Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Politikalar stratejilere dönüştüğünde!

‘Yumuşak Güç: Dünya Siyasetinde Başarının Araçları’ (Soft Power: The Means To Success In World Politics) kitabının yazarı Joseph S. Nye, ‘Amerikan Yüzyılında Yaşam’ (A Life in the American Century) isimli yeni bir kitap çıkardı. Altı ABD başkanının yönetiminde görev alan Nye, bu kitapta Harvard Üniversitesi Kennedy Hükümet Okulu Dekanı olarak ABD'nin dış politikalarının her başkanla birlikte büyük ölçüde etkilendiğine ve değiştiğine dikkat çekti. Peki neden? Çünkü başkanın ruh hali bu hususta önemli bir rol oynuyor ve yenilenen bağlam ya da ortam onu şu ya da bu meseleye doğru itiyor. Ancak uzun tecrübesine ve akademik geçmişine rağmen Nye pek de haklı görünmüyor. Zira başkanlar değişse de Ortadoğu'daki, hatta Avrupa ve Güneydoğu Asya'daki ABD politikaları çok yavaş görünüyor ve on ya da yirmi yıl boyunca bir ya da iki yönde ilerliyor.

Şu anda dünya buna tanık oluyor. ABD, Katar ve Mısır (ve tabii ki İsrail) ile Gazze'de ateşkes sağlamakla meşgul. ABD, 1993 yılındaki Oslo Anlaşması’ndan beri ilk kez iki devletli çözüme bu kadar ilgi duyuyor gibi görünüyor. Filistin topraklarında iki devletin kurulması Ortadoğu haritasını değiştirir. Bu sebeple, ABD ve müttefiklerinin bunu tek başına başarması mümkün değil. Yeni bir ulus devletin ortaya çıkması ve kurulması için hem uluslararası konferans hem de Arapların katkısı gereklidir. Ancak Arap rolünden bahseden ABD, Filistin meselesinde tarihin geri kalanında olduğu gibi uluslararası alanda hâlâ yalnız kalmakta ısrar ediyor. İsraillilerin sadece bu yöntemi kabul ettiği de söyleniyor ve bu da doğru. Ancak Kissinger'ın zamanından bu yana Amerikalılar tek başına ve uluslararası sistemin dışında oynamaya alışmışlardı. Bu, Gazze Savaşı'na kadar böyleydi ve en azından Ortadoğu hâlâ ‘Amerikan yüzyılında’ olduğu sürece de böyle kalacak.

Irak'ta meseleler sadece merkezi hükümet ile Kürtler arasında değil, Şiiler ve Sünniler arasında da yeniden çalkantıya dönüşüyor. Bu dengesizlik, ABD’nin Irak'ı işgal ettiği 2003 yılına kadar uzanıyor. O dönemde ABD, mevcut (Sünni?) Irak rejimini yok etmek için Şiiler ve Kürtler arasında bir ittifak kurdu. Amerikan işgali sırasında işler çok değişti ama koalisyonun politikaları değişmedi. Kürt-Sünni yakınlaşması, DEAŞ'ı doğuran ve Şiiler’le Kürtler arasında yabancılaşma yaratan muazzam kırgınlık yerine bir denge yaratabilirdi. Amerikalılar, Kürtlerin ‘güvenliği’ konusunda endişe duydukları için siyasi oyunun, ancak Şiilerin yakın zamanda omuzlarından silktiği ittifaka tahammül edebileceğini düşünmeye devam ettiler. Kürtler, İran ve Bağdat'ta hüküm süren Şiilerle birlik içinde kaldılar. Böylece yaklaşık yirmi yıl boyunca veriler değişse de ABD'nin Irak politikası değişmedi.

Aynı şey ABD'nin Beşşar Esed'in Suriye'sine yönelik politikaları için de söylenebilir. Yaklaşık yirmi yıldır Lübnan ve bölgede görev yapan ABD Büyükelçisi David Hale, bir kısmı Şarku'l Avsat tarafından yayınlanan anılarında şu politikadan bahsetti: Suriye, Clinton günlerinden beri ilk kez rejimini halkından korumak için İran ve Rusya'yı devreye soktu. Değişime izin veren ve hatta değişime zorlayan koşulların ortaya çıkmasına rağmen Suriye rejimine yönelik politikalar neden değişmedi? İran'ı düşünerek söyleyenler var, İsrail'i düşünerek söyleyenler de var. Ancak her iki senaryoda da bunun ABD'nin ve ulusal çıkarlarının yararına olmadığı açıkça görülüyor!

David Hale, ‘Önce Suriye’ politikasının, Suriye'nin Lübnan üzerinde kontrol sahibi olmasına yol açtığını söylüyor. Bu politika yirmi yılı aşkın süredir değişmedi. Ancak ABD elçileri Şam'a gitmek yerine, onlar adına müzakere yapanları Beyrut'un güney banliyölerindeki Hasan Nasrallah'a yollamaya başladılar. Bu politika, Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırlarını çizmede ‘başarılı oldu’. Beyaz Saray Kıdemli Danışmanı Amos Hockstein, Gazze'deki savaşın sona ermesinden sonra kara sınırlarında da başarılı olacağını iddia ediyor. Ama nasıl olacağını kimse bilmiyor. Diğer yandan Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri İsrail tarafından işgal ediliyor. Hizbullah ise buraların çıkarlarını koruduğunu iddia ediyor. Eski Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın dediği gibi; Hizbullah'ın etkinliği, Ortadoğu krizinin sona ermesi dışında sona ermeyecek!

ABD'nin Lübnan'daki mevcut politikaları kimin işine yarıyor? Bazen İsrail'in Hizbullah ile (yani kendisi ile İran arasındaki) savaşı erteleyerek fayda sağladığı söyleniyor. Ama bütün bunlardan anlaşılan, iki karşıt ya da ara Amerikan politikasının olduğudur: Önce İran politikası yahut önce İsrail politikası! Bu vakanın delili, dört başkanın görev süreleri boyunca ABD'nin Suriye ve İran'a yönelik politikasının değişmediğidir!

Yemen sorunu öylece devam ediyor. Siz, Yemen sorununun ne olduğunu nereden bileceksiniz! Yemen'in birliği ve istikrarıyla ilgili meseleler, on üç yıl önce 2216 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararının çıkarılmasının ardından sona erdirilebilirdi. Ancak bunların hiçbiri, belki de Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de tavizler gerektiren nükleer çatışmanın başladığı 2003 yılından bu yana ABD’nin ‘önce İran’ politikası nedeniyle gerçekleşmedi. ABD’liler gözlerini açtı. İran ve Hizbullah, Husileri eğitip onlara ağır silahlarla donatılmış bir ordu oluştururken, Yemen'in kuzeyindeki birçok şehir ve kasabanın kontrolünü ele geçirdi. Araplar, bir kez bile seferberlik ya da taviz yoluyla sorunu çözmeye çalışmadı ama ABD’liler bir engel olarak durdu. Şimdi de Kızıldeniz ve Umman Denizi'ndeki Husi saldırıları nedeniyle Amerikalılar ve İngilizler, İran'ın dünyaya kaos yaydığını söylüyor! En azından Husilere yönelik politikalar değişti mi? Bu net görünmüyor, aksi takdirde füzeleri ve insansız hava araçları hızla yok edilebilirdi!

Büyük ülkeler politikalarını nasıl geliştiriyor? Stratejileri sormak daha iyidir, çünkü politikalar onların dalları veya sonuçlarıdır. Soğuk Savaş sırasında ve sonrasında ABD'nin Ortadoğu'da Sovyetler Birliği'ne rağmen kazandığı görülüyordu. Ancak El Kaide'nin saldırıları, ABD’nin Araplara sırtını dönmesine, Türkiye ve İran'a yönelmesine neden oldu. İki ülke farklı yöntemlere rağmen ABD'den kazanç elde etti. Daha sonra pek çok başarısızlık ve kırılganlıkla sonuçlanan ‘uyumlu’ politikalar izlendi ve 2019'dan sonra bir miktar sakinlik hâkim oldu. Ancak İran, Lübnan, Irak, Filistin ve Yemen'deki durum patladı ve ABD hâlâ politikalarına ve yönelimlerine karar vermekte tereddüt ediyor.

Yirmi yılı aşkın süredir ABD'nin bölgedeki politikaları değişmedi, stratejilere dönüştü! Ancak durgunluk ve değişim eksikliği nedeniyle Filistin'de, Suriye'de, Lübnan'da, Irak'ta, Yemen'de krizler büyüyor. Acaba devam eden ‘fiili’ ve asimilasyon politikalarının başarısızlığı, sonunda Filistin'den başlayarak değişimi zorlayacak mı?