlamda, yukarıdakilerin hepsi savaştan sonra dünyanın nasıl bir İsrail ile karşı karşıya kalacağıyla bağlantılı; Binyamin Netanyahu'nun, Itamar Ben Gvir'in, Bezalel Smotrich'in ve geri kalan aşırı sağın İsrail'i mi? Yahut 16 yıllık Netanyahu iktidarına ve sağın yükselişine karşı ayaklanan, 7 Ekim'den ve savaştan ders alan İsrail mi? Yoksa 20 yıldan fazla bir süredir ilk kez, İran nükleer tehdidi dışında onlarca yıldır unuttuğu varoluşsal bir tehdidi hatırlayan İsrail mi? Karar nihayetinde İsraillilerin elinde ve bölge sadece bunun sonuçlarını karşılayacak.
Gazze savaşı aynı zamanda Washington'un bölgeye yönelik politikasında onlarca yıldır görülmemiş dikkate değer bir değişikliği de ortaya çıkardı. Özellikle İsrail-Filistin çatışması kriziyle ilgili olarak ABD siyaseti, duyurulan, açık ve net, farklı özellikler taşıyor. Bir Filistin devletini tanıyor ve Amerikan diplomasisi, sözden eyleme geçme konusunda alışılmadık bir devinimle çalışıyor.
ABD'nin son yıllardaki Ortadoğu politikası parçalı olarak nitelendiriliyor. 1990'da Kuveyt'in özgürleştirilmesi ve 2003'te Irak Savaşı gibi büyük değişim adımları attığında bunun meyvelerini toplayamadı. Suriye savaşına gelince, İran ile imzalanacak nükleer anlaşmanın peşinden koşmanın bir sonucu olarak ABD'nin tutumuna tereddüt hakim oldu ve bu da, Esed rejiminin bugüne kadar ayakta kalmasına yol açtı. Lübnan ise Suriye hegemonyası ve vesayetinden çıkıp İran’ın nüfuzu altına girdi. Suriye ve Lübnan için geçerli olan, Yemen'deki Husiler konusunda da geçerli.
Washington, Gazze Savaşı'ndan sonra İsrail'e verdiği sonsuz ve koşulsuz desteğe rağmen, aynı anda üç paralel hat üzerinde çalıştı. Birincisi, Gazze savaşının ciddiyetinin ve Gazze, Filistin ve Hamas'ın ötesine geçen, bölgesel güvenliği ve bölgedeki güç dengesini etkileyen bölgesel boyutunun farkında olmak. Bunun için İran'ı ve diğerlerini caydırmaya, savaşın yayılmasını önlemeye, bölgenin ve müttefik ülkelerin güvenliğini kontrol altına almaya yetecek bir askeri gücü seferber etti. Husilerin Kızıldeniz'deki gemilere düzenlediği saldırılara yanıt olarak Yemen'deki mevzilerine düzenlediği iki hava saldırısı ile de bunu eyleme döktü.
İkinci olarak İsrail üzerinde yarı politik bir vesayet uyguladı. Washington, savaşın başlangıcından bu yana, Amerikalı yetkililerin Tel Aviv ziyaretleri ile Netanyahu hükümetini başıboş bırakmadı. ABD Başkanı’nın kendisi Tel Aviv’i ziyaret etti. Dışişleri Bakanı’nın 5 ziyaretinin yanı sıra, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Savunma Bakanı, diğer politikacıları ve askeri personeli de İsrail’i ziyaret etti. Bu ziyaretler, askeri kararlarda aktif bir rol oynamaksızın savaş aşamasının siyasi yönetimi gibiydi.
Üçüncüsü, Körfez, Mısır ve Ürdün'deki Arap ortaklarıyla sürekli koordinasyon ve istişarelerde bulunarak "iki devletli çözüme" dayalı kapsamlı bir siyasi çözüm için net bir çerçeve ortaya çıkardı. Arap ortaklarının ertesi gün ile ilgili görüşlerinde, yani Gazze Şeridi’nin Filistinli kalmasında, zorla yerinden etmenin, sınırları değiştirmenin, parçalar koparmanın ya da güvenlik bölgelerinin olmamasında diretti.
Eğer bu politika mevcut yönetimle ya da başkasıyla devam ederse Washington bölgeden çekilme isteğini bastırmış olacak. Dahası bölgedeki rolünü ve varlığını pekiştirmiş olacak ki bu da, müttefiklerle stratejik ortaklıklara geri dönüş, barış ve istikrarın tesis edilmesi umudunu güçlendiriyor. İran tarafına gelince, 7 Ekim'in sonuçları çok yönlü ve çeşitli. Siyasi açıdan Tahran'ın anlatısı, Arap-İsrail çatışmasının direniş yüzünü yeniden canlandırarak, Arap-İsrail yakınlaşmasının genişlemesini bir süreliğine de olsa durdurarak, keza normalleşme vakalarını yavaşlatarak başarılı oldu.
İran, İsrail'in prestijini sarstığı, müttefiklerinin konumunu güçlendirdiği ve Filistin Ulusal Otoritesi’ni zayıflattığı konusunda haklı. Barış atağını durdurduğu, birden fazla ülkede durgunluk ve huzursuzluğun devamını sağlayarak istikrarsızlaştırıcı müdahaleci politikalarının sürekliliğini garanti altına aldığı, bunun zamanı geldiğinde müzakere masasına oturması için ihtiyaç duyduğu kartların çoğunu ona sağladığı konusunda haklı. Kendisinin ve müttefiklerinin, Filistin haklarının ABD'ye zarar verebilecek ve İsrail'i yenebilecek güçteki savunucuları gibi görünmelerini sağladığı kanaatinde haklı. Bu, bahsi geçen eksende yerleşik bir kanaat. Tahran, Hamas’a destek savaşında müttefiklerinin eylemlerini yönlendiren gizli maestro rolünü oynamayı başardı.
Gazze Savaşı bölgeyi İran hegemonyası altındaki Maşrık (Levant) ekseni ile Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün’ün başını çektiği ılımlılık ve barış ekseni olmak üzere iki parçaya böldü. İran dört Arap ülkesinin kontrolünü tamamen eline geçirmeyi başardı. Lübnan devleti ile ilgili konuşmalar artık devlet rolünü üstlenen Hizbullah etrafında dönüyor. Yemen ise Husiler ve korsan eylemleriyle karakterize ediliyor. Irak'a gelince, Haşdi Şabi milisleri, özellikle de İran ile müttefik olanlar, hükümetin rollerini gasp etti.
Suriye coğrafyası ise terk edilmiş ve ihlal edilmiş bir alan haline geldi. Gazze savaşının ardından Rusya'nın Suriye'de elde ettiği konumdan memnun olarak geri çekildiği ve Ukrayna'daki savaşla meşgul olduğu görülüyor. İsrail'e karşı diğerlerine göre farklı tutumu, Arap ve uluslararası çevrelerdeki imajını iyileştirdi ve Ukrayna'da başına gelenleri telafi etti. Moskova'nın İsrail'le ilişkileri ise, Moskova'ya yakın olan Avrupalı aşırı sağla ortak alanlar nedeniyle etkilenmemiş görünüyor. Çin, dengeli dış politikasından sapmadı ve savaş sonrasında Hindistan yolu projesinin tökezlemesinden yararlanarak arka planda savaşın bitmesini bekliyor. Değişkenler ne olursa olsun, barış inisiyatifini aşırılardan, popülistlerden ve açık savaş savunucularından geri almaya yönelik sağlam ve barışçıl çözümler Arap liderlerin elinde olmaya devam ediyor.