Amr el-Şobaki
TT

Radikal Siyonist grupların söylemleri hakkında

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığına eşlik eden dini ve siyasi söylemdeki radikalizm sadece radikal Siyonist grupların söylemi değil, artık İsrail toplumunda baskın ve hâkim olan hem askeri hem de dini elitleri içeren yönetim sisteminin de söylemi haline geldi.

Dolaysıyla Arap dünyasında sorulan soru şu: Bir zamanlar radikal Siyonist örgütler ve sömürgeci İsrail politikaları ile mücadele eden, fakat şimdi radikal bir toplum ve yönetim sistemiyle karşı karşıya olan ılımlı Araplar ve Filistinliler ne yapacak? 1993'teki Oslo sürecinden 2002'deki toprak karşılığı barış, normalleşme ve Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’te bağımsız bir Filistin devleti karşılığında İsrail’i tanımaya dayalı Arap Barış İnisiyatifi'ne kadar ılımlı Araplar tarafından önerilen ve İsrail tarafından tamamen reddedilen çözümler ne olacak?

Kesin olan şu ki, Netanyahu liderliğindeki yönetim sisteminin iki devletli çözümü reddetmesi ve Oslo sürecini kınaması, yalnızca radikal hükümetin başka bir öneriyi siyasi olarak reddetmesinden ibaret değil, aksine bu reddediş, yönetim sisteminde ve toplumda baskın bir eğilimi temsil eder hale geldi.

Bu nedenle, iktidardaki koalisyonda yer alan “Dini Siyonizm” partisinin başında bulunan İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in, Gazze'deki yaklaşık 2,4 milyon Filistinlinin Gazze Şeridi'ni terk edip başka ülkelere gitmesi konusunda “teşvik edilmesini” talep etmesi şaşırtıcı değildi.

Smotrich, 7 Ekim 2023 operasyonu öncesinde Paris'e yaptığı özel ziyarette de Filistin halkının varlığını inkâr ederek şunları söylemişti: "Filistin halkı düşüncesi yapaydır ve Filistin devleti diye bir şey yoktur. Filistin tarihi yoktur. Filistin dili yoktur.” Katıldığı sempozyumda da kürsüde işgal altındaki Batı Şeria, Gazze ve Ürdün'ü içeren bir İsrail haritası görseli kullanmıştı.

Netanyahu ve İsrail'de sadece dini değil, sivil olarak bilinen partilerin neredeyse tüm liderleri, öldürmeyi ve yıkımı teşvik eden dini terimler kullandılar. Netanyahu, Gazze'deki savaşını sürdürmeyi haklı çıkarmak için Yeşeya’nın kehanetine başvurdu ve şunları söyledi: "Biz ışığın insanlarıyız, onlar ise karanlığın insanları ve ışık karanlığa karşı zafer kazanacaktır."

Ancak Haham Manis Friedman, ahlaki bir savaş yürütmenin tek yolunun Yahudi yöntemi olduğunu açıkça ifade etti: "Kutsal yerlerini yok edin, erkeklerini, kadınlarını, çocuklarını ve hayvanlarını öldürün." Bunların, İsraillileri “insanın icat ettiği yıkıcı ahlaki nedenlerle yenilgiye uğrayan milletlerin yolunu aydınlatacak bir ışık” yapacak Tevrat değerleri olduğunu söyledi. Bunun, "Filistinlilerin devam eden azim ve direnişlerinden kurtulmak için tek gerçek caydırıcıyı" oluşturan yöntem olduğunu vurguladı.

Bu Yahudi hahamın kullandığına benzer terimler bulmak için DEAŞ’ın ideolojik olarak kendisiyle aynı fikirde olmayanlara karşı söylemini hatırlamak gerekiyor.

İsrail Miras Bakanı Amihai Eliyahu ise İsrail'in Gazze savaşındaki seçeneklerinden birinin "nükleer bomba atmak" olduğunu söylemişti.

Bazılarının ılımlı olarak tanımladığı İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog, "Hamas’ın İsrail'e yönelik ani saldırısından tüm Gazzelilerin (sorumlu) olduğunu ve sivillerin bunu bilmediğine veya bu saldırılara karışmadığına dair bu söylemin tamamen yanlış olduğunu" söylemişti.

Savunma Bakanı Yoav Gallant ise daha önce şöyle demişti: "Biz insansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz."

İsrail'e karşı savaşlara veya çatışmalara katılan Arap askeri liderlerinin geçmişini gözden geçirdiğimizde, İsrail'de yaşayanlara karşı iç tutumu ne olursa olsun ve onlara karşı giriştiği savaş ne kadar sert olursa olsun, bir Arap askeri veya sivil yetkilinin onları "insansı hayvanlar" olarak tanımlayan tek bir beyanına rastlamayız. İsrailli liderler, hesap sorma ve hukukun üstünde olduklarını, ırkçılık, nefret ve soykırım çağrısına ve on yıllardır devam eden uygulamalarına karşı kendilerine açık çek sunulduğunu bildiklerinden, bunlar sadece radikal örgütlerin değil, yönetim sisteminin söyleminin de ayrılmaz bir parçası haline geldi.

İsrail'de hâkim söylem, dünyada söylenenin neredeyse tam tersi bir hale geldi. Şurası kesin ki, Filistin davasına halklar düzeyinde ve Batı'daki mali ve siyasi açıdan egemen elitlere alternatif elitler sunma girişimleri düzeyinde büyük bir sempati ve destek var. Bu sempati ve desteğin Avrupa ve ABD'de yeni iktidar denklemlerinde hayata geçmediği doğru, ancak Filistin halkının haklarına verilen bu küresel halk desteği karşısında, bu hakları reddeden, tahrik, nefret ve Filistin halkının varlığının yok etme söylemini benimseyen hakim ve egemen bir İsrail tutumu buldu.

BM Genel Sekreteri'nin (açıkça kınadığı) 7 Ekim 2023 operasyonunun sebepsiz yaşanmadığı ve gerekçelerinin işgal uygulamalarından kaynaklandığı yönündeki açıklamalarına verilen karşılık ise İsrailli "sivil" liderlerin Gazze'ye nükleer bomba atma, dini liderlerin de öldürme ve yok etmenin "Yahudi ahlakını" temsil ettiğini varsayan açıklamaları oldu.

Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'i soykırım yapmakla suçlayan tarihi hamlesi, Filistinlileri insansı hayvanlar olarak tanımlayan ve onların, öldürülmelerini ve yok edilmelerini meşrulaştıran 7 Ekim operasyonunun ortağı olarak gören bir İsrail radikalizmiyle karşılık buldu.

​Savaşı durdurmaya yönelik uluslararası aktivizm ve Güney Afrika'nın İsrail'in suçlarına ilişkin tutumu, ılımlılık kategorisinde sınıflandırılan sivil ve halk hareketlerine aittir. Bunlar, İsrail'in yok olması çağrısında bulunmuyorlar, Yahudi karşıtı söylemlerle Yahudileri rahatsız etmiyorlar, uluslararası seyrüsefer özgürlüğüne zarar vererek İsrail'e karşı mücadele ekolünün aksine, onu dünyanın anladığı bir sivil mücadele ile kuşatıyorlar.

Arap ılımlılık hareketinin bir “ılımlılık” projesi ve mesajı olarak konumunu terk etmesi değil, çeşitli şekillerde İsrail'in suçlarını ifşa etmenin bir parçası olması gerekiyor. Önceki dönemlerde barışın İsrail için önemine inananlarla, Menahem Begin ve İzak Rabin gibi sağda, solda ve merkezde yer alan hareketlere mensup İsrailli elitlerle, Peace Now ve diğer kuruluşlardaki binlerce aktivistle, hatta radikal olmasına rağmen İsrail'in Filistinliler için işgalci bir otorite olmaması gerektiğini kabul eden Şaron ile ilişkilerin, barıştan nefret eden, iki devletli çözümü reddeden, Filistin halkının hiçbir hakkını kabul etmeyen elitler ve yönetim sistemiyle ilişkiler ile aynı olacağını söylemek mümkün değil. Bu, Arap dünyasındaki etkili ılımlıların, her birinin kendi yöntemi ve üslubuyla İsrail'e yönelik uluslararası, hukuki ve halklar düzeyindeki baskıların bir parçası olmasını gerektiriyor. İsrail'in daha da kötüye gittiğini ve ister iktidar ister muhalefetteki elitlerinin artık radikalizm, kışkırtma ve nefret konusunda yarışır hale geldiğini kabul etmeliyiz.