Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Uçak korsanından Tufan’ın mühendisine

Binyamin Netanyahu tarihteki yerini ayırttı. Başbakanlıkta “kurucu baba” David Ben-Gurion'dan daha uzun süre kaldı. Ordusunun tüm generallerinin öldürdüğünden daha fazla Filistinli öldürdü. Modern zamanlarda bir zalimin bu kadar çok sayıda çocuğu öldürmesi nadiren mümkündür. Aksa Tufanı'na, Filistinlilere ilkinden daha acı yeni bir felaket yaşatarak karşılık verdi.

Bu sözlerde herhangi bir abartı yok. Gazze katliamı, Yugoslavya patlamasına eşlik eden katliamlardan daha korkunç. Ruanda katliamlarından daha tehlikeli çünkü bir hükümet tarafından yönetiliyor ve düzenli bir ordu tarafından uygulanıyor. En şiddetli savaşlarda bile buldozerlerin bu kadar çok küçük cesedi toplayıp üzerini toprakla kapattığını hiç görmemiştik. Annelerinin gözleri korkuyla doluyken çocukların bir parça ekmeğe üşüştüklerini görmedik. İkinci Dünya Savaşı'nda Berlin'in işgalinden bu yana bu kadar büyük bir yıkım görmedik.

Netanyahu on binlerce cesedi yanında taşıyarak tarihe geçiyor.  Ama rahat ve huzurlu bir şekilde geçmiyor. Filistin halkını silme misyonunu başaramadı. Bu imkansız bir misyon. Bağımsız bir Filistin devleti hayalinin cesedini yanında taşıyamadı. İşte Joe Biden’ın kendisi iki devletli çözümden başka bir ufuk görmüyor.

Netanyahu'yu bir kenara bırakalım. Dünya bu süregelen suça ortak. Filistinlilerin acılarını uzun süre seyretti. Ateşkesler ve onlara çadır, gıda malzemesi, sargı ve ilaç göndermek ile yetindi. Gerçek soru ile yüzleşmeye cesaret edemedi: Filistin halkı neden kendi topraklarında veya bir kısmında devletsiz kalsın?

Bugün Hamas'ın Gazze'deki lideri ve “Tufan’ın mühendisi” Yahya Sinvar'a sorulan sorunun yarım yüzyıl önce “uçak korsanı” ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi  “dış saha” sorumlusu Dr. Vedi (Wadie) Haddad’a sorulan soruya benzediğini hatırladım.

Haddad’ın ziyareti tam bir gizlilik içinde gerçekleşmişti. Moskova yakınlarındaki ormanda bulunan bir karargahta konuk edilmişti. KGB yetkilileri Haddad'a iki devlet hakkında ne düşündüğünü sorduklarında, tek bir karışından vazgeçmeden sadece Filistin’in tamamını geri almayı kabul edeceğini söylemişti. Muhatapları ona Filistinlilerin eylemlerinde masum insanların da öldüklerini hatırlattığında, onlardan Kızıl Ordu'nun Berlin'e saldırısında neler yaşandığını gözden geçirmelerini istemişti. Görüşmelerin sonunda Haddad, daha sonra Kremlin tahtına oturacak KGB başkanı Yuri Andropov ile bir araya gelmişti. Ziyaretin fiili sonucu, Moskova'nın Haddad’ın sorumlusu olduğu birime daha sonra Aden'de teslim alacağı sınırlı sayıda ağır silah sağlamayı kabul etmesi olmuştu.

Haddad, memleketi Safed şehrinden veya Filistin'in bir karışından bile vazgeçme fikrini kabul etmekte son derece zorlandı. O günlerde herhangi bir Filistinli liderin bunu kabul etmesi zordu çünkü bu, halk için vatana ihanet anlamına geliyordu. Mevcut Gazze katliamının ortaya çıkardığı gerçek, Filistin halkının silinmesinin imkansız olduğudur. Ama aynı zamanda dünyanın İsrail Devleti'nin silinmesine izin vermeyeceğini de gösterdi. Bu yüzden mevcut savaştan vazgeçmek zehri yudumlamaya davet etmek gibi. Diğerini ortadan kaldırmak imkansız ve yasak, mümkün olan tek çıkış yolu, mevcut savaşın Filistin-İsrail savaşlarının sonuncusu olacağı umuduyla iki devletli çözüm.

Açlığın sanki onları öldürmekte uçaklara katılırmışçasına Gazze halkına saldırması ne kadar korkunç! Çocukların paraşütle inen yardım paketleri görmeyi umarak gökyüzüne bakmaları ne kadar acı verici! Tüm yardımlar takdiri ve teşekkürü hak ediyor. Ancak görüntüler kolay değil. Beyaz Saray'ın sahibi Netanyahu'yu bir arayı veya kalıcı ateşkesi kabul etmeye zorlayamadı. "Koşulların olgunlaşmasını" bekleyerek, bir kez daha acılar nehri ile bir arada yaşamaya karar verdi. Mübarek Ramazan ayından önce ateşkesin sağlanması umulurken, Gazze açıklarında bir yüzen Amerikan limanı kurulmasına ve Güney Kıbrıs'tan Gazze’ye denizden yardım koridoru açılmasına karar verildi.

İsrail, ordusu ne kadar Filistinliyi öldürürse öldürsün bu savaştan galip çıkamayacak. İsrail, destekçileri için ağır bir yük haline geldi. Ona duyulan sempati, Batı'nın imajını sarsan ahlaki bir skandala dönüştü. Dahası savaş, amaçlarının tam aksini gerçekleştirecek, çünkü dünya, iki devletli çözümün güvenliğe, istikrara ve ölümleri durdurmaya giden tek yol olduğuna daha fazla ikna oldu.

Pek çok acıların yaşandığı bir savaş bu. İsrail eninde sonunda rehinelerini ve ölülerinin bedenlerini kurtaracak. Ancak bağımsız bir devlet kabusundan kurtulamayacak. Hamas, işgal hapishanelerindeki tutukluları kurtaracak ama bunların sayısı kesinlikle Gazze'de öldürülenlerden daha az olacak.

Şu anki savaşın lideri Yahya Sinvar'ı düşünüyorum. Biden'ın, yardım ulaştırmak için ABD ordusunu Gazze açıklarında bir liman inşa etmek ile görevlendirdiği açıklamasını dinlerken nasıl hissettiğini bilmiyorum. Yardım taşıyan Amerikan paraşütlerinin inişini görünce ne hissediyor? Ertesi gün gerçekleşecek yeniden inşanın Hamas'ın Gazze'de tünellerinin ve füzelerinin olmaması şartına bağlı olduğunu duyduğunda ne hissediyor?

Aralarında Yasir Abdurabbu’nun da bulunduğu birden fazla Filistinli liderin şu sözleri beni çok düşündürdü: "Sinvar, 7 Ekim'de müttefiklerini şaşırttı ve ardından o gün (Kassam) saldırısının ulaştığı boyut karşısında kendisi şaşırdı." Sinvar'ın Aksa Tufan’ın başlangıcında bu büyüklükte bir sızma eylemi beklemediği doğru mu? İsrail'in Gazze Şeridi'nde tam bir felakete yol açacak bir tepkisini beklemediği doğru mu?

Aslında Sinvar'a sorulan soru, yarım yüzyıl önce Moskova'da Haddad'a sorulan soru ile aynı: Filistinliler, bir parça toprak üzerinde İsrail ile birlikte yaşayacakları bağımsız bir devlet kurmayı kabul ediyorlar mı? Sinvar, İsrail'i tanımasının istenmemesi koşuluyla bağımsız devlet fikrini kabul ediyor ama İsrail’in tanınması, Batı'nın vazgeçmeyeceği bir koşul.

Nekbe korkunç. Hamas, dünyayı bağımsız bir Filistin devletinin doğuşu için belirli bir mekanizmayı onaylamaya zorlayan bir tutum ile hızla Filistin evine dönebilir mi? Haddad'a sorulan soru ile bugün Sinvar'a sorulan soru arasında dünya, halkının acısını hafifletmeye çalışan ama İsrail'in siyasi körlüğü, ABD’nin taraflılığı ve Batı'nın korkaklığı ile karşılaşan Yaser Arafat'ın deneyiminin şekillendirdiği bir fırsatı kaçırdı.